Ruken Hatun Turhallı 2021/05/07
BasNews – Kürtler ve Ermeniler Ortadoğu halkları içerisinde tarihsel ve kültürel olarak birbirine en yakın ve benzer kadere sahip iki halktır.
Her iki halkın tarihinden süzülüp gelen yaşanmışlıklar sözlü yaşam geleneğinde hayat bulmuş ve günümüze kadar özünden birşeyler yitirmeden ulaşmıştır. Ancak egemen sistemlerin boyundurluğu altında yaşayan her iki halk, egemenlerin lehine birbirine karşı kırdırtılmış ve suistimale açık bir durumu günümüze kadar getirmiştir. Öyleki her yıl 24 Nisan 1915 Ermeni Soykırımı anmasında asıl failler unutularak kendi kaderini tayin etme hakkına sahip olamayan Kürtler, Ermeni soykırımının suçuna fail olarak gösterilmek istenmektedir. Prof. Taner Akçam, Gazete Duvar’da Filiz Gazi’ye verdiği röportajında yaptığı kavramlaştırmalar infiala yol açtı ve buna karşı bir grup Kürt aydını cevap niteliğinde bir bildiri yayınladı. Yayınlanan bildiri ardından yaşanan tartışmalar Kürt ve Ermeni ilişkilerinin farklı pencerelerden bakılmasını sağladı. Bu konu kapsamında Kürt aydınlarının bildirisinde imzası bulunan Kürt yazar Haymatlos Suad ile sizin için konuştuk.
Prof. Taner Akçam’ın Gazete Duvar’da Filiz Gazi’ye verdiği röportajda; “19. yüzyıl feodal toplumunda örneğin; Kürt bölgelerinde Kürt ağaları, evlenen Ermenilerin ilk gece hakkına sahiplerdi.’’ ifadelerini kullandığı röportajı Kürtlerde tepkilere yol açtı ve sonrasında sizin de aralarında bulunduğunuz 132 Kürt aydını ortak bir bildiri yayımlayarak tepki gösterdi. İmzacılardan biri olarak bu bildiriyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürd toplumunun üyeleri olan ve çeşitli alanlarda kendi toplumları üzerine çalışma yürüten, kafa yoran insanların imzalayıp yayımladığı bu bildiriyi ben kolektif Kürd hafızasının doğal ve politik bir tepkisi olarak değerlendiriyorum. Ortaçağ Avrupası derebeylerine atfedilen ‘ilk gece hakkı’ kavramı gerçekliği üzerinde uzlaşılmış bir konu değildir. Böyle bir hakkın yaşanmış olabileceğini savunan tarihçiler varsa da birçok tarihçi bunun bir mit olduğunu ve ideolojik amaçlarla üretildiğini iddia etmektedir. Ortaçağ tarihi uzmanı Alain Boureau konu hakkında bir kitap yazmış ve bunun bir mitten ibaret olduğunu, Fransız Devrimi’nden sonra feodalizmi olumsuzlamak için ideolojik amaçlarla üretildiğini, konuya dair hiçbir kaynak bulunmadığını belirtmiştir.
