İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Dersim 1937-38: Mağaralarda insan kemikleri, kadın saçları ve takılar var

‘Her bir katliam yerine de bir işaret koyalım. Koyalım ki bilinsin, Bilinsin ki hatırlansın. Hatırlayalım ve hürmetle analım. Anıları önünde saygıyla eğilelim.Fotoğraflar: Nilüfer Saltık Arşivi

Remzi BUDANCİR

ARTI GERÇEK- Dersim harekâtı kararı, 4 Mayıs 1937 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından alındı. Kararın alınmasının ardından başlatılan askeri harekâtta resmi verilere göre 16 bin, tanık ve anlatımlara göre 70 binin üzerine insan hayatını kaybetti. 100 binlerce Dersimli zorunlu göçe tabi tutuldu, batı ve iç Anadolu illerine sürgün edildi.

Yıkılmış köyler, toplu mezarlar, ağıtlar ve ölümlerin yaşandığı Dersim’de 84 yıl önce yaşanan trajedi toplum hafızasında canlılığını koruyor. Kimisi dedesini, kimisi akrabalarının tümünü yitirdi. Bunlardan biride Gazeteci Yazar Cemal Taş. Dersim’de 1960 yılında dünyaya gelen Cemal Taş, 1938 Dersim Katliamına ilişkin 600’e yakın kişiyle konuşarak bir arşiv oluşturdu. Yıllarca sahada çalışma yapan Cemal Taş, tanıklarla birebir konuşarak 122 katliam yerini tespit etti. Dersim askeri harekât kararının yıl dönümünde Gazeteci Yazar Cemal Taş’la Dersim katliamını konuştuk.

CESETLER ALTINDA KURTULANLAR VE KATLİAMA TANIK OLANLAR YER GÖSTERDİ

Siz bir araştırmacı olarak 1938 Dersim Katliamına ilişkin 600’e yakın kişiyle konuşarak bir arşiv oluşturarak, 122 katliam yerini tespit ettiniz. Katliamın üzerinden yıllar geçmesine rağmen bu katliam yerlerini nasıl tespit ettiniz?

Dersim’de doğdum. Çocukluğumun geçtiği köyümün çevresindeki meralarda, yayla yerlerinde ve yolumuzun düştüğü her bir güzergâhta yetişkinler 38 den kalma bir toplu mezar ya da katliam yerini tarif eder, hikayesini anlatırlardı. O mekân ya bir kuru dere yatağı, ya bir dağın eteği, ya da bir nehir kıyısı olurdu. Bir kaçını çocukluğumdan öğrenmiş olsam da tabii ki sonraki yıllarda başladığım sözlü tarih kayıtları sırasında tanıkların anlatımlarından not ettim. Özellikle son on yılda cesetler altında kurtulan, ya da katliama tanık olmuş kişilerin yer göstermelerinin de bu çalışmaya büyük katkısı var. Çoğu yaşlanmış olan tanıkların fiziki olarak doğal koşulların zorluğu nedeniyle gitmelerinin mümkün olmadığı bazı mekânlara da, yine onların tarifi üzerine gittim. Bazı mekânlar var ki oralara ulaşmak çok da kolay değil, on beş on altı saat yürümeyi gerektiren sarp ve uçurumlu yerlerdir.

İNSANLAR BÜYÜK KAFİLELER HALİNDE NEHİR KIYILARINDA KURŞUNA DİZİLDİ

Konuştuğunuz kişiler o döneme ilişkin neler aktardı? Sizi en çok etkileyen anlatım hangisidir?

