İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Sinemadan tanıdığımız BEN-HUR’un romanı Türkçede

***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***
ABD’li yazar Lew Wallace’ın üç kez beyaz perdeye aktarılan klasiği ‘BEN-HUR: A Tale of Christ’ ilk kez tam metin halinde Türkçeye çevrilerek Elips Kitap tarafından okuyucuya sunuldu. Çevirinin editörlüğünü yapan Mehmet Akif Koç, romanın bilinmeyen yönlerini KARAR okurları için kaleme aldı.

MEHMET AKİF KOÇ | KARAR

Şubat ayının son günlerinde heyecan verici bir eser Türkçeye çevrilerek yayınlandı. ABD’li yazar Lew Wallace’ın 1880 yılında neşredilen, üç sefer beyaz perdeye aktarılan ve Batı’da artık klasikleşen romanı “BEN-HUR: A Tale of Christ” çok uzun bir aradan sonra Türkçeye çevrildi ve Elips Kitap tarafından okuyucuya sunuldu.

Hz. İsa üzerine bilhassa İngilizce literatürde çok ciddi bir akademik ve edebi literatür olmasına rağmen, aynı zenginliğin Türkçede bulunduğunu söylemek imkansızdır. Her ne kadar son dönemde artan miktarda telif ve tercüme akademik yayınlar ortaya çıksa da edebi düzlemde “İsa romanı”olarak tavsif olunabilecek iyi bir kurgusal eser bulmak neredeyse imkansızdır. Bu noktada, Wallace’ın BEN-HUR’u Batılı Hristiyan okuyucu için olduğu kadar, Türk okuyucu açısından da doyurucu ve ilgi çekici bir “yolculuk” sunmaktadır.

BEN-HUR’un bu yeni baskısı vasıtasıyla, aynı zamanda bu çevirinin yayın editörü sıfatıyla, yazar ve esere dair birkaç mülahazamı paylaşmaktan mutluluk duyacağım.

İLGİ ÇEKİCİ BİR YAZAR PORTRESİ

1827’de Indiana’da varlıklı bir ailede dünyaya gelen Lewis Wallace’ın babası David Wallace, Indiana valiliği ve ABD Kongre üyeliği yapmış bir devlet adamıydı. Gençliğinde bir gazete için muhabirlik de yapan Lewis Wallace hukuk eğitimi aldı. 1846’da Meksika-ABD Savaşı için silah altına alındı, bir yıl sonra memleketine döndü ve önce avukat olarak çalıştı, şair Susan Elston ile tanışıp evlendi. Ardından bir milis şirketi kurup yönetti, 1861’de ABD’nin güney eyaletleri federal birliğe karşı isyan edince, yönetim tarafından yardıma çağrılan güçlerden biri de Wallace’ın şirketi oldu.

İç savaş Wallace için farklı fırsatlar doğurdu; savaş sırasındaki gayret ve fedakarlıklarıyla federal güçler içerisinde sivrildi, generallik ve2 kolordu komutanlığına yükseldi. Başkent Washington’ın isyancı güçler tarafından ele geçirilmekten kurtarılması sürecindeki kilit rolüyle de tanınır oldu. Savaş sonrası Abraham Lincoln suikastına karışan suikastçıların yargılandığı mahkemede yargıç olarak görev aldı. Bir dönem Meksika’da paralı askeri birlik kurup yönetti, ardından ABD’ye dönüp başarısız bir Kongre üyeliği seçim süreci yaşadı. Bu dönemde roman yazmaya başladı. İlk romanı, Meksika Savaşı deneyimlerinin şekillendirdiği The Fair God [Adil Tanrı] isimli bir serüvendi ve 1873’te yayınlandı.

1878’de New Mexico bölgesi valiliğine atandı. Bu dönemde bölgedeki güvenlik şartları ve coğrafi zorlukların Wallace’ın BEN-HUR ve diğer romanlarındaki tasvir ve anlatıları etkilediği kaydedilir. 1881 yılına kadar valilik görevinde bulundu.

