İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Baskın Oran – İmparatorluk’ta Millet-i Sadıka, Ulus-devlet’te Muhalefet-i Sadıka

İstanbul’daki cemaat zaten Saray’a tamamen entegreydi. Doğu’daki Ermeniler ise, devlete verdikleri vergilerin yanı sıra yerel Kürt beylerine ödedikleri yıllık haraçlar sayesinde yaşıyorlardı

Baskın Oran

Böylesi bir mağduriyet fırsatını asla kaçırmazdı ama 3 aydır beklenen telefondan “soykırım” terimi haberi geldikten 2 gün sonra, “ziyadesiyle üzdü” demekle yetindi. Neden?

Şu anda İYİP’li olmayan ama İYİP zihniyetini çok iyi temsil eden birilerinin çıkıp, Milletvekili Garo Paylan’a “Çok memnun değilsen çek git cehennemin dibine. (…) Sen de zamanı gelince bir Talat Paşa deneyimi yaşayacaksın ve yaşamalısın” diyeceğini, bu sefil kin ve nefret söyleminin de Türk Yargısı tarafından “ifade özgürlüğü” kabul edileceğini adı gibi bildiği için. “Ana” Muhalefet-i Sadıka’nın da, Ermeni meselesiyle çoktan ve defalarca yüzleşmiş HDP’ye şöyle hitap edeceğini:

“Rahmetli Hrant Dink’in şu sözleri herkesin kulağına küpe olmalıdır: ‘Bu sorun emperyalistlerin elinden alınmalı, Türkiye ve Ermenistan bu sorunu konuşarak, kardeşçe çözmelidir.’ Unutulmasın, emperyalistlerin gölgesinde yapılan ezik siyaset anlayışı hiçbir şekilde kabul edilemez. Milletimizin iradesi böyle bir siyaseti her zaman sandıkta buruşturup çöpe atar.”


Ermeni meselesinde “emperyalizmin rolü” deyince kıta dur, CHP sen de dur. Çünkü Batı’nın emperyalist ülkeleri kendi Yerli (ve ayrıca sömürge) halklarını nasıl katlettiklerine bakmaksızın Ermeni Meselesine müdahil oldularsa ve şu anda da olabiliyorlarsa, bunun tek bir sebebi var: Önce Osmanlı’da ve sonra da Türkiye’de bu meseleyi EŞİTLİKÇİLİK ve DEMOKRASİ temelinde ele alacak ortamın SIFIR olması.

Bütün olayı “soykırım” terimini kullanmadan gündeme getiren Hrant’ın söylediği de buydu. Mealen diyordu ki, Türkiyeli insanlar kendilerini Nazi torunu gibi hissedip tepki göstermesinler diye bu terimi kullanmayalım, ama o dönemdeki korkunç olayların ne ve nasıl olduğunu bilelim. Türk-Ermeni diyalogu kurulursa emperyalizmin eli böğründe kalır.

Ancak bir gerçek solcunun sergileyebileceği bu tutumdur ki, beslendikleri rezilliğin elden gideceğini görenleri, 18’inden küçük bir tetikçi yollayıp Hrant’ı enseden vurdurmaya itti.

Bu eşitlikçilik ve demokrasi yokluğu’nun önce Osmanlı’ya ve şimdi de Türkiye’ye neler getirdiğini 19. yüzyıl ortasından beri çok kısa özetleyeyim:

1847’den önce “Ermeni meselesi” diye bişey yoktu. İstanbul’daki cemaat zaten Saray’a tamamen entegreydi. Doğu’daki Ermeniler (çiftçi, zanaatkar, tüccar) ise, devlete verdikleri vergilerin yanı sıra yerel Kürt beylerine ödedikleri yıllık haraçlar sayesinde çalışıyor ve yaşıyorlardı.

1839 Tanzimat’la Müslüman-Gayrimüslim eşitliği ilan edildi. Buna inanan Hakkari’deki Nasturiler (Süryanilerin bir kolu) haraç ödemeyi durdurunca, bölgenin hakimi Bedirhan Bey onları 1843 ve 46’da, Ezidileri de 1844’te kesip biçti, kiliselerini tahrip etti. Emperyalistlerin müdahalesi sonucu Babıali’nin mecbur kalıp devreye girmesi üzerine Bedirhan Bey’in başlattığı isyan 1847’de bastırıldı ve kendisi Sultan Abdülmecit tarafından Girit’e sürüldü.