Konuştuğum kişilerin aktardıklarını özet bile olsa burada anlatmama imkan yok. Ancak konuya dair her tanığın yaklaşık ortaklaştığı bir iki cümle kurmak mümkün; “Biz dış dünyayla çok iletişimde olan insanlar değildik. Kendi halimizde tarlasını eken, hayvancılıkla geçinmeye çalışan köylülerdik. Otuzlu yılların başında bir gün bir kanun çıktı, devlet silahları toplayacak, yol, köprü, okul yapacak, medeniyet getirecek dediler. Silahlar da Ruslara karşı savaşalım diye Osmanlının aşiretlere dağıttığı silahlardı. Silahları geri devlete teslim ettik. Yol, köprü, resmi bina ve karakol inşaatlarının müteahhitliğini de aşiretler içinde ileri gelen kişilere verdiler. İmar işlerinde bizi çalıştırdılar. Yani yol, köprü, karakol inşaatında biz çalıştık. Karakollara askerleri getirip yerleştirdiler. 1937 yılında yetmiş kişiye yakın Dersimli ileri geleni görüşmeye çağırdılar. Görüşmeye gidenlerin yedisini Elazığ’da idam ettiler, geri kalanları ağır hapis cezalarıyla cezalandırıldı. Sağ olarak geri döneni de olmadı. Ne idam edilenlerin, ne de hapse atılanların bir mezar yeri bile yok. Seksen dört yıl geçmiş aradan, devlet sırrı olarak gizemini koruyorlar hala. 1938 yılında da 3. Ordu geldi bir sel gibi önüne çıkanı sildi süpürdü. Sürgüne göndereceğiz diye topladıkları insanları büyük kafileler halinde nehir kıyılarında kurşuna dizip nehirlere boca ettiler odun istifi gibi. Dağlık ormanlık yerlerde ise cesetleri yaktılar. Küçük kafileleri de kurşun masrafı olmasın diye süngüleyerek katlettiler. Cesetler ortada açıkta kaldı. Köpeklere, yabani hayvanlara, kurda kuşa yem oldu. On binlerce insan katlettiler, bir o kadarını da batı illerine sürgün ettiler” diye aktardılar.

ÇOCUKLARINI BOĞMAK ZORUNDA KALAN ANNELER…

Bütün bu aktarılanlardan da elbette çok etkilendim. Ancak çocuk hikâyeleri insanı normal bir insan olmaktan çıkarıyor diyebilirim. Faillerin mağdurlara uyguladıkları öldürme yöntemleri o kadar vahşicedir ki mesela. Olabilme ihtimali bile ürpertiyor insanı. Anlatıcı karşısında gözyaşlarımı sakladığım, ama bazen de saklamakta zorlanıp kamera arkasını terk ettiğim de oldu. Süngülenen, ayaklarından tutularak başları kayalara çarpılan, ya da başına sert cisimlerle vurularak hunharca öldürülen çocuklar. Çocuklarını boğmak zorunda kalan anneler.

Sürgün yollarında annelerinin kucağından zorla koparılan kız çocukları. Anne babaları öldürülen üç dört yaş grubundaki kız ve erkek çocukların toplama kamplarından sonra çocuk esirgeme kurumlarına dağıtılmaları. Hizmetli niyetine subayların evlerine gönderilmeleri. Operasyon sırasında subaylarca alıkonulan akıbeti meçhul genç kızlar. Yakalanmamak için uçurumlardan atlayan ya da nehir sularına atlayarak intihar eden kadınların, kızların hikâyeleri yüreğime saplanan birer hançerdir her hatırlamamda.

DERSİM SADECE İNSANLARDAN DEĞİL, TÜM CANLILARDAN ARINDIRILDI

Dersim coğrafyası geniş bir alan. 1937-38’de askeri harekatın kapsamı göz önüne aldığımızda katliamın boyutu bilinenden daha fazla olacağını gösteriyor. Sahada yaptığınız çalışmalar nasıl bir fotoğraf oluşturdu? 1938’de yaşanan gerçekler bilinenlerden daha fazla olabilir mi? İzleniminiz nedir?

Tabii ki operasyon çok geniş bir coğrafyada yapılmış. Köyler, evler, ekin tarlaları yakılmış. İnsanlar öldürülmüş, değerli mallarına el konulmuş, hayvanları gasp edilmiş. Coğrafya sadece insanlardan değil, bütün canlılardan arındırılmış. Yaşam izi bırakılmamış. Bu korkunç trajediye tanık olan her bir tanığın mekanı, aşireti adı sanı farklı olsa da her kurban aynı muameleye tabi tutulmuş. Yani bazen hikâyeler benzer. Bazen de öldürülen farklı ama öldüren aynı oluyor. Zaten özellikle operasyon sırasında görev yapan etkili yetkili kişilerin adları hala yakılan ağıtlarda, anlatımlarda yerini alır.

Geniş bir sahanın her bir noktasında yaşananları hafızaya kaydetmek de bir puzzle’ın tamamlanmış hali gibi oluyor kafanızda. Yerel tarihi öğrenmek, önemli kişileri, olaylarda rolü olanları bilmek, bilgilenmek, yerel ile ilgili gerçeği öğrenmenin yanında failin plan ve hedefleri doğrultusunda yaptıkları ve amacı hakkında da güçlü bir perspektif sunuyor. Zaten ortaya çıkan resmi belgelerde yer alan kişi, mekan ve olaylara dair bilgiler yerel anlatıları genelde doğrular nitelikte olduğunu gözlemliyoruz. Bu bilgi kırıntıları toplandığında büyük fotoğrafı daha net görme olanağı sağlamış oluyor.

