İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Cemaat istihbaratçıları cinayetten önce gizledikleri raporu cinayetten sonra da gizlediler

Ülkeyi sarsacak bir cinayet işlenmiş… Cinayet gününün akşamında ilgili bütün devlet görevlilerinin katıldığı bir ‘aydınlatma’ toplantısı yapılıyor… Biri toplantıya katılan Gülen cemaati bağlısı iki istihbarat yetkilisi, cinayetten bir yıl önce hazırlanan, katilleri dahi isim isim not etmiş bir rapor ellerinin altında olduğu halde ‘aydınlatma’ toplantısına bu belgeyi sunmuyorlar…

Alper Görmüş

Dink cinayeti (19 Ocak 2007) davasına atandıktan (2014) sonra dönemin kamu görevlilerini de davaya ‘şüpheli’ sıfatıyla dahil eden savcı Yusuf Hakkı Doğan’ın “asıl sorumluluk doğuran belge” dediği F4 raporuyla Gülen Cemaati’nin Emniyet içindeki en önemli isimlerinden biri olan Ramazan Akyürek arasındaki rabıtayı önceki yazıda anlatmıştım.

Raporda, Trabzon’da bir grup gencin Hrant Dink’i öldürme planları yaptığı, bu kişilerin bunu yapacak tıynette olduğu ve Dink’i mutlaka öldürecekleri belirtiliyordu.

Bu F4 raporu, İstanbul Emniyet istihbaratına, Dink’i öldürmeyi planlayanların eyleme giderken baz istasyonlarının takibine takılmamak için cep telefonlarını yanlarında götürmeyip köyde bırakacakları; silahı köyden temin edecekleri gibi ayrıntılar ayıklanarak bildirilmişti. Fakat asıl önemlisi, planlanan eylemin “öldürme” değil “ses getirecek bir eylem” olarak tanımlanmasıydı. Rapor İstanbul’a gönderildiğinde Trabzon Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek, ona bağlı olarak çalışan Trabzon İstihbarat Müdürü ise Engin Dinç’ti. (Engin Dinç, 2014’te kamu görevlilerinin ‘şüpheli’ sıfatıyla ifadeleri alındığı sırada Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM) İstihbarat Daire Başkanı sıfatını taşıyordu, yani polis istihbaratının bir numaralı ismiydi.)

F4 raporu, Ali Fuat Yılmazer’e bütün ayrıntılarıyla iletiliyor

F4 raporu 2006’da Trabzon’da hazırlandığı sırada, Cemaat’e bağlı polis şeflerinden bir başkası olan Ali Fuat Yılmazer de Ankara’da Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı’nda, “sağ akımlar, dini ve irticai faliyetler ve azınlıklar”la ilgili C Şubesi’nin başkanıydı.

Kurallara göre, illerdeki istihbarat şubeleri hazırladıkları raporların bir örneğini de EGM İstihbarat Daire Başkanlığı’na gönderiyor. Yani Hrant Dink’in öldürüleceğini belirten F4 raporundaki bilgilerden yararlanarak hazırlanan istihbarat raporu sadece İstanbul’a değil Ankara’ya, İstihbarat Daire Başkanlığı’na da gönderilmişti. Orada gittiği adres de -Hrant Dink bir ‘azınlık’ mensubu olduğu için- başında Ali Fuat Yılmazer’in bulunduğu ‘C’ şubesiydi.

İlginç bir nokta da şu: İstanbul’a eksik bilgilerle gönderilen rapor, Ankara’ya F4 raporunun fotokopisi de dahil eksiksiz olarak iletilmişti.

Fakat Yılmazer, bu raporu görmediğini iddia ediyor.

Savcı Yusuf Hakkı Doğan, Ali Fuat Yılmazer’in sorgusuna da F4 raporuyla başlıyor; raporu ayrıntılarıyla aktarıyor ve bilâhare soruyor: “Bu rapor size sunuldu mu?”

Yılmazer’in cevabı tam olarak şöyle: “Bu rapor bana sunulmadı. Benim bilgim yoktur. Bu konuda yardımcım Bülent Demirel bana bilgi vermedi.”

(Yılmazer, F4 raporunun Ankara’ya ulaştığı gün, İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun’la birlikte dört günlüğüne yurtdışı görevine gitmiş, yerine vekili olarak Bülent Demirel’i bırakmıştı.)

