İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Türkiye’de ölülere yönelik şiddet: Bu, hepimizin hikayesi

HABER MERKEZİ – Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi Girişimi’nin düzenlediği “Türkiye’de Ölülere Yönelik Şiddet” paneli çevrimiçi ortamda yapıldı. Panelin konuşmacılarından, kayıp yakını Ahmet Aslan, “Acıları hissedelim, bu hepimizin hikayesi” dedi. Zorla kaybetmeler üzerine çalışan Dr. Özgür Sevgi Göral, “Şiddeti uygulayan devletler birbirinden öğreniyor, kontrgerilla küresel bir şeyle destekleniyor; buna karşı mücadeleyi ulus ötesi kurgulamak gerek” diye belirtti. HDP Milletvekili Dr. Hişyar Özsoy ise ölüme dair anlam ve değerlerin işgal edildiğini belirterek, “Bir barış ihtimali ölülere yer bulmaya bağlı” dedi.


Haber: Bekir Avcı


Türkiye’de ölülere farklı yöntemlerle fiziki ve sembolik şiddet uygulanmasına karşı oluşturulan Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi Girişimi’nin düzenlediği panel serisinin ilki çevrimiçi ortamda yapıldı.

“Türkiye’de Ölülere Yönelik Şiddet” başlıklı oturumda, Türkiye’de “makul vatandaş” tanımının dışında bırakılmış çeşitli halklar, siyasal ve toplumsal kesimlerin ölülerine yönelik çok yönlü saldırılar tartışıldı.

Oturumu modere eden Derya Aydın, tutuklu siyasetçi Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk’un annesinin Ankara’daki cenazesine 2017 yılında yapılan saldırıyı hatırlatarak söze başlarken, “Bunlar cumhuriyet tarihi kadar eski uygulamalar, bu şiddet cumhuriyet öncesine uzanıyor” dedi.

Şeyh Said ve Seyit Rıza’nın cenazelerine yapılanlara, 90’lı yıllarda alınamayan cenazelere, Bitlis’teki Garzan Mezarlığı’ndan çıkarılanlara ve yine 2015’ten sonra kentlerde süregiden çatışmalarda yaşamını yitirenlerin verilmeyen cenazelerine dikkat çeken Aydın, sadece çatışmalarda yaşamlarını yitirenlerin cenazelerinin değil, Ermeni ve Süryaniler gibi çeşitli grupların ölülerine dönük saldırıların da sürdüğünü belirtti:

Van’da Ermeni mezarlığının üzerine kayyum tarafından tuvalet yapıldı. Gezi’nin eskiden mezarlık olduğunu, üstünün kapatıldığını biliyoruz. Ankara Ulus’ta da aynı durum var. Kadın cenazeleri, LGBTİ+’lara ait cenazeler çoğunlukla aileleri tarafından sahiplenilmiyor, kimsesizler mezarlığına gömülüyor. Mülteciler için de öyle.

Tarihsel geçmişi olan bu şiddete karşı “Ne yapmalı?” sorusuna yanıt bulmak, bir çözüm aramak için “Türkiye’de Ölülere Yönelik Şiddet” panelini düzenlediklerini, ileriki tarihlerde farklı başlıklarla konuyu tartışmayı sürdüreceklerini belirten Aydın, cenazelere saldırılara dair video gösteriminin ardından, konuklar arasında yer alan kayıp yakını Ahmet Aslan’a söz verdi.

Aslan: Bu hepimizin hikayesi

Aslan, kardeşi Mehmet Aslan’ın cenazesine ulaşmak için yıllardır verdikleri mücadeleyi anlatırken, “Bizden daha mağdur aileler olduğu için, bunu anlatırken biraz zorlanıyorum. Bu, sadece bizim ailenin değil, hepimizin hikayesi. Zaman zaman evimiz basıldı, yaşlı annem ve babam, kardeşlerim baskıya maruz kaldı. Bazen günlerce evimizin etrafında pusular atıldı” dedi.