Wallace’ın hayat hikayesinde Türk okuyucu açısından en dikkat çekici gelebilecek ayrıntı ise 9 Mayıs 1881’de Osmanlı Devleti nezdinde ABD Elçisi olarak İstanbul’a atanmasıdır. Wallace bu görevindeyken, dönemin padişahı II. Abdülhamid’le kişisel dostluk tesis etmiş, hatta Britanya’nın Mısır üzerinde hakimiyet kurma girişimlerinde bulunduğu bu dönemde, Sultan ile İstanbul’daki İngiliz Sefiri Lord Dufferin arasında -her ne kadar başarısız da olsa- aracılık ifa etmiştir.

Wallace Elçilik görevindeyken, İstanbul ve çevresinin yanısıra, Kudüs dolaylarına da seyahatler gerçekleştirdi. BEN-HUR romanının geçtiği bu bölgedeki gözlemlerine ilaveten, 1893’te kaleme alacağı The Prince of India [Hindistan Prensi] romanını yazarken bu gözlemlerinden de istifade etti.

Bu esnada 1880’de basılan BEN-HUR romanının telif ücretleri Wallace’ı maddi açıdan oldukça rahatlatmış, kitap baskılarının yanısıra, Manhattan ve Londra başta olmak üzere tiyatrolarda sergilenmeye de başlamıştı. 1890’larda Indiana’daki evlerine geri dönen Wallace, 1905 yılındaki sessiz sedasız ölümüne kadar, yazı çalışmalarıyla meşgul oldu. Son kitabı olan Lew Wallace: An Autobiography [Yaşam Öyküsü] 1906’da basıldı.

BEN-HUR ROMANININ YAZILIŞ ÖYKÜSÜ

Lew Wallace’ın tartışmasız en güçlü eseri olan BEN-HUR, aynı zamanda 19. yüzyıl Amerikan edebiyatının ve Hristiyan romanının da en önemli eserleri arasında yer alır. 1873 tarihli The Fair God’ın ardından yazarın ikinci romanı olan BEN-HUR, Walllace’ı bir yazar olarak ortaya çıkaran çalışmasıdır. Wallace, Indiana’daki dinlenme döneminde başladığı bu romanı, 1878-1881 yılları arasında vali olarak görev yaptığı New Mexico’da tamamladı; kitap, Harper and Brothers Yayınevi tarafından 12 Kasım 1880 tarihinde basıldı.

Wallace bu romanı yazmadan önce Kudüs ve çevresinde hiç bulunmuş değildi [romanın yayınının ardından, İstanbul’da elçiyken birkaç yıl sonra Kudüs’e gidecektir]. Bu nedenle romana hazırlık yapmak için, Washington’daki Kongre Kütüphanesi’nde yer alan birkaç coğrafya ve topografya kitabını temin ederek, Kudüs ve mücavir coğrafyayı incelemişti. Ayrıca yıllar süren okumaları esnasında hem Eski hem Yeni Ahit’e ve Apokrif’e aşinalık kesbetmişti. Bir görüşe göre, romanda kullandığı ayrıntılardan yola çıkılarak, sözkonusu dönemde yayınlanmış olan şu eserleri elinin altında hazır tutmuş olabileceği yorumları yapılır: Tacitus’un Yıllıklar’ı, Edward Gibbon’un Roma İmparatorluğu’nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi, G.J. Whyte-Melville’in 1867 tarihli romanı Gladyatörler: Bir Roma ve Yahudiye Hikayesi. Keza bir general olarak savaş meydanlarını iyi bilen Wallace, ölçekli topografya haritalarından ve savaş tasvirlerinde kendi kişisel deneyimlerinden de bol miktarda faydalanmıştır. Keza William Smith’in Yunan ve Roma Eski Eserleri Sözlüğü’nün (1848) de romandaki canlı ayrıntıları somutlaştırmak için kullanıldığı, ayrıca Wallace’ın 19. yüzyılda yapılmış arkeolojik keşifleri de yakından takip edip romanında kullandığı kaydedilir.