İşte bu 1847 tarihi tüm doğu Hıristiyanlarının, başta Ermeniler olmak üzere felaketinin başlangıcı oldu. Çünkü zaten 1828-1829 Rus ve 1839 Mısır işgallerini yaşamış olan bölge halkı başsız kalınca ve her yıl haraç yumurtlayan tavuğu kesmeye koyuldu. Doğa boşluk kabul etmeyeceği için Beyler döneminin ardından Şeyhler dönemi geldi ve durum doğudaki Gayrimüslimler için daha da korkunçlaştı. Bunun üzerine bir de 1859’da Şeyh Şamil’in Ruslara yenilmesi üzerine perperişan ama silahlarıyla kaçarak bölgeye gelen Müslüman G. Kafkas halklarının, özellikle de Çeçenlerin karınlarını kestirme yoldan nasıl doyurduklarını düşünün.


Malları bi yana, canları elden giden doğulu Ermeniler İstanbul’da iki makama başvurdular. Saray aldırmadı çünkü Tanzimat’ın Müslümanları (Kürtleri) yabancılaştırdığı bir ortamda eşitlik zaten “yabancıların [emperyalistlerin] talebi” idi. Aristokrato-burjuva İstanbul Ermenileri’ni temsil eden Patrikhane aldırmadı çünkü “bu köylüler” için rahat bozulmazdı.

İstanbul’un eşitlik sağlamadığı bu durumda kimi gelişmeler patlak verdi:

1) 1853’teki Ermeni Milleti Nizamnamesi’yle birlikte İstanbul’da küçük burjuvazi yükselmeye, özellikle de Vanlı Mıgırdiç Hırimyan’ın 1869’da patrik oluşuyla doğulu Ermenilerin vahim hali gündeme gelmeye başladı. Buna paralel olarak doğuda da, Avrupa’ya okumaya gitmiş olan gençler orada Narodnizm’le (narod=halk) tanıştılar. Ve sonuçta Hınçak (1887) ve Taşnak (1890) partilerini kurdular. Bu partiler D. Anadolu’daki mezalime karşı çeteler oluşturmaya (veya başka bir deyişle, özsavunma evresine geçmeye) başlayacaklardır;

2) Zaten 1774 K. Kaynarca’dan beri Osmanlı’daki Ortodoksların koruyucusu olan Rusya’nın müdahalesi için ortam mükemmeldi. O zamana kadar Avrupalılar için Rusya’nın Osmanlı’ya hakim olmasını önlemek demek olan “Şark Meselesi” yeni bir isim aldı: “Ermeni Meselesi”;

3) Kırım Savaşı sonunda imzalanan 1856 Paris Antlaşması’na Babıali, Gayrimüslimlere eşitlik sözünü tekrar eden Islahat Fermanı’yla gitmişti. Fakat hiçbir ıslahat yapmadan doğudaki durumu seyretmekle yetindi. Sonuçta, “93 Harbi”nde (1877-78) Yeşilköy’e dayanan Rus ordularını Avrupalı emperyalistler durdurdular. İmzalanan 1878 Ayastefanos’un yerine geçirilen Berlin Antlaşması şöyle diyordu: “Ermenilerin oturdukları vilayetlerde Babıali derhal ıslahat yapmayı ve Çerkeslere ve Kürtlere karşı Ermenilerin güvenliğini sağlamayı taahhüt eder.” Ayastefanos’ta Rusya’ya sorumlu olan Babıali artık “Büyük Devletler”e sorumlu olacaktı.

4) İslamcı ve anti-reformist hükümdar II. Abdülhamit 1876’da tahta çıkıp 1878’de anayasayı feshedince, Doğulu Ermenilerde “Bizi ancak Avrupa müdahalesi kurtarabilir”, devlette ve Müslümanlarda da: “Biz savaşırken zenginleşen gâvurlar yabancıların maşası oldular” zihniyeti yerleşti. Zaten Abdülhamit’in 1890’da büyük ve Sünni Kürt aşiretlerinden kurduğu “Hamidiye Alayları” Ermenilerin üzerine sevk edilince mesele artık “Müslüman X Ermeni” olayını aşıp bir “Devlet X Ermeni” olayına dönüşmüştü.


II. Abdülhamit’i tahttan indiren ama eşitlikten nefret etmek açısından ondan zerre farkı olmayan Müslüman-Türkçü İttihat-Terakki’nin iktidara geldiğinde bulduğu vaziyet buydu.

