İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Dink cinayeti ve Cemaat polisleri

Hrant Dink cinayetinin işlenmesinden (19 Ocak 2007) yaklaşık bir yıl önce, 15 Şubat 2006’da Trabzon Emniyeti’nde istihbarat elemanı olarak çalışan polis memuru Muhittin Zenit Trabzon İstihbarat Şube Müdürlüğü’ne Hrant Dink’in kesin olarak öldürüleceğini belirten bir rapor sundu. Savcı Doğan’ın “esas sorumluluk doğuran belge” dediği rapor İstanbul’a tahrif edilerek aktarıldı. O sırada Trabzon Emniyet müdürü Ramazan Akyürek’ti.

Alper Görmüş

“Yeni ‘milli mutabakat’ın kalemşorlarının Hrant Dink davası analizleri” başlıklı dünkü (2 Nisan) yazım, üç (belki dört) bölümlük mini dizinin birincisiydi, şu anda da ikincisini okuyorsunuz.

İlk yazıda, Hrant Dink davasını ve mahkemenin verdiği ‘FETÖ cinayeti’ hükmünü, kurdukları yeni milli mutabakatı tahkim etmek amacıyla kullanma peşinde olan ulusalcı-AK Parti ittifakının kurnazca taktiğinden söz etmiştim. Bu taktik, ‘FETÖ cinayeti’ hükmüne yaslanarak, bir milli mutabakat cinayeti olan Hrant Dink cinayetinde devletin eski-asıl görevlilerinin sorumluluğunu perdelemek amacına matuf olarak çalışıyor.

Taktik sahipleri, karardan sonra, cinayeti böyle bir mutabakatın eseri olarak görenleri akıllarınca manevi olarak sindirmek için yoğun bir suçlama kampanyası başlattılar; adalet yerini bulmuş işte, ‘bağımsız ve tarafsız’ yargı ‘FETÖ cinayeti’ demiş fakat bizler susuyormuşuz, sevinmiyormuşuz.

“Evet, sevinmiyoruz, çünkü adalet yerini bulmadı” demiştim dün ve nedenini de şöyle izah etmiştim: “Hrant Dink cinayeti davası sonuçlandı. ‘Derin’iyle ‘Cemaat’iyle zamanın devletinin ‘sahibi’ olan bütün kanatların mutabakatıyla gerçekleşmiş cinayet bir tarafa yıkıldı, öbür taraf aklandı.”

Yeni ‘milli mutabakat’ın iktidar kanadının ve onların yancısı ulusalcıların basındaki temsilcileri, cinayetin bütün sorumluluğunu devlete sonradan dahil olmuş Cemaat’e yıkmak, devletin asıl sahiplerinin sorumluluğunu gizlemek amacıyla, 2014’te davaya atandıktan sonra, suça karışmış olacaklarını düşündüğü bütün devlet görevlilerini sorgulayan savcı Yusuf Hakkı Doğan’ın sadece Cemaat görevlilerine sorduğu soruları gündeme getiriyorlar ve onların ikna edici olmayan cevapları üzerinden ‘pür FETÖ cinayeti’ propagandası yürütüyorlar.

Oysa savcı Doğan devletin asıl sahiplerine de çok zor sorular sormuş, onlar da tıpkı Cemaat görevlileri gibi ikna edici olmayan cevaplar vermişlerdi.

Ben, ilk yazıda söylediğim gibi, 2014’te Al Jazeera Türk’te kaleme aldığım bir dizi yazıyı hatırlayarak ve hatırlatarak, her iki kanadın da gelmekte olan ve bildikleri cinayeti nasıl seyrettiklerini göstermeye çalışacağım.

Bugün (ve bu yazının uzunluğuna göre belki pazartesi de) Cemaat’in devlet içindeki görevlilerinin; sonraki günlerde de devletin asıl sahiplerinin savcı Yusuf Hakkı Doğan karşısında nasıl terlediklerini (ve fakat neticede neticede sadece bir kanadın cezalandırılıp öbür kanadın paçayı kurtardığını) ele alacağım. (Sonucun neden böyle tecelli ettiğinin cevabını merak edenlere şu başlangıç bilgisi yardımcı olabilir: Savcı Yusuf Hakkı Doğan, devlet görevlilerinin ifadelerinin tamamını alamadan Yargıtay üyeliğine seçildi ve kamu görevlileri ile ilgili soruşturmadan çekildi.)