Sabri Uzun: “Benden de gizlediler”

Savcı Doğan, “raporu görmediğini” söyleyen Ali Fuat Yılmazer’i, Sabri Uzun ve Bülent Demirel’in ifadeleri üzerinden sorguluyor ve önce Sabri Uzun’un 6 Aralık 2013’te üç gazetede çıkan bir demecini hatırlatıyor.

Sabri Uzun demecinde, cinayet öncesinde istihbaratın bir numaralı koltuğunda oturduğunu, buna rağmen mahkemenin neden kendisine başvurup Dink’in mutlaka öldürüleceğini açıkça dile getiren bir istihbarat raporunun gereğini yapmadığını sormadığına şaşırdığını belirtiyordu. Fakat bir yandan da, bilgisine başvurulsa bile söyleyecek bir şeyinin olmadığını, çünkü o raporun ondan da “gizlendiğini” (kendi kelimesi) söylüyordu.

Savcı Doğan, Ali Fuat Yılmazer’e rapor hakkında Uzun’la görüşüp görüşmediğini, evrakı ona sunup sunmadığını soruyor ve ondan “görüşmedim, sunmadım” cevabını alıyordu, çünkü yardımcısı Bülent Demirel de onu bilgilendirmemişti: “Bu evrakı görmediğim için kimseye sunmadım.”

Belge kime ‘arz’ edildi?

Fakat savcı Doğan’ın elinin altında Bülent Demirel’in mülkiye müfettişlerine daha önce verdiği ifade ve onun F4 raporunun üzerine düştüğü “arz edildi” ifadesi vardı. Bürokraside bu ifade, belgenin bir üst makama sunulduğuna işaret ediyordu. Sorguyu bu noktadan devam ettirip soruyor Yılmazer’e: “Bu yazı size arz edildi mi?”

Yılmazer:

“Şube müdür yardımcısı ise bana arz etmek amacıyla bunu yazabilir bana arz eder. Başka kimseye arz edemez. Eğer ben yoksam ve arz edildi diye bir not düşmüş ise kendisinden sonraki üst rütbeliyi kast ediyor bu kişi ya daire başkandır ya da başkan yardımcısıdır.”

Tablo işte tam bu noktada iyice karışıyor. Çünkü Bülent Demirel’in raporu bir “üst”e arz ettiği kesin. Fakat dört “üst”ün dördü de (C Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer, İstihbarat Daire Başkanı’nın iki yardımcısı ve Daire Başkanı Sabri Uzun) raporun kendisine sunulmadığını söylüyor!

Bülent Demirel’in mülkiye müfettişlerine söylediği ve savcı Doğan’ın da altını çizdiği sözleri, “arz”ın Yılmazer’e yapıldığı ihtimalini güçlendirir nitelikte… Demirel, “O tarihte il dışında bulunan şube müdürünün dönüşte konudan haberdar edilmesi için ‘arz edildi’ notunun düşüldüğünü beyan” etmişti müfettişlere…

Buna karşılık Yılmazer, savcının bu yöndeki sorusuna, “Ben Bülent Demirel’in bu konuyu bana arz ettiğini hatırlamıyorum” cevabı verecekti.

Savcı Doğan’ın bu cevaplardan tatmin olmadığı anlaşılıyor. İkinci sorusu da “hadi buna inandık, peki şu nasıl oluyor” kıvamında bir soruydu:

“Bu belgenin içeriği neden İstanbul a bildirilmedi ve belge neden İstanbul’a gönderilmedi? Zira İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler ve diğer yetkililerin beyanlarında Trabzon ve İstihbarat Daire Başkanlığı C Şube Müdürlüğü tarafından kendilerine bir bilgi paylaşımı yapılmadığı, Hrant Dink’in öldürüleceği yönündeki bilginin kendilerinden saklanıldığı beyan ettikleri hatırlatılarak soruldu…”

Yani savcı diyor ki: Şubeniz bu kadar kesin bir cinayet istihbaratı karşısında nasıl bu kadar sakin kalabildi? Nasıl İstanbul’la temas etmedi?

Yılmazer bu soruya cevap veriyor ama sözleri bu sorunun cevabı değil. Biraz uzun olsa da cevabı kelimesi kelimesine aktarıyorum ki, abarttığım sanılmasın. Cevap aynen şöyle:

“Böyle bir bilgi geldiğinde İstanbul şube müdürlüğünün yapacağı iki şey vardır. Birincisi tehdit ciddiyse il koruma komisyonuna yazı yazarak koruma tedbirinin uygulanmasını sağlamak… İki İstanbul ili itibariyle belirlenen hedeflere yönelik istihbari çalışma yaparak Trabzon İstihbarat Şube Müdürlüğü ile koordineli hareket etmek zorundadır. Bunların hiçbirini İstanbul Emniyet Müdürlüğü yapmamıştır. Osman HAYAL hakkında sahte bir tahkikat evrakı tanzim etmiş, kusurunu örtmeye çalışmıştır.”