1994’ten itibaren sivil toplum kuruluşlarına gittiklerini, İHD’ye başvurduklarını, siyasi partilere, kolluk kuvvetlerine gittiklerini belirten Aslan, “Bir sonuç alamadık” dedi.

Kardeşini Bingöl’de aramaya başladıklarında karşılaştıkları manzarayı ise şu sözlerle anlattı:

Bingöl’de, Düzağaç Mezarlığı’nda olabilir mi diye düşündük, ama bir sonuca varamadık. Fakat orada karşılaştığımız manzara anlatılır gibi değil. Bir babanın, annenin ya da kardeşin yüreği kaldırmaz o manzarayı. Yüzlerce ‘kimsesiz mezarlığı’ dedikleri mezarlardan vardı. Bir yerde tanık olduk, 18 gencecik insan bir çukur açılmış ve onun içine atılmıştı. Kimsenin haberi yok. Bingöl’de günün birinde birileri aile mezarlığı diye kepçeyle mezar kazarken o insanların cenazesiyle karşılaştı. Bunun gibi binlerce örnek var. Bizim gibi ailelere kimi zaman bez bir torbada kemikleri teslim edilir kimi zaman posta yoluyla ve kimi zaman da panzerin arkasında sürüklenir cenazelerimiz…

Bir diğer kardeşinin cenazesi için 2007 yılında Duhok’a gittiklerini anlatan Aslan, “Cenazeyi Güney Kürdistan’ın Duhok kentinden alıp Türkiye’ye getirdik” dedi.

“MEBYA-DER dayanışma yeridir”

Baskın düzenlenen, üyeleri tutuklanan Medeniyetler Beşiğinde Yakınlarını Kaybeden Aileler ile Yardımlaşma Dayanışma Birlik ve Kültür Derneği’ne (MEBYA-DER) dair de konuşan Aslan, “MEBYA-DER bir dayanışma yeridir. Anneler bir araya gelir, dertleşir. Hiçbir aile bir başkasının o durumu yaşamaması için elinden geleni yapar. İnsanların onurunun ayaklar altına alınmaması için bir çalışma yürütülüyor” ifadelerini kullandı.

“Acıları hissedelim”

Toplumdan ve devletten talebi sorulan Aslan, bu soruyu şöyle yanıtladı:

Bizim yaşadığımız acıları kimse yaşamasın. Benim kardeşimi artık geri getirme şansım yok, ama komşumun benim durumuma düşmemesi için bir şans var. Acıları hissedelim. Postayla cenazesi gelen bir annenin yüreğindeki acıyı ben tarif edebilir miyim, edemem. Bir daha bu durumların yaşanmaması için, bunu önleyebiliriz.

Bugün bizi temsil eden siyasetçiler de inandırıcı bir çalışma yapmıyorlar. Biz aileler devlete ne kadar tepkiliysek kendi siyasetçilerimize de tepkiliyiz. Kimse gelip bugüne kadar demedi ki, ‘anne, ben senin oğlunum.’ Aynı sınıfta aynı binaları paylaşan insanlar, şimdi parti binalarındalar, ama kimse gelip bunu söylemedi. Bizler bire bir bunu canlı yaşayanlarız. Bir üniversite tezi için değil, acıların en katmerlisini yaşadık.

267 cenazenin çıkarıldığı Bitlis’in Tatvan ilçesindeki Garzan Mezarlığı / 2017, MA

Dr. Göral: Şiddet hem gösteriliyor hem gizleniyor

Aslan’ın ardından söz alan doktora tezini zorla kaybetmeler üzerine çalışan Dr. Özgür Sevgi Göral, devlet suçunun nekropolitik alanda nasıl karşılık bulduğunu, doktora çalışması üzerinden anlattı.