BEN-HUR tek başına Wallace’a “yazar” unvanını kazandıran ve kendisini geniş kitlelere tanıtan bir romandır” denilse, yazara da kitaba da haksızlık edilmiş olmaz. İlk başta kitap beklenen ilgiyi görmediyse de [basımından itibaren ilk 7 ayda sadece 2800 kopya satılmıştı], yavaş yavaş popüler oldu ve dünya çapında tanınmaya başladı. 1886’da yazarına (günümüz kuruyla) 300.000 dolar civarında yıllık gelir kazandırmaktaydı. 1889 yılına gelindiğinde yayıncısı 400 bin kopya satmıştı ve çeşitli yabancı dillere çevrilmeye başlanmıştı bile. 1900 yılına gelmeden, yani yaklaşık 20 yıl içinde, sadece İngilizcede otuz altı baskı yaptı. 1960’lara gelindiğinde İngilizce baskılarının sayısı 60’ı bulmuştu; bunda kilise okulları ve hayır işleri için bir gereklilik veya teşvik edici ödül gibi görülmesinin de rolü vardı. Sonraki yıllarda Hırvatça, İzlandaca, İbranice, Galce, Slovence gibi daha az kullanılan dillere dahi çevrilmesine rağmen; Arapça, Farsça, Türkçe gibi İslam dünyasının temel dillerine çevrilmemiş olması düşündürücüdür.

TİYATRO VE SİNEMADA BEN-HUR

Romanı okuyanlar, eserin geneline hakim olan sinematografik kurguyu ve çarpıcı ayrıntıları hemen fark edeceklerdir. Nitekim bu durum yapımcıların da gözünden kaçmadı, Wallace’ın henüz sağlığında büyük başarı kazanan romanın sahne uyarlamalarını da beraberinde getirdi. İnançlı bir Hristiyan olan Wallace, İsa’nın sahnede temsilinin imkansız olduğunu gerekçe göstererek, bu talepleri her seferinde reddetti ve yapımcıları geri çevirdi [nitekim bu hususta 19. yüzyıldaki hukuki mevzuat da bir dereceye kadar engel teşkil etmiştir]. Wallace İstanbul görevini bitirip ABD’ye döndükten sonra 1890’larda, İsa’nın bir şahıs değil de mavi bir spot ışığıyla sahnede temsil edilebileceği hususunda ikna edilince, eserin sahne temsiline izin verdi. 1899’da Manhattan Broadway Tiyatrosu’nda ilk temsil icra edildi, 1902’de Londra’nın Drury Lane Tiyatrosu’nda da oyun sahnelendi.

BEN-HUR’un görsel temsilinde en büyük dönüm noktası ise beyaz perdeye aktarılmasıyla gerçekleşti ve dünya çapında tanınan bir eser haline geldi. İlk olarak 1907-08 yıllarında, Kalem Company tarafından romanın 16 bölümlük bir sinema uyarlaması yapıldı, ancak telif hakları konusunda Wallace ve drama yapımcılarıyla şirket arasında sorunlar yaşandı. 1925 yılında sessiz olarak beyaz perdeye aktarıldı; bazı eleştirmenler romanın en iyi uyarlaması olarak [sonraki Oscar’lı versiyonları değil de] bu 1925 versiyonunu göstermektedir.

Ardından çok konuşulan ve BEN-HUR’u küresel ölçekte bir kon haline getiren bol ödüllü ve yüksek maliyetli iki ayrı versiyon geldi. 1959’da çekilen ve 2016’da yeniden uyarlanan film, 11 dalda aldığı Oscar ödülleriyle, aslında bir anlamda romanın ve Wallace’ın da önüne geçmiş oldu. Haluk Bilginer’in de rol aldığı [iki kardeşin büyüdüğü evin hizmetkarı Simonides rolünde] ve Kazak yönetmen Timur Bekmambetov’un yönettiği 2016 versiyonu, özellikle etkileyici aksiyon ve savaş arabası yarışları sahneleriyle, romanın modern dönemde tanınırlığına ve popüler kültüre aktarımına büyük katkıda bulundu.

GENEL DOKU

Ben-Hur her ne kadar “A Tale of Christ / Bir İsa Hikayesi” alt başlığıyla anılsa ve “İsa Romanı” olarak bilinse de kitabın ana karakteri İsa’nın kendisi değil. Romanın ana karakteri –Wallace’ın İsa’ya olan saygısının ve projeksiyonu direkt bu büyük zatın üzerine tutmak istememesi hassasiyetinin de bir sonucu olarak- Kudüs’te yaşayan varlıklı bir prens olan Judah Ben-Hur’dur. Dönem, Roma İmparatorluğu’nun Kudüs ve Yahudiye’yi zapturapt altına almak için askeri baskı ve tarassut rejimi uyguladığı, Yahudilerin üst tabakasının da işgalci Roma idaresiyle işbirliği yaptığı yıllardır. Ben-Hur’un çocukluk arkadaşı olan Messala ise zaman içinde aldığı askeri eğitimle bir Roma işbirlikçisine dönüşmüş, Romalı bir komutan olarak Kudüs’e geri dönmüştür.