“Taner Akçam’ın kavramlaştırmaya çalıştığı ‘ilk Gece Hakkı’ Ermeni ve Kürd toplumunun toplumsal gerçeklikleri ve değerleriyle örtüşmeyen sansasyonel bir iddiadır”
Hal böyle iken Akçam’ın bu kavramı genelleyici bir dille, 19. Yüzyıl Ermeni ve Kürd toplumuna giydirmeye çalışması, iki toplumun da tarihsel ve toplumsal gerçeklikleri ve değerleriyle örtüşmeyen sansasyonel bir iddiadır. Son olarak, Akçam Gazete Duvar’a verdiği röportajda aktardığınız biçimde genelleyici ifadeler kullanmasına rağmen bir gün sonra kişisel Facebook hesabında yaptığı açıklamada ‘’Kürt Ağaların bazı yörelerde evlenen kızların ‘ilk gece hakkını’ kendilerine sakladıkları…’’ ifadesinin bazı Kürd dostlarını üzdüğünü söyledi. Oysa Gazete Duvar’a verdiği röportajdaki ifadeleri oldukça genelleyiciydi. Aslında Akçam, ‘’bazı yörelerde’’ diyerek ilk genelleyici ifadelerini kendi çürtümüş oldu. İmza metni de bu genelleyici ifadelerin yanlışlığına özel vurgu yapıyordu. Öte yandan Akçam lafı bu biçimde evirip çevirmesine rağmen, bunun bir düzeltme olduğunu söyleyip özür dilemek yerine; ‘’Ben akadamisyenim, yanlış bilgi paylaşmam’’ diyerek Kürdleri yüzleşmeye davet etti. Bu, yöntem ve dil olarak son derece etik dşı ve üsttenciydi. Metin de bu durumu, Akçam’ın öznel düşüncelerini bilimsel çalışmayla perdelemesi ve Türk resmi ideolojisinin sol tezahürü olan üsttenci dili olarak değerlendirip bu dili ve yaklaşımı reddettiğini ifade etti. Metnin özü buydu ve doğruydu bana göre.
Sizin bu bildiriyi imzalamanızı sağlayan asıl motivasyon neydi?
Bildiriyi imzalamamdaki temel motivasyon ‘’ilk gece hakkı’’ iddiasının kullanıldığı kontekstir. Akçam bu iddiayı soykırım konteksti içinde kullanıyor. Akçam, Ermeniler, 19. Yüzyılın sonlarında Kürdlerin, devletin vergilendirmesine ek olarak Ermenilerden vergi almalarını ve ‘ilk gece hakkı’ gibi korkunç uygulamalarını Ermenilerin isyan edip silahlı mücadeleye girişmesinin temel nedenleri arasnda sayıyor. Akçam’a göre ‘’Kürt feodal önderlerine’’ ve Osmanlı yöntecilerine karşı açılan bu savaş kanlı bir şekilde bastırılıp on binlerce Ermeni öldürülüyor. Abdülhamti dönemi katliamlarıolarak adlandırılan bu dönemi 1915’de tamamlananacak olan soykırım sürecinin başlangıcı olarak adlandırıyor Akçam.
“Taner Akçam tarihte yaşanmışlığı tartışmalı olan bir miti, Kürdleri failleştirilme argümanı olarak kullanmış oluyor.”
Böylece tarihte yaşanıp yaşanmadığı bile tartışmalı olan bir mit, Kürdlerin failleştirilme argümanı olarak kullanılmş oluyor. İttihat ve Terakki’nin Osmanlı’yı Türklük esası üzerinden yeniden inşa etme projesi; bu proje doğrultusunda yürütülen homojenleştirme poltikaları ve bu bağlamda Ermeni, Rum, Laz, Kızılbaş ve Kürdlere yönelik uygulamaların bütünlüklü bir okuması yapılmadan anlaşılamayacak devasa bir mekanizmanın ‘’ilk gece hakkı’’ gibi absürd bir argümanla özünden ve içeriğinden uzaklaştırılmasını, deyim yerindeyse konunun sulandırılmasını her türlü ciddiyetten ve nesnellikten uzak ideolojik, safsatacı bir yaklaşım olarak okuyorum. Bu ezilen ve mağdur olanların değil, egemenlerin elini güçlendiren bir yaklaşımdır. Akçam’ın bu yaklaşımı konuyu esasından saptırmak ve faili müphemleştirmek dışında hiçbir anlam taşımıyor. Son dönemlerde yoğunlaşan tartışmaları, Akçam şahsında somutlanan bu yaklaşımın görünür kılınması açısından önemli buluyorum. İmza metninin buna vesilesi olması önemli bana göre.
Prof. Taner Akçam, Ermeniler üzerine geniş araştırmaları olan bu konuda otorite olarak kabul gören bir akademisyen. Elindeki belgelerle konuştuğunu ifade ediyor?
Akçam da bunu ima ediyor; ‘’Ben akademisyenim, yanlış bilgi vermem’’ diyor. Tam da burada otorite kavramının problematize edilmesi gerekir. Bilim ve bilim insanı da dahil olmak üzere her türlü otoritenin iktidara ve tekele dönüşme potansiyeli vardır. Erich Fromm’un rasyonel ve irrasyonel otorite ayrımlamasını esas alıp bu tür otorite biçimlerini rasyonel otorite olarak kabul etsek bile, Althusser’in ‘’devlet sadece çıplak bir baskı aygıtı değil, aynı zamanda ideolojik bir aygıttır’’ uyarısını akıldan çıkarmamalıyız. Bilimin ve bilim insanının bu ideolojik aygıtla olan tarihsel ilişkisi incelendiğinde ve nelere yol açma potansiyeline sahip olduğuna bakıldığında bu konuda epeyce temkinli olmakta yarar olduğu açık.
“Kürdler bilimin ideolojikleştirilme meselesini ‘’kart-kurt teorisi’’nden beri iyi biliyor”
Hele biz Kürdler bilimin ideolojikleştirilme meselesini ‘’kart-kurt teorisi’’nden beri iyi biliyoruz. Nitekim yürütülen tartışmalara baktığımızda deyim yerindeyse arşivcilik, belgecilik, yöntemcilik, ve ünvancılığın imzacılara karşı yaygın olarak kullanıldığını gördük. Hatta ‘Siz kimsiniz ki bir bilim insanının, tarihçi bir akademsiyenin lafının üzerine laf ediyorsunuz’ noktasına kadar düşürüldü düzey. 20. Yüzyılın en önemli bilim fiozoflarından olan Feyerabend bilimin akılcı ve deneysel olma gerekçesiyle yürüttüğü üstünlük savının yersiz olduğunu, doğruluk ve bilginin hiçbir çalışma biçiminin tekelinde olmadığını söyler. Yöntemci ve hatta yöntemi fetişize eden anlayışlara karşın Feyerabend farklı alanlarda bilim tarihini incelediğimizde herhangi bir zamanda ihlal edilmemiş bir kural, yöntem veya ölçüt bulamayacağımızı iddia eder. Hatta bilimsel ilerlemenin bu ihlallerin bir sonucu olduğunu belirtir. Epistemik çoğulculuğun önemine vurgu yapan filozofa göre, bilim dünyadaki onlarca bilgi üretme biçiminden sadece biridir ve tüm üstünlük savları yersizdir.
“Fildişi kulelerine hapsedilmiş bilim ve o kulelerden yankılanan elitist sesler özgürlük idealleriyle çelişmektedir”
Fildişi kulelerine hapsedilmiş bilim ve o kulelerden yankılanan elitist sesler özgürlük idealleriyle çelişmektedir. Bilim insanı, tarihçi, vs olmayanların susup sadece onaylaması gerektiğini iddia edenler entelektüel çeşitliliğin ve gelişimin baltalanmasına hizmet ederler. Feyerabend, yaygın inancın aksine, uzmanlık eğitimi eksikliğinin, ilgili alanda bilgi eksikliği anlamına gelmediğini belirtir. Bu çerçevede baktığımzda filozof geçinen kimi insanların medya yoluyla imzacıların mesleklerine ve sıfatlarına gönderme yaparak tahkir etmeleri kendilerinin meseleye dair cehaletini gösterir. Bu tür fetişist yaklaşımların bilim ve bilgi otoritesinin tekelci bir iktidara dönüştürmek veya onu yeniden üretmek dışında bir anlamı yoktur.
“Bilimsel kaynaklandırmadan ziyade bir rivayetin soykırım konsepti içinde sunulması bilimsel nesnellikle değil, ideolojik yorumla izah edilebilir”
Belge meselesine gelirsek, Kürdolog M.S. Lazarev’in bir konsolosluk görevlisinin raporunda geçen ‘’Hatta bazı Kürd ağaları ilk gece hakkını kullanıyordu’’ gibi bir ifadeyi Oryantalist bir diplomata dayandırararak aktarmasından ibaret. Bilimsel kaynaklandırmadan ziyade bir rivayet söz konusu. Kaldı ki bu rivayetin test edileceği alan uygulamanın bir hak olarak kullanıldığının iddia edildiği alandır. Bu durumda sözlü tarihte ve hafızada izine rastlanmayan ve her iki toplumun tarihsel gerçeklik ve kültürleriyle uyuşmayan bir rivayetin soykırım konsepti içinde sunulması bilimsel nesnellikle değil, ideolojik yorumla izah edilebilir. Eğer bu yaklaşım esas alınırsa oryantalist ve kolonyalist zihnin Alevilere yönelik ‘’mum söndü’’ iftirasını ve kimi Batılı raporlarda Kürd ağalarının ‘’insan eti yiyen vahşiler’’ olarak tanımlanmasını da olduğu gibi doğru kabul etmek gerekir.
‘’İlk gece hakkı’’ uygulması iddiasının sözlü tarihte ve hafızada izine rastlanmadığını ve iki toplumun tarihsel, kültürel gerçeklikleri ile bağdaşmadığını ifade ettiniz. Taner Akçam, Hayko Bağdat’a verdiği bir röportajda ‘’Bu suçu işleyen dedeleriniz mi bunu size anlatacaktı, suçun mağduru olan kadınlar mı bunları anlatacaktı?’’ diyerek özellikle bu tür suçlara maruz kalan kadınların bu acı deneyimlerini anlatmasının kolay olmadığını hatta genel olarak susmak zorunda kaldıklarını söylüyor. Bu konuda ne dersiniz?
Bahsettiğiniz söyleşiyi ben de izledim. Evet, Akçam genel bir doğruyu ifade ediyor ve elbette son derece haklı bir gerçeği dile getiriyor. Tecavüz gibi korkunç bir saldırıya maruz kalan kadınların bu acı deneyimlerini erkek egemen toplumun baskılarından dolayı gizledikleri ve yaşadıkları travmanın etkisiyle sustukları yadsınamaz bir gerçek. Feminizm ve feminist psikoloji külliyatı bu anlamda son derece açıklayıcı ve öğreticidir. Ancak Akçam burada bir doğruya dayanarak kendi yanlışını örtmeye çalışmaktadır. Zira Akçam ‘ilk gece hakkı’ iddiasını hem genelleyici bir dille hem de kavramın doğası gereği bir hak olarak ifade ediyor. Oysa Akçam mezkur röportajda gizlenen, gizlenmek zorunda kalınan tecavüz ve cinsel saldırı suçlarından söz ediyor. Hak gizli olmaz. Eğer bir uygulama hak kapsamında ise açıkça uygulanır ve öyle ya da böyle bir meşruiyete yaslanmak zorundadır. Burada bireysel cinsel saldırı ve suç bağlamı ile ‘’ilk gece hakkı’’ bağlamı’’ birbirine karıştırılıyor. Akçam bu suçların gizli saklı olduğunu söylemekle aslında kendisinin genelleyici bir dil kullanarak ‘’hak’’ olarak ifade ettiği idiasını kendisi çürütmüş oluyor.
“İmzacılara yapılan itham kolonyalist aklın kafasında oluşturduğu Kürd ve Kürd aydını imajının dışavurumu olarak açıklanabilir”
Yeri gelmişken imza metnine ve imzacılara yönelik ‘’atalarının suçlarını örtüyorlar’’, ‘’yaşanan cinsel suçları ve tecavüzleri temize çekmeye çalışıyorlar’’ gibi ithamlara da değinmek isterim. Bir metin bahsettiği şeyler üzerinden değerlendirilir. Metinde bunları ima eden hiçbir ibare olmamasına rağmen bu tür ithamlarda bulunulması; ya ne olursa olsun haklı çıkayım motivasyonuyla çamur atmakla izah edilebilir, ya da kolonyalist aklın kafasında oluşturduğu Kürd ve Kürd aydını imajının dışavurumu olarak açıklanabilir. Ne metin ne de imzacıların böyle bir amaçlarının olmadığını, metnin ifadelerinin ve amacının açık olduğunu ifade etmeyi bile kendi adıma zül sayarım. Bunlar tartışmayı bağlamından koparmaya yönelik manipulatif demagojilerden ibarettir.