Zorla kaybetmeler denilen devlet suçlarının gizlenen bir suç gibi algılandığını söyleyen Göral, “Bu hem doğru hem yanlış. Bu suçlar devlet sırrı şemsiyesi altında gizlenirken bir yandan da göstere göstere işlenen suçlar. Aynı zamanda politik etki yaratması için bunların performe edilmesi gerekiyor” dedi.

“Kamusal sırlar” kavramını kullanan Göral, “Toplumda korku yaratılması için bunun bilinmesi gerekiyor” derken, öte taraftan faillerin isimlerinin gizlendiğine işaret ederek, gösterme ve gizleme diyalektiğinin beraber işlediğini ifade etti.

Türkiye’deki zorla kaybetmeleri Cezayir’dekine, aynı zamanda birinci ve ikinci Rus-Çeçen savaşında yaşananlara benzeten Göral, bu benzerlikleri şu başlıklarla açıkladı: Faillerin çok katı olarak korunması, cezasızlık zırhı; faillerin askeri alanda önlerinin açılması; suçun işlenme örüntüsündeki benzerlikler.

“Şiddeti uygulayan devletler birbirinden öğreniyor, kontrgerilla küresel bir şeyle destekleniyor” diyen Göral, buna karşı mücadeleyi de ulus ötesi kurgulamak gerektiğini belirtti: “Çünkü suç da aslında bölgesel ve küresel bir çerçevede işleniyor.”

Özsoy: Bir barış ihtimali ölülere yer bulmaya bağlı

Göral’dan sonra konuşan HDP Milletvekili, Dr. Hişyar Özsoy, “Biz bu ölülere bir yer bulamazsak bir gelecek de kuramayacağız. Bir barış ihtimali ölülere insani bir yer bulmakla ilgili” dedi.

Türkiye’deki ulus devlet sürecinin bütün Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasının dibini mezarlığa çevirdiğini söyleyen Özsoy, şunları kaydetti:

Tarihsel ve sistematik bir devlet politikası. Makbul olmayan bütün halklara yönelik, sadece dirilerine değil, ölülerine de yönelik vahşet politikası 100 yıldır devam ediyor. Ancak, 100 yıldır da insanlar ölülerine sahip çıkıyor. Bu devlet sadece toprağın üstünü değil altını da, sadece hayatı değil ölümü de organize etmeye çalışıyor.

Ölüme dair anlam ve değerler işgal ediliyor”

Fiziksel kültürel anlamda başka halklara ait bütün izlerin silinmesini istiyor, hem zamandan hem topraktan. Ulusal devlet kurulurken iki şey var. Bunlardan biri ulusal tarih. Bu, zamansallıkla ilgilidir. Diğeri de ulusal coğrafya. O da mekânla ilgili, vatan kurmakla. Devlet zamanı ve mekânı kurmaya çalışıyor. Zaman ve mekânda Türk’e ait olmayan her şeyi silip yok etmeye çalışıyor. Bu vahşet Türkiye Cumhuriyeti’nde ulus devlet, kimlik ve egemenlik kurmaya içkin kurucu bir siyasettir.

Biyolojik ölüm kolay bir şey. Devletin pratiklerinde gördüğümüz şu; biyolojik ölümün dışında, öldürdüklerini sembolik olarak tekrar öldürmek istiyor. Bu ölümlerin siyasette, kültürde, toplumsallıkta bir gerçeğe dönüşmesini engellemeye çalışıyor. Kürtlerin bir anlam ve değer üretmesini engellemeye çalışıyor. Biz vekiller olarak cenazelere gidemiyoruz. Kelimenin gerçek anlamıyla ölülerle yaşayanlar arasında bir barikat kurmuş devlet. Kontrol etmeye çalışıyor. Bu ölümlerin hayatla bağını koparmaya çalışıyor. Ölüleri sonuna kadar tabulaştırıyor. Onlara kimse dokunamıyor. Kendiniz de tabulaşıyorsunuz. Devletin yapmaya çalıştığı; biyolojik olarak öldürmenin dışında öldürdüğü bedenleri sembolik bir anlama dönüştürüp, sembolik ölümü gerçekleştirmek. Ölümü öldürmeye çalışıyor. Ölüme dair anlam ve değerleri işgal etmeye çalışıyor.