Messala’nın ihanetine uğrayan Ben-Hur, sadece toplumsal mevki ve şerefini değil tüm servetini, ailesini ve sevdiği kadını kaybederek bir kadırgada zincirli halde esarete mahkûm edilir. Ardından bir şekilde bu esaretten kurtulur ve Roma idaresine karşı adım adım inşa edilen bir kıyam hareketinin içinde kendini bulur. Tam da bu kıyam hareketinin ortasında İsa’nın peygamberliği, Ben-Hur’un hikayesine paralel bir şekilde gelişir ve sonlara doğru Wallace her iki öyküyü ustaca birbirine bağlar. Ve romanın finalinde, o muhteşem çarmıh sahnesi olanca heybeti ve ihtişamıyla, edibâne bir üslupla okuyucuyu etkisi altına alır.

Romanın final sahnesine gelirken, yazar, Ben-Hur’u, Romalı askerlerce yakalanmış ve idam edileceği tepeye götürülen İsa’nın yanına yaklaştırır ve adeta yakarış halindeki şu sözler Ben-Hur’un dilinden peygamberine hitaben dökülür:

“-Efendim, efendim… duyuyor musun efendim? Bir şey söyle bana, tek kelime… Söyle bana… Bunlarla kendi rızanla mı gidiyorsun? Ey efendim! Ben senin dostun ve hayranınım. Söyle bana yalvarırım, eğer gidip yardım getirsem kabul eder misin?”

Halbuki Nasıralı [İsa] ne başını kaldırmış ne de yardımı kabul ettiğine dair bir işaret yapmıştı. Bu kabullenmişlik ve tevekkül içinde, sırtında taşımak zorunda bırakıldığı çarmıhla incinmişlik, hüzün ve keder dolu olarak, hakaretler arasında Golgota Tepesi’ni ağır ağır tırmanır…

Tarihi anlatıya uygun olarak, İsa çarmıha gerilir, zahiren Hristiyanlık yenilmiş gibidir. Halbuki Wallace, bir yazar yaratıcılığıyla Antakya ve Kudüs’teki geleneği Roma’ya bağlar ve Ben-Hur’un gayretlerini, Roma’da eziyet gören dindaşlarının kurtarılması için yapılan büyük maddi bağışlarla onurlandırır. Hristiyanlığın peygamberi artık bu dünyada değildir, ama onu çarmıha gerenlerin kalesinde, Roma’da, Hristiyanlık gürül gürül çağlayacak, kaleyi içeriden fethedecektir. Ve bunda Ben-Hur’un da bir rolü olacak, Kudüs’teki kıyam neticesiz ve semeresiz kalmayacaktır.

Son söz olarak; hem romanı okuyan hem de bu filmleri izleyenlerin ortak kanaati, romanın her iki filmden de çok daha zengin ve ilginç olduğu yönündedir. Mart ayı, BEN-HUR’u ve onun şahsında İsa’yı ve kutlu mücadelesini yeniden keşfetme vakti olabilir. Bu vesileyle, BEN-HUR’u tamamlayıcı mahiyette, İsa’nın tarihsel ve dini kimliğini daha yakından tanımak açısından, son yıllarda yayınlanan ve birbirine zıt iki tezi işleyen, iki ilginç kitabı da okuyucuya önermiş olayım: Mustafa Akyol’un “Meryemoğlu İsa: Yahudilerin Mesih’i, İslam’ın Peygamberi” (2018) ve Reza Aslan’ın “Zelot: Nasıralı İsa’nın Hayatı ve Dönemi” (2013) başlıklı iki dikkat çekici çalışma.


https://www.karar.com/sinemadan-tanidigimiz-ben-hurun-romani-turkcede-1609744

Yorumlar kapatıldı.