Tabii ki yerel bilgilerden yoksun olduğunuzda 38 ile ilgili bilinenler resmi tarih söyleminden ibaretti. Yereli özgün haliyle tarafsız yalın bir kriterle incelediğinizde, resmi tarihin taraflı, gerçekten uzak, tahrif üzerine inşa edilmiş olduğunu görebiliyorsunuz. Yani muhalif anlayışla resmi tarih anlatımı birbiriyle çelişiyor. Kısacası sahada duyduklarınızla resmiyetin yarattığı algı arasında tersine bir işleyiş var. Bu tersine işleyişi anladığınızda mağdurun bildiklerinin, anlattıklarının ne kadar masum olduğunu, gerçeğin o tanığın anlattığından ne kadar daha korkunç olduğunu anlıyorsunuz.

KATLAİM YERLERİNDE İNSAN KEMİKLERİ, KADIN SAÇLARI, TAKI VE BONCUKLAR GÖRDÜM

Siz Dersimli bir araştırmacısınız. Bu coğrafyada bazı yerler yaşanan trajediler, katliamlar ve ölümler ile isimlendirilmiş durumda. Dersim coğrafyasında buna benzer bir durum ile karşılaştınız mı?

Yukarıda da aktardığım gibi çocukluğumun geçtiği yerleşim yerlerinin çevresinde o dönemde bana hikayesi anlatılan “Ermenilerin katledildiği Viyalek Tepesi, Ermenilerin uçuruma atıldığı Qawusoğlu Yarması, Halvoriye Köylülerinin kurşuna dizilip uçuruma atıldıkları 38 kayalıkları, Satoğlia Ailesi fertleri ve Seyit Rıza ailesi yakınlarının kırıldığı Deste Çayı vb” birçok mekân herkes gibi benim de hafızama kayıtlı yerler çok. O mekânlarda öldürülenlerden geriye kalan kemikler, kadın saçları, takı ve boncuklar gibi nesneler görmüştüm. Hâlâ da Dersim Coğrafyasının birçok noktası günümüzde o olayların adı ve anlamıyla anılıyor.

İlkokul eğitimim sonrası memleketimden uzun yıllar ayrı yaşadım. Bu araştırmalara doksanlı yılların başında başladım. Araştırmaya başlayınca ailemden 19 kişinin gömülü olduğu toplu mezar yerini de o zaman öğrenebildim.”Mezelê Şıxka/Şıxka Kabilesi Toplu Mezarı” adıyla hâlâ Beyaz Dağ’dadır. Bu mekânlar bazen dağlık, ormanlık yer, bazen de insanların içinde diri diri yakıldığı bir köy evi ya da bir köm evi olabiliyor. Defalarca gidip gördüğümüz bazı mağara ve yüksek rakımlı tepelerde 38’den kalma insan kemiklerini görmek bugün de mümkün.

DERSİMLİLER KENDİ TRAVMALARIYLA BAŞ BAŞA KALDI

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 2011’de Başbakanlığı döneminde Dersim’de yaşananlar ile ilgili özür dilediğini ifade etmişti. Erdoğan’ın bu sözleri üzerinden yıllar geçti. Bu söylem Dersimde nasıl karşılık buldu, iktidar ya da devlet bu konuda nasıl bir adım atmalı? Buna ilişkin çağrınız var mı?

Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde ifade ettiği o sözlerden sonra Dersimliler kendi travmalarıyla baş başa kaldı. Dersimliler gerek yurt içinde gerek yurt dışında son yıllarda 38 ile ilgili anma ve etkinliklerde ortaklaşmaya başladılar. Az sayıda araştırmacı, belgeselci ve müzisyen de bu konuda kişisel olarak çalışmalar yapmıştı, ama bunlar bireysel çabalardan ileriye giden bir durum değildi. Zaten Dersimliler de 2000li yılların sonunda ancak Dersim 1937-38i anlama anlamlandırma konusunda harekete geçebildiler. Yetersiz ve zayıf girişimler olsa da 4 Mayıs’ı Dersim soykırımını anma günü olarak kabul ettiler. Ulusal ve uluslararası mahkemelere taşıdılar. Dersimli birçok çevre ve aktivist cephesinde konuyu hatırlama, hatırlatma gibi çabalardan ibaretken bazı politik çevre ve siyasi iktidarca istismar da edildi, edilmeye de devam ediliyor.