Ramazan Akyürek

Sözünü ettiğim yazılarda (Al Jazeera Türk, 2014, Aralık), savcı Yusuf Hakkı Doğan’ın “esas sorumluluk doğuran belge” dediği, cinayetten bir yıl önce Trabzon’da hazırlanan istihbarat raporuna dair soruları odağa almıştım, şimdi de öyle yapacağım (zaten savcı da öyle yapmıştı).

Yani sadece savcının Bu ‘F4’ raporundan yola çıkarak cinayetin öncesinde görev yapan istihbarat yetkililerine yönelttiği soruları ve şüphelilerin bu sorulara verdikleri cevapları ele alacağım.

Raporun içeriği: Söz konusu rapor, cinayetin işlenmesinden (19 Ocak 2007) yaklaşık bir yıl önce 15 Şubat 2006’da Trabzon Emniyeti’nde istihbarat elemanı olarak çalışan polis memuru Muhittin Zenit tarafından Trabzon İstihbarat Şube Müdürü (savcı Doğan’ın devlet görevlileri soruşturmasını yürüttüğü 2014’te Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM) İstihbarat Dairesi Başkanı) Engin Dinç’e sunulmuştu. Savcı Yusuf Hakkı Doğan, “esas sorumluluk doğuran belge” dediği raporla ilgili soruyu şöyle ifade ediyordu (bu soruyu bütün şüphelilere soruyordu):

“Soruldu: Trabzon’da Muhittin Zenit tarafından düzenlenen F4 raporunun birinci paragrafında Dink’e karşı büyük bir eylemde bulunulacağı söyleniyor… İkinci paragrafta Dink’in öldürüleceği yazılı… Üçüncü paragrafta eylemciler(in) eyleme giderken baz istasyonlarının takibine takılmamak için cep telefonlarını yanlarında götürmeyecekleri, köyde bırakacakları (belirtiliyor)… Dördüncü paragrafta silahı köyden temin edecekleri (yazılı)… Beşinci paragrafta raporu düzenleyen memurun değerlendirmesi var, ‘bu kişiler kafaya koydukları eylemi yaparlar, bu haberin önemsenmesi gerekiyor’ deniyor.”

Savcı Doğan bu özeti ilk olarak, raporun yazıldığı tarihte Trabzon Emniyet Müdürü (yani polis memuru Muhittin Zenit’in hazırladığı raporu sunduğu Trabzon İstihbarat Müdürü Engin Dinç’in âmiri), cinayetin işlendiği tarihte ise EGM İstihbarat Daire Başkanı olan Ramazan Akyürek’i sorgularken yapıyor ve ardından şu soruyu soruyor: “Bu rapor size sunuldu mu?”

Akyürek’in cevabı:

“Bu rapor bana sunuldu. Esasında birinci paragrafta yer alan ses getirici eylem ve son paragrafta bu kişiler kafaya koydukları eylemi yaparlar şeklindeki bilginin İstanbul’a aktarıldığı açıktır.”

Bu savunmanın mefhum-ı muhalifinden çıkartılacak sonuç belli: İstanbul’a aktarılan istihbaratta Hrant Dink’in öldürüleceği bilgisi aktarılmamış.

‘Öldürüleceği bilgisi neden aktarılmadı?’

Savcı soruyor; “Neden öldürüleceği bilgisi aktarılmadı?”

Akyürek’in cevabı:

“Ben esasen bu detayları hatırlamıyorum. Hrant Dink’e yapılacak eylem ile ilgili olarak o dönemde istihbarat müdürü olan Engin Dinç yazıdan ayrıca İstanbul istihbarat şube müdürlüğü ile konunun paylaşıldığını söyledi. Biz o yazıda Hrant Dink’in öldürüleceği kelimesi üzerinde durmadık, zaten ses getirecek bir eylem denildiğinde aynı şeyi anladık.”

Savcı, “öldürmek” fiilinin açıkça telaffuz edildiği bir rapor aktarılırken neden bu fiilin kullanılmasından imtina edilip, onun yerine “ciddi bir eylem” ifadesinin konduğu sorusuna verilen bu cevaptan tatmin olmamış olacak ki, sorgunun sonunda rapora yeniden dönüyor ve oradaki kuvvetli ifadelerden birini daha hatırlatıyor:

“İstanbul Emniyetine gönderilen 17/02/2006 tarihli yazıda ‘Hrant DİNK’e yönelik ses getirecek bir eylem yapılacağı’ yazılı idi, oysa ki istihbarat daire başkanlığına gönderilen 15/02/2006 tarih ve 09 sayılı F4 raporu içeriğinde ‘Yasin HAYAL ne pahasına olursa olsun Hrant DİNK’i öldürecek’ ibaresi açı açık yazıyordu.”

Bir kez daha aynı soruyla karşılaşınca, Akyürek’in cevabı şöyle oluyor:

“Bu soruya en sağlıklı cevabı o dönemde Trabzon İstihbarat Şube Müdürü olan ve bu dönemde de İstihbarat Daire Başkanı olan Engin DİNÇ verebilir.”

Dinç’in bildiklerini Akyürek de biliyordu

Burada birkaç soru öne çıkıyor…

Birincisi: Akyürek’in bu soruya kendisinin değil Engin Dinç’in “sağlıklı” bir cevap verebileceği yönündeki cevabı, sadece Akyürek’in, Dinç’in bilip de kendisinin bilmediği bazı bilgiler söz konusuysa geçerli olabilir. Daha somut olarak söylersek, şayet Akyürek sadece orijinal rapordan derlenerek İstanbul’a gönderilen bilgi notunu (yani Hrant Dink’in öldürüleceğinin net biçimde belirtilmediği bilgi notunu) görmüş olsaydı cevabı anlamlı olabilirdi. Oysa soruyla ilk karşılaştığında verdiği cevaplardan anlıyoruz ki, sadece İstanbul’a giden bilgi notunu değil, Dink’in öldürüleceğinin açık açık yazıldığı orijinali raporu da okumuştur.

İkincisi: Akyürek’in “bu zaten böyle anlaşılır”, “ciddi eylem deyince öldürmek anlaşılır” savunması ikna edici mi? Gerçekten öyle mi anlaşılır? Bunu okuyanların (yani İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü yetkililerinin) bu ifadeden mesela Dink’e karşı öldürme kastı taşımayan fakat “haddini bildirme”ye yönelik herhangi bir “ciddi eylem” anlamı çıkartmaları ihtimali yok mudur? Mesela bir yerde kıstırıp darp etmek gibi?

Üçüncüsü: Ramazan Akyürek, ifadesinin başka bir yerinde İstanbul polisinin Dink’e koruma sağlamamasını yanlış bulup eleştirirken, bir yandan da bunda bir kasıt görmediğini söylüyor ve İstanbul polisindeki bu tarz durumlara ilişkin “kanıksama”ya dikkat çekiyor:

“Ben bu cinayetin işlenmesinde ilgililerin kastı olduğunu düşünmüyorum, yerel makamların bu konuda sahip olduğu bilgileri kanıksamış olduklarını düşünüyorum.”

Bu ifadeden de üçüncü soru çıkıyor: Polisteki bu genel “kanıksama” havasının farkında olan bir emniyet müdürü nasıl olur da “öldürme” fiilini “ciddi bir eylem” olarak tercüme edip (tahrif edip) uyarının etkisini azaltır?

Ve bu fasıldan son soru: Acaba İstanbul’a gönderilen raporda “öldürme” sözcüğü telaffuz edilmiş olsaydı İstanbul Emniyeti Dink’i koruma yönünde daha farklı bir usül izler miydi? Bu sorunun cevabı “evet”se, raporda “öldürme” yerine “ciddi bir eylem” ibaresinin tercih edilmesindeki sorun daha da ciddi bir hal alır.

Nitekim Trabzon İstihbarat Müdürlüğü’nden kendisine “Dink’e karşı ciddi bir eylem gerçekleştirilecek” bilgisi gelen İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler, savcı Yusuf Hakkı Doğan’a verdiği ifadede savunmasını bu nokta etrafında oluşturacak, “öldürme” fiili telaffuz edilseydi davranış biçimlerinin farklı olacağını belirtecekti.

Ahmet İlhan Güler’in, kendisine gelen bilgi notunda Hrant Dink’in öldürüleceği yazılı olsaydı davranış biçimlerinin farklı olacağı ve Dink’i kesinlikle korumaya alacakları yönündeki ifadesi önemli… Fakat bu çerçevede onu da zorlu sorular bekliyordu. (Fakat onu sonraya, Cemaat dışı devlet görevlilerinin savcı Doğan’ın sorularına verdikleri cevaplar bölümüne bırakıyoruz).

Pazartesi: Ali Fuat Yılmazer ve Akyürek-Yılmazer tandemi.


Serbestiyet

Yorumlar kapatıldı.