Yani şöyle: Savcı, “sizin C şubeniz neden İstanbul’la temasa geçmedi, neden bilgilendirmedi İstanbul’u diye soruyor”, Yılmazer de şayet böyle bir bilgi İstanbul’a gitseydi İstanbul’un yapması gerekenleri anlatıyor.

Bu, davanın en tuhaf cevaplarından biri olarak kayda geçti.

Cinayetten sonra F4 raporunu savcıya verdi mi?

Bu serinin birinci yazısında cinayet günü (19 Ocak 2007) akşam saatlerinde İstanbul’da yapılan; bakanların, valilerin, emniyetçilerin, istihbaratçıların katıldığı bir toplantıdan söz etmiştik… Ramazan Akyürek, o toplantıya artık Trabzon Emniyet Müdürü olarak değil, EGM İstihbarat Daire Başkanı olarak yani Emniyet istihbaratının bir numaralı ismi olarak katılmıştı. Elde, henüz yakalanmamış Ogün Samast’ın kaçarken çekilmiş flu bir fotoğrafı dışında hiçbir şey yokken ve bir yıl önce Trabzon’da hazırlanan F4 belgesinin kıymeti herhalde tartışma dışıyken, Ramazan Akyürek bu rapordan hiç söz etmemişti, hatırlayacaksınız…

Şimdi de bu rapor bağlamında o toplantıya ve Ali Fuat Yılmazer’in pozisyonuna bakalım…

Savcı Doğan, Ali Fuat Yılmazer’e bu toplantıya katılıp katılmadığını soruyor önce. Cevap şöyle:

“Ben bu toplantıya katılmadım. Ben Ankara’dan gelmedim ama Ramazan Akyürek bey daire başkanı olarak katıldı. Ama daha sonra ben Hrant Dink cinayetiyle ilgili evrakları savcılığa teslim ettim.”

Savcı Doğan soruyor: “F4 raporunu da getirdiniz mi?”

Cevap: “Getirdim diye hatırlıyorum.”

Bu cevap tatmin edici olmaktan o kadar uzak ki…

Birincisi: Diyelim ki Ali Fuat Yılmazer gerçekten de cinayet gününe kadar o raporu görmemişti; rapor ‘C’ Şubenin arşivinde duruyordu, fakat o, öldürülmeden önceki bir yıl boyunca ölüm tehditleri alan Hrant Dink’in dosyasını merak etmemiş, dosyasını arşivden indirip bakmamıştı.

Peki 19 Ocak’ta cinayet gerçekleştiğinde de mi bakmadı? Âmiri Ramazan Akyürek cinayet sonrası toplantısına giderken ona verilmek için de mi bakmadı Hrant Dink dosyasına?

Cinayetten birkaç gün sonra elinin altındaki belgeleri savcılığa teslim etmek için gittiğinde “F4 raporunu götürdüm diye hatırlıyorum” cevabı da çok tuhaf değil mi?

Bu cevabın bir dizi başka soruyu akla getirmemesi imkânsız:

Birincisi: Sadece ülke değil dünya çapında etkileri olan bir cinayet gerçekleşiyor ve siz o cinayetle ilgili istihbaratın tamamına vakıf olması düşünülen bir devlet görevlisisiniz… Cinayetten birkaç gün sonra savcılığa götürmek üzere evraklarınızı karıştırırken cinayeti bir yıl önce kesin bir biçimde bildiren (fakat size “sunulmadığı” için haberdar olmadığınız) bir raporla karşılaşıyorsunuz…

Soru şu: Böyle bir belgenin yaratacağı şok duygusu ortadayken, yedi yıl sonra karşılaşsanız bile o belgeyi savcıya götürüp götürmediğiniz yolundaki bir soruyu “götürdüm diye hatırlıyorum” suretinde cevaplamanız makul müdür?

İkincisi: Böyle bir bilgiyi bir yıl boyunca size sunmayan astlarınızla ilgili olarak herhangi bir işlem yaptınız mı?

Görüldüğü gibi Ramazan Akyürek’in de Ali Fuat Yılmazer’in de cevapları tatmin edici olmaktan çok uzak.

Yarın: Cemaat dışı aktörler ve onların tatmin edici olmayan cevapları.


Serbestiyet

Yorumlar kapatıldı.