“Buna karşı ne yapmalı?” sorusunu yanıtlayan Özsoy, bu konuda çalışan kurumların olduğunu, ancak çalışmaların koordinesiz ve bölük pörçük olduğunu belirtti: “Yapılması gereken, siyasetçilerden ailelere, basından akademiye ve hukuka dek, ölüm alanının kendisini ciddi bir şekilde düşünmesi. Eğer geleceğe dair birlikte yaşayabilme tahayyülü kuruyorsak, ölülerimizi birlikte gömemezsek birlikte yaşayamayız.”

Hikayeleri yan yana getirmenin önemine vurgu yapan Özsoy, “İnisiyatifin yapabileceği şey bunları yan yana getirip konuşturmak” dedi.

Garzan Mezarlığı’ndan çıkarılan 261 cenaze, İstanbul’da bulunan Kilyos Mezarlığı’ndaki kaldırım kazılarak, 18 mezarlık için açılan bir alanda üst üste defnedilmişti

Biçer: Adli Tıp devletten bağımsız hareket etmiyor

Konuşmaların ardından soru cevap kısmına geçildi. Adli Tıp’ın cenazelere dair tutumuna dair soruya Adli Tıp Uzmanı Ümit Biçer yanıt verdi.

Biçer, “Adli Tıp süreci devletin diğer politik hattından tutumundan ayrı olarak ele alınabilecek bir süreç değil. Adli Tıp devletten bağımsız hareket etmiyor, devletin refleksine göre tutum alıyor” dedi.

Keskin: Devletin yaklaşımı hiç değişmedi

Aynı zamanda inisiyatif üyelerinden olan İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin ise söz alarak Vedat Aydın’la yaşadığı bir diyalogu anlattı:

Vedat Aydın’la İHD’de birlikte mücadele ettik. 1991 yılında katledildi. Öldürülmesinden birkaç gün önce telefonla beni aramıştı. Yakınları olan üç gencin cenazelerini almaya gitmişler. Dağda cenazeler kalmış, kar yağıyor. Sırtlarında taşıyıp getirmişler. Birkaç gün sonra da evinden alındı Vedat abi, 5-6 gün sonra korkunç işkencelerle cenazesi bulundu. Devletin yaklaşımı hiç değişmedi. Bugünle fark şu: 90’lardaki bütün olaylara İHD olarak gittik. Şiddetin devlet tarafından bu kadar meşrulaştırıldığı bir süreci ben hatırlamıyorum. Bugün özel olarak Instagram hesapları açıyorlar. Kafası kesilen bir gerilla görüyoruz. Askerler oradan oraya atıyor ve bu yayınlanabiliyor. Bu insanlara hiçbir şey olmuyor. Bu videolarda çocuklarını teşhis edebilen insanlar savcılığa suç duyurusunda bulunmaya korkuyorlar.

Bu yaşananlarda iktidarın olduğu kadar muhalefetin de suçu olduğunu vurgulayan Keslin, “Muhalefetin çifte standartları içinde bulunduğumuz durumun nedeni” dedi.

Sonraki paneller

Soru cevap kısmının ardından panel son bulurken, moderetör Aydın, sonraki panellerdeki konu başlıklarını şöyle sıraladı: Kayıp yakınlarının mücadelesi, dinlerde ve inançlarda ölülerin yeri, meselenin hukuki boyutu ve adli tıp süreçleri, medyada ölülere dönük saldırıların nasıl ele alındığı, hafıza ve bellekle ölüm arasında nasıl bir bağ olduğu.

https://gazetekarinca.com/2021/04/turkiyede-olulere-yonelik-siddet-bu-hepimizin-hikayesi/

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın