İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

24 Nisan Türkiye’yi korkutur mu?

***HyeTert, bu kaynağın ve/veya içeriğin yanlış ve/veya yanıltıcı bilgiler ve/veya soykırım inkarcılığı, ırkçılık, ayrımcılık ya da nefret suçu içerdiği/yaydığı kanısındadır. Metni paylaşmadan önce bu uyarıları göz önüne alarak, içeriği ve/veya kaynağı güvenilir kaynaklardan kontrol ediniz.***
Selçuk TürkyılmazTürkiye’de Ermeni tezlerine göre yayımlanmış epeyce kitap ve makale vardır. Türk edebiyatının önde gelen kalemleri arasında Ermeni iddialarını ideolojik olarak sahiplenmeye kadar götürenler de vardır. Gerek Ermeni tezlerinin ve gerekse de onları sahiplenenlerin tarihî gerçeklerle ilgilenmedikleri çok açık. Konuyu sömürgecilik tarihinin bir parçası olarak görmek gerekir. Fransa gibi kimi Batı ülkelerinde İsrail’i ve Yahudileri ilgilendiren birtakım meselelerde yayın yapılmasına müsaade edilmemesi tartışma konusu edilmezken Türk tarihi, Batı güdümündeki yapıların ihtiyaçlarına göre saldırılara açıktır. Afrika kolonilerinde sömürgecilik siyaseti çerçevesinde hâlihazırda yürütülen faaliyetler ve kolonyalist çağlarda meydana gelen tahribat zaten gündem dışıdır. Batı güdümündeki bölgesel unsurlar harekete geçirilerek coğrafyanın genelini etkileyen bir istikrarsızlık ortamı kalıcı hale getirilmek istenmişti. Güç ve propaganda faaliyetleri ile bir zihniyet dönüşümü sağlandı.

Belirli çevreler tarafından 1915’te Osmanlı devletinin uyguladığı tehcir politikasına yöneltilen ve süreklilik arz eden yaklaşım biçimlerini de Batı Avrupa emperyalizminin etkinliği çerçevesinde ele almak gerekir. Güç ve propaganda faaliyetleri ile bölgesel bir istikrarsızlık ortamı oluşturarak Batı etkisinde bir sistem inşa edildi. II. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte kolonyalist sistemin ayakta kalmasına imkân yoktu. Fakat coğrafyamızı istikrarsızlığa sürükleyecek yapıların temeli atılmıştı. Kolonyal yönetimler tasfiye olmasına rağmen geride kalan bu yapılar varlığını korudu. Bu da sistemli bir durumdur. PKK-PYD gibi terör yapıları emperyal merkezler tarafından destekleniyordu çünkü bölgesel istikrarsızlığı kalıcı hâle getirmek istiyorlardı. Emperyal merkezler tarafından desteklenen yapıların birbiri içine girmesi çok dikkat çekmemiştir. Fakat tehcirin yüzüncü yıl hazırlıkları kapsamında FETÖ’cülerin Ermeni tezlerini gündeme taşıması çok dikkat çekiciydi. Bağımlı yapılar arasında yakınlaşma gözle görülüyordu.

Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte ABD’nin, İslam coğrafyasının merkezine yerleşmesi Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en yıkıcı olaylardandır. 1990’ların başından itibaren bağımlı yapılar arasındaki yakınlaşma ABD işgalinin sonucudur. Özelikle sermaye çevreleri coğrafyamızda istikrarsızlık unsuru olarak faaliyet gösteren bu yapılarla doğrudan temasa geçmişti. İsrail’in varlığı bir kolonizasyon faaliyetiydi. PKK-PYD, Ermeni terör grupları ve FETÖ gibi yapıların emperyal merkezler tarafından desteklenmesi kolonizasyon hedefleri hakkında bir fikir verebilirdi. Bu süreci sadece İsrail yayılmacılığı olarak görmemek gerekirdi. Eğer ABD ve Avrupa destekli yapıların yerleşim alanları çok daha uzun vadeli gelişmeler çerçevesinde ele alınırsa yeni bir kolonileştirme sürecine tanık olunduğu anlaşılırdı. Türkiye’nin sert direncini anlamak için hadiseleri çok daha kapsamlı bir şekilde görmek gerekir.

Tehcirin yüzüncü yılına doğru gidilirken Türkiye üzerinde büyük bir baskı vardı. Bölgesel istikrarsızlık şiddetleniyor, bağımlı yapıların talepleri en üst perdeden dillendiriliyor, ülkeler işgal ve istila ediliyordu. Mısır ve Türkiye’de aynı anda bağımlı yapılar harekete geçirilerek yönetimler değiştirilmeye çalışıldı. Bu sebeple 2013’de Gezi Parkı Kalkışması emperyalizmin son yüz yıldaki en güçlü müdahalelerinden biriydi. FETÖ’cülerin hırsla saldırıya geçmesinin arkasında çok daha karmaşık sebepler vardı. Türkiye, 17-25 Aralık darbe ve işgal girişimini bertaraf ettikten sonra 2015’in önemi kaybolmaya başladı. Eski cumhurbaşkanlarından biri Sayın Erdoğan’a 2015’e kadar ömür biçmişti. Bunun tesadüfî olmadığını düşünüyorum.

Geriye doğru baktığımızda, bugün iyice şekillenen muhafazakâr muhalefet unsurlarının Türkiye’nin uğradığı saldırılar karşısında sessiz kaldığını görürüz. Bunlar da bağımlı yapılar kategorisindedir. Türkiye’ye yönelik saldırlar karşısında sessizliği tercih eden bu çevrelerin, 15 Temmuz’dan sonra FETÖ’cü tezleri benimseme konusunda cüretkâr davrandığı da malumdur. Muhalefet saflarına geçen siyasî parti başkanları ve kimi gazete yazarlarının kendilerinden beklenilmeyecek düzeyde cesur (!) davranışlar sergilemesini ancak 1990’larda başlayan bağımlı yapılar arasındaki yakınlaşma ile izah edebiliriz.

Coğrafyamız yeni bir çözülmenin eşiğinde iken Türkiye, Fırat Kalkanı Harekâtı’na başladı. Zeytin Dalı Harekâtı ile terör koridorunun Akdeniz’e ulaşması engellendi. Kafkasya Türkleri de bunun sonucu olarak yüz yıllık bir sorunu ortadan kaldırdı. 24 Nisan ise Fransa ve ABD’nin elinde kaldı.


Yeni Şafak

Yorumlar kapatıldı.