“Negatif herhangi bir kavramın yalnızca bir ulusa indirgenerek ya da ona fokuslanarak tartışılması ırkçılıktır”
Hiyerarşinin-eril hiyerarşinin, iktidarın-cinsiyetler arasındaki iktidar ilişkilerinin ve hegemonyanın olduğu her yerde her an yaşanan tecevüzlerin sadece kişisel bir mahiyetinin olmadığını, toplumsal bağlarla girift geliştiğini feminist teori ortaya koyuyor. Bu anlamda tarihin bahsedilen anlarında tecavüz, kadın kaçırma vb saldırıların olmadığını iddia etmek aklı başında bir insanın söyleyebileceği bir şey değildir. Ben böyle bir gerçekliği inkar eden ve bu anlamda atalarını temize çekmeye çalışan bir imzacı görmedim. İlk gece hakkı gibi bir iddianın soykırım tartışmaları konteksinde Kürdü failleştirmek için bir argüman olarak kullanılması ve bu dilin genelleyici olmasına ititraz ediliyor. Gerçek bu. Son olarak tecavüz ve benzeri suçların, hatta negatif herhangi bir kavramın yalnızca bir ulusa indirgenerek ya da ona fokuslanarak tartışılmasının ırkçılık olduğunu belirtmekte fayda var.
Prof. Taner Akçam’ın konuya akademik ve bilimsel metodlarla yaklaşmadığını, aksine ideolojik düşündüğünü belirtiyorsunuz. Sizi bu değerlendirmeye götüren şey nedir?
Akçam elde ettiği bilgi ve belgeleri doğal olarak yorumluyor. Ve bize de yorumlarını analiz etme zemini yaratmış oluyor. Baştan şunu belirtmekte yarar Akçam sadece bir akademsiyen ya da tarafsız bir bilim insanı değildir. O aynı zamanda siyasetle özdeşleşmiş bir kişiliktir. Hatta örgüt yöneticiliğinden akademiye geçmiş ve jenosid üzerine çalışmaya başlamıştır. Dolayısıyla Akçam hem Ermeni-Kürd ilişkilerine hem de Kürdlere yönelik görüşlerini kamuoyuyla sık sık paylaşan biridir. Evet, Akçam’ın Kürde bakışının objektif değil, yanlı olduğunu ve Kürdler söz konsu olduğunda bilimsel nesnellikten koptuğunu iddia ediyorum. Bu kanıya varmamı sağlayan fazlasıyla veri mevcut. Örneklendirmek gerekirse; Akçam soykırım bağlamında ‘’Türkler-Kürdler’’ biçiminde genellemeler yapmanın doğru ve bilimsel olmadığını defalarca söyler. Ancak bu doğruyu teorik olarak ifade ettikten sonra ‘’Kürdler’’ demeye devam eder. Hatta bunu kasıtlı ve bilinçli yaptığını da saklamaz.
Taner Akçam, Rober Koptaş’a verdiği video-söyleşide ‘Kimi Kürdler, bazı aşiretler’’ ifadelerini kasıtlı olarak kullanmadığını söylüyor ve devamla; vaktiyle Yahudi soykırımı bağlamında ‘’Almanlar’’ denildiğinde Almanların rahatsız olduğunu ama zamanla bu ifadeye alıştıklarını, ‘’Kürdler’’ ifadesinin de fail bağlamında kullanılmasının doğru olduğunu ve kimsenin bundan alınmaması gerektiğini söylüyor. Akçam Kürdleri neye alıştırmaya çalışıyor?
Soykırım failliği ve suçlaması söz konusu olduğunda Kürdlere yönelik genelleyici bir dil kullnanan Akçam hak ve özgürlükler konusuna gelince bu diskuru terk edip Kürdü bireyselliğin içine hapsediyor. Taner Akçam geçtiğimiz yıllarda Taraf Gazetesi’nde Neşe Düzel’e verdiği söyleşide, Kürdlerin kolektif haklar talep etmemesini, meselenin birey eksenli çözülmesi gerektiğini vurguluyor. Bireysel haklarla yetinilmemesi durumunda Özerklik dahil kolektif hak taleplerinin ortalığı kan gölüne çevirmek anlamına geleceğini söyleyerek gözdağı vermeyi de ihmal etmiyor.
“Taner Akçam’ın yaklaşımı kolonyalist ve Anti-Kürd bir yaklaşımdır”
Taner Akçam kolektif hak taleplerinin asla doğru olmadığını Kürdlerin ancak bireysel hakları olduğunu birkaç kez vurguluyor röportajında. Akçam’ın kendisinde bu hakkı görmesi bir yana, soykırımla suçlamaya gelince kolektif ve genel tanımda ısrar etmesi, ancak hak ve özgürlük meslelesne gelince de Kürdü bireyselleğin içine sıkıştırmaya çalışması oldukça manidar. Anlaşılan o ki Akçam’ın Kürde reva gördüğü yegane kolektif hak suçluluk hakkı ve yegane kolektif özgürlük de suçu üstlenme özgürlüğü. Bu açıkça inkarcı, kolonyalist ve Anti-Kürd bir yaklaşımdır. ‘’İlk gece hakkı’’nın ortaya atılması ve ortaya atılma biçimi de bu çerçevede okunmalıdır bana göre.
Belli bir kesim yayınlanan bildiriyi Prof. Taner Akçam’ın linç edilmesi olarak ele aldı. Sizce böyle düşünmelerine yol açan nedir? Siz gerçekten de Taner Akçam’ı linç mi ettiniz?
Herhangi bir hakaret vs içermeyen bir metnin düşünce, ifade ve tartışma hakkı bağlamında yayımlanmasının linç olarak isimlendirilmesinin ciddiye alınacak bir yanı yoktur. Bu olsa olsa derinlerde yatan tek sesli, tartışmanın ve itirazın olmadığı bir toplum arzusunun dışavurumu olarak görülebilir. Kafalarında oluşturdukları ve iman ettikleri; ‘onaylayan, itiraz etmeyen, kafa sallayan ve daha da önemlisi nitelikli fikir ve tartışma üretme yeteneğinden yoksun Kürd’ imajının sarsılmasından dolayı böyle agresif bir savunma da geliştirlmiş olabilirler, bilemiyorum.
Tarihsel ve kültürel olarak birbirine yakın iki halk olan Ermeni ve Kürtlerin kendi yaşanmışlıklıklarını ortak forumlarda tartışmasının önünde engeller var mıdır sizce? Farklı şahsiyet ve çevrelerin bu rolü üstlenmelerini nasıl görüyorsunuz?
Ciddi engeller olduğunu sanmıyorum. Ve bana kalırsa hiçbir engel bu tür platformların oluşmasına mani olmamalıdır. Bu çok önemli bir husustur. Konu egemenlere, onların kurumlarına ve aydınlarına bırakılamayacak kadar hassas ve önemlidir. Sadece Ermeniler ve Kürdler değil, Lazlar, Rumlar, Kızılbaşlar özne olarak en azından son yüz elli yıllık tarihi birlikte değerlendirme koşullarını yaratmadıkça tarihin tekerrünün önüne geçilmesi mümkün olmayacaktır. Bu tür ortak platformlardan suç, fail, yüzleşme, hesaplaşma, özür vs ne çıkarsa çıksın gerçekçi ve biz ezilenlere ait olacaktır. Tabii, burada önemli bir husus da Kürdlerin kendi tarihlerini araştırma ve yazma koşullarının gasp edilmiş olmasıdır. Bu durumun aşılması ve buna yönelik çalışmaların yapılması bahsettiğimiz bağlam açısından da oldukça hayatidir. Umarım bu sorunuz bir çağrı etkisi yaratır.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Teşekkür ederim. Çalışmalarınızda kolaylıklar dilerim.
İlk yorum yapan siz olun