DERSİM’DE FAİL VE MUHATTAP DEVLETTİR

Bu güne kadar özellikle gerek ana akım medyada yer alan haliyle, gerek kişi ve çevrelerce yazılanlar çizilenler Dersimlilerin yaralarını kanatmaktan öteye gitmedi diyebilirim. En korkunç ve üzücü olanı ise ekranlarda, meydanlarda, milyonlara “bugün olsa yine yaparım” diyebilen, açıkça cinayeti üstlenen, mağdur yüzüne bakabilecek arlanmaz, utanmaz suratı olanlarla yan yana aynı havayı teneffüs ediyor olmak. Konu gündeme geldiğinde de gerçeği çarpıtma görevi üstlenmiş bu zatlar elbette bir yerden destekleniyor, besleniyorlar. Mesela operasyon döneminde görev yapan, birçoğu da artık yaşamayan devletin üst düzey siyasi, askeri ve sivil kişilerin isimleri üzerinden meseleyi tartıştırarak devletin sorumluluğunu manipüle etmeye çalışırlar. Oysa ki bu konu tartışmasız devletin projesidir. Soykırımdır. Fail de Muhatap da devlettir. Fiilin işlendiği dönemde siyasi irade içinde karar vericilerden tutun sahada da görev yapan en askeri ve sivil rütbelisinden en apoletsizine kadar herkes devlet adına suç işlemiştir. Devletlerde süreklilik vardır. Bugünün yöneticileri de sorumluluğu o dönemin yöneticilerine yıkmakla kendilerini sorumluluktan kurtaramazlar. Keza toplum içinde konuyu bilip de geçmişte olduğu gibi bugüne kadar susmuş, hâlâ da susan, sessiz kalan herkes de fail ile suç ortağıdır.

1937-38 MAĞDURLARI ÖZÜR BEKLİYOR

Devletin Dersim 1937-38 mağdurlarına bir özür borcu var. Mağdur yakını olarak ben de bu özrü bekliyorum. Bu konuyla bir yüzleşme sağlanmalı. Yüzleşme sağlanamadığı sürece bu yara kanamaya devam eder. Yaranın sarılması lazım. Birçok ülkede yüzleşme deneyimleri var. Bu deneyimlerden anlıyoruz ki yüzleşme toplumsal barışa çok önemli bir katkı sunuyor.

Dersim 1937-38 de hayatını kaybeden ne kadar farklı etnik kimlik, inanç topluluğu mensupları varsa onların çocukları ve torunlarına kendi coğrafyalarında diledikleri gibi yaşama koşulları sağlanmalıdır. Dilleriyle eğitim yapmaları, inançlarını özgürce yaşamaları, sosyal kurumlarını tekrar oluşturmaları anayasal güvenceye kavuşturulmalıdır. Dersim 1937-38 ile ilgili arşivler açılmalı. Soykırımın topluma tarihsel, sosyal, kültürel ve inançsal etkileri bütün yönleriyle açıklanmalıdır. Evlatlık alınan çocukların akıbeti ve kime verildikleri açıklanmalıdır. Dersim Aşiret liderlerinin mezar yerleri devlet sırrı olmaktan çıkarılmalı, yerleri yakınlarına açıklanmalıdır. Sürgünlerle ilgili bilgiler paylaşıma açılmalıdır. Parçalanan aileler ile ilgili bilgiler kamuoyuna açılmalıdır.

Dersim coğrafyasında, özellikle kırsal kesimde hala kemiklerin olduğuna tanık olduk. Birçok kişi hala dedelerinin mezar yerlerini arıyor. Dersimde yıllara yayılan bu yası nasıl değerlendirirsiniz?

Dersim’de dedelerinin mezar yerini arama ya da ailesine ait toplu mezar yerinde kazı yapma girişimleri yakın tarihlidir. Yani son on yıl çabalarıdır. Aradan geçen yetmiş yıl içinde bu konuda bir girişimin olmaması da ayrıca cevaba muhtaç bir sorudur. Bu insanların yetmiş yıl boyunca suskun kalmaları bir duyarsızlıktan ya da soruna kayıtsız kalmaktan ibaret olmasa gerek. Çünkü kendimden örneklemem gerekirse değil böyle somut bir talebi dillendirme cesareti göstermek, doğduğum topraklardan uzaklarda kimliğimi sakladığımı, açığa çıkmaması konusunda çaba sarf ettiğimi ben biliyorum. Fakat yukarıda bundan bir önceki soruda “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 2011’de Başbakanlığı döneminde Dersim’de yaşananlar ile ilgili özür dilediğini ifade etmişti” diye sormuştunuz. O süreç şuna yaradı; birçok tanığın bildiği, zihninde taşıdığı, kendisine yöneltilen sorulara veremediği cevapları bize vermesine yaradı.

Mezar yerleri ile ilgili nasıl bir çalışma yapılması gerekiyor?

İdam edilenler ile hapislere gönderilenlerin akıbetlerini sorma ve toplu mezarları kazma talepleriyle ilgili açılan davalar biri hariç hepsi takipsizlikle sonuçlandı. Dolayısıyla sorulan soruya verilecek cevabım şu olabilir; mağdur yakınlarının hak mücadelesi yasal engellere takılsa da yapılması gereken çok önemli ve geç kalınmış işler var. Mezar yerleriyle ilgili sahada yer tespiti yapmak, her noktaya dair bilgi toplamak, arşivlemek şimdiye kadar yapılmamış ya da yarım kalmış işler. Bir taraftan bu çalışmalar sahada yapılırken diğer taraftan hukuki mücadeleye ara vermeden devam etmek gerekiyor. Yüzün üzerinde araştırılması gereken nokta var. Bu noktalarla ilgili bilgi ve belgeyi bir merkezde toplamak, tasnif etmek, düzenlemek gerek. Bu noktaları isimlendirmek, bir işaret koymak, katledenleri de bilmek not etmek, katledilenlerin de adlarıyla sanlarıyla, cinsiyetleriyle, yaşlarıyla, kimlikleriyle ve de sayılarıyla bilmek, oraya bir işaret koymak bizi bekleyen acil işlerdir.

Bu veriler devletin kayıtlarında mevcut mudur sizce?

Bu veriler elbette devlet kayıtlarında mevcuttur. Yakın zamanda TBMM İnsan Hakları Dersim Dilekçe komisyonu adı altında bir kurul oluşturulmuştu. Bu kurul birçok devlet kurumundan belge istedi. Uzmanlar düzeyinde çalışmalar yürütüldü. O kurula birçok belge gönderilmiş olsa da bu belgeler kamuoyunca bilinenlerden öteye gidemedi. Yani yine de elenerek gönderilen belgeler yayınlandı. Gerçi o kurul işlevsiz kılındı sonradan. Diyeceğim o ki seksen yıl geçmesine rağmen Dersim 1937-38 e dair birçok belge ve bilgi hala devlet sırrı olma vasfını koruyor.

DEVLET BU SORUNLA YÜZLEŞME ADIMI ATMALIDIR

Siz katliam yerlerine ilişkin çalışma yapan bir araştırmacı olarak nasıl bir çağrıda bulunmak istersiniz? Bir çağrınız var mı?

Yıllardır bir araştırmacının deyimiyle Azrailin elinden bilgi almaya çalıştım. Hem fail cephesinden, hem mağdur cephesinden bakıldığında taraflar açısından en doğru yaklaşım yüzleşme olacaktır. Ama yüzleşme konusuna en mesafeli olan devlet cephesidir. Özellikle devlet bu sorunla yüzleşme adımı atmalıdır. Yüzleşmelidir ki bir daha yaşanmasın, acılar tekerrür etmesin. Seksen üç-seksen dört yıl önce işlenen bu suçu devlet adına kabul etsin, gereğini yapsın. Yukarıda kısaca sıraladığım makul taleplerden ibarettir. Bu talepler karşılanırsa bir kaçı hâlâ hayatta olan, o günün sivri uçlu aletinin ve barutla ateşlenen aletinin mumlusundan çıkan demir güllelerin izlerini vücutlarında bir ömürdür taşıyan yaşlıların yüreklerine bir dirhem merhem çalacaktır.

Mağdur yakınları olarak da dedelerimizin hayat hikâyelerini özgün haliyle kayıt altına almaya devam etmeliyiz. Kayıt altına alınacak her hayat hikâyesi yitip giden bir toplumun kolektif hafızasının bir damlasını geri getirecektir. Bu aynı zamanda kefensiz mezarsız giden canlarımıza karşı da bir vefa borcumuzdur.

Her bir katliam yerine de bir işaret koyalım. Koyalım ki bilinsin. Bilinsin ki hatırlansın. Hatırlayalım ve hürmetle analım. Anıları önünde saygıyla eğilelim.


Artı Gerçek

Yorumlar kapatıldı.