Üstelik, Parti 1913’te diktatörlüğünü ilan ettikten hemen sonra vahim bir gelişme oldu: 1895 ve 1913 ıslahat projelerinin de çöpe gitmesi üzerine yapılan, 8 Şubat 1914 Osmanlı-Rus (Yeniköy) Antlaşması. Osmanlı eşitliği sağlamayınca, emperyalistler onun yerine sağlamaya giriştiler. Artık Anadolu’nun 1/3’ü iki Avrupalı “Umumi Müfettiş” yönetimine verilecek ve memur, polis, jandarma alımları Müslümanlar ile Gayrimüslimler arasında eşitlik ilkesine göre yapılacaktı. Daha önemlisi, artık Osmanlı Rusya’ya sorumluydu. Yani 1878 Berlin’den 1878 Ayastefanos’a dönülmüştü.

Nasıl iş? İngiltere nasıl izin verdi? Verdi çünkü hep Osmanlı’yı Rusya’ya kaptırmama stratejisi uygulayagelen bu emperyalist, daha önemli bir rakiple yani Almanya’yla kapışacağını anlayınca, onun doğusundaki Rusya’nın elini serbest bırakmıştı.

İşte gazeteci T. Özkan’ın 17 Mart 2005’teki Kanal Türk programına E. Org. Kemal Yavuz’la birlikte çıkan Hrant’ın “Ermeni sorunu emperyalistlerin elinden alınmalı, Türkiye ve Ermenistan bu sorunu konuşarak, kardeşçe çözmelidir” demesinin sebebi, bütün bunları bilen bir D. Anadolu (Malatya) Ermenisi olmasıydı…

Zaten Avrupalıların 1920 Sevr’de kurdukları “Büyük Ermenistan”ın sebebi, Sovyet Rusya’ya (1917) bir engel oluşturmaktı. Bu tampon devlet, M. Kemal Paşa’nın kuracağı devletin Bolşevik olmayacağının anlaşılması üzerine 1923 Lozan’da haritadan kaldırılacaktır.


İttihat-Terakki 1914 Yeniköy Antlaşmasından kurtulmak için, sadrazama dahi haber vermeden 01.11.1914’te savaşa girerek 31.12.1914’te Umumi Müfettişlerin işine son verdi. Ardından, 24 Nisan 2015’te İstanbul’dan 2.234 Ermeni entelektüeli tutuklayıp Ankara’ya sürdü. Ardından da tüm İmparatorluktan, Trakya dahil, “tehcir” dediğimiz olayı başlattı. Çünkü İttihatçılar da, Ermeni Meselesi’nden kurtulmanın yolunu eşitlikçilik olarak değil, eşitlik isteyen Ermenilerden kurtulmak olarak görmüştü.

(180 yıllık tarihi anca bu kadar özetleyebildim. Olayın tüm siyasal ve hukuksal yönleri için şu bağlantıya tıklayabilirsiniz.

CHP sözcüsü Hrant’ın sözlerine başvururken bunları keşke bilseydi. Belki o zaman, HDP’ye yükleneceğine, AKP’nin D. Karabağ savaşına müdahale edip Ermenistan’a karşı SİHA yollamasına yüklenirdi. Hele de, Ermenistan’ın D. Karabağ sorununun ikiz kardeşi Kıbrıs sorununa sahip bir ülkede.

Ama bilse bişey fark eder miydi, sanmıyorum. Çünkü serde ulusalcılık var. Yüzbinlerce Osmanlı Ermenisi’nden sonra Hrant’ı o ulusalcılık katletti. Şimdi de Garo Paylan’ı tehdit ediyor: “Sen de zamanı gelince bir Talat Paşa deneyimi yaşayacaksın ve yaşamalısın!”


Hrant her Ermeni tasarısına müthiş sinirleniyordu ama, korkunç acılar yaşamış Anadolu Ermenilerinin temsilcisi olarak, Türkiye’nin 1915’i inkar etmesi de kahrediyordu onu. Bu sebeple şu söylediği bize düstur olsun:

“Paris’e Concorde Meydanı’na gideceğim, bir taşa çıkacağım ve ‘Soykırım olmadı!’ diyeceğim. Ondan sonra Kızılay’a geleceğim, Güven Parkı’nda bir taşa çıkacağım, ‘Soykırım oldu!’ diyeceğim.”


Artı Gerçek

Yorumlar kapatıldı.