***HyeTert, bu kaynağın ve/veya içeriğin yanlış ve/veya yanıltıcı bilgiler içerdiği/yaydığı kanısındadır. Metni paylaşmadan önce bu uyarıları göz önüne alarak, içeriği ve/veya kaynağı güvenilir kaynaklardan kontrol ediniz.***
|
Üzerinden uzun yıllar geçse de değerini, önemini ve geçerliliğini kaybetmeyen, aksine her geçen gün önemi artan Moskova Antlaşması’nın 100. yılında bölgede yaşanan gelişmeler, bizlere bir kez daha bu antlaşmanın hayati önemini gösterdi.
Doç. Dr. Yıldız Deveci Bozkuş Osmanlı İmparatorluğu’nun duraklama ve gerileme dönemlerine damgasını vuran 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması Osmanlı devletinin Rusya ile ilişkilerinde kilit bir rol oynamıştı. Kökenleri XV. yüzyıla dayanan Türk-Rus ilişkileri 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan itibaren farklı bir yöne evrilmeye başlamıştı. Bu antlaşma ile Rusya Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan farklı etnik ve dini gruplar aracılığıyla devletin içişlerine müdahale etmeye başlamış, böylece hem Osmanlı-Rus ilişkilerini hem de günümüzde Kafkasya bölgesi bağlamında Türk-Rus ilişkilerinin seyrini dahi önemli oranda etkilemiştir. Küçük Kaynarca Antlaşması Osmanlı devletini birçok açıdan olumsuz etkileyen bir antlaşma oldu. Özellikle Rusların Ortodokslar başta olmak üzere farklı etnik gruplara yönelik hamilik rolü, kapitülasyonlar, Karadeniz’deki Türk egemenliğinin son bulması gibi konularda Ruslara verilen imtiyazlar, bu yüzyılda imparatorluğu ciddi anlamda olumsuz etkiledi. Antlaşma ile Rusya’nın İstanbul’da daimî bir büyükelçi bulundurması mümkün hale geldi ve Osmanlı Kırım’ın bağımsızlığının kabul etti. Moskova Antlaşması hem Türkiye-Kafkasya ilişkileri açısından hem de Türkiye’nin kuzeydoğu sınırlarının bu antlaşma ile güvence altına alınmış olması açısından önemli. Kurtuluş Savaşı sürecinde, İngiliz ve Fransızların bölgede Türk-Sovyet yakınlaşmasından rahatsız olduğu bir ortamda, iki taraf arasında böyle bir antlaşmanın imzalanmış olması, emperyalizm karşısında ortak bir tavır sergilenmesi açısından da dikkat çekicidir. 100. yıldönümünde bu antlaşmaya dönemin koşulları gözüyle bakıldığında, Sovyetler ile ilişkiler açısından yardım konusunun ön plana çıktığı söylenebilir. Bilindiği üzere Millî Mücadele’nin kazanılmasında iç kaynaklar kadar dış kaynakların da büyük bir önemi olmuştur. Dış kaynaklar arasında Fransızların, Hint Müslümanlarının, Azerbaycan ve Kıbrıs Türklerinin yanı sıra Sovyetler Birliği’nden gelen para, silah ve mühimmat desteğinin de sürecin başarıya ulaşmasında kilit bir rolü olmuştur. Özellikle 1921 ve 1922 yılları arasında parçalar halinde gelen yardımların toplamının 11 milyon altın rubleyi bulduğu bilinmekte. Bu nedenle Millî Mücadele döneminde SSCB ile ilişkiler komünizme rağmen 1921 Moskova ve 1925 Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşmaları çerçevesinde pozitif bir iklim içinde devam etmiştir. Sonrasında, özellikle 1932 yılında Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne girdiği zamanlarda dahi, bu durumun dostluk ilişkilerini etkilemeyeceğine dair SSCB’ye güvence verilmiştir. Bu süreçte izlenen politikaların üstünde, Atatürk’ün dış politikadaki “Yurtta sulh, cihanda sulh” prensibinin belirgin bir etkisinin olduğunu söylemek mümkün. Moskova Antlaşması’nın Türkiye-Güney Kafkasya ilişkileri açısından önemi Moskova Antlaşması ve ardından imzalanan Kars antlaşmaları kendilerinden önceki Sevr ve Gümrü antlaşmalarından farklı bir özelliğe sahipler. Türkiye-Ermenistan arasında imzalanan Gümrü Antlaşması ve Ermeniler açısından ciddi kazanımların yer aldığı Sevr Antlaşmasının günümüzde hukuki açıdan herhangi bir geçerliliği yoktur. Buna karşın Moskova ve Kars Antlaşmalarının bugün 100. yılında hukuki olarak halen yürürlükte olması son derece önemli. Bu konuda Ermenistan’da bazı kesimlerin Moskova Antlaşması’nın geçerli olmadığı veya yüzüncü yılında bu antlaşmanın iptali konusunda bazı kampanyalar düzenlendiği de görülüyor. Bu konu aslında günümüzde sadece Ermenistan tarafından değil, Sovyetler döneminde de sıkça dillendirilen bir husus olmuştur. Özellikle Sovyet dışişlerinin bu hususları dile getirdiği ve 1921 Moskova Antlaşması’nın Sovyetler Birliği’nin zayıf olduğu bir zamanda yapıldığı ve bu durumun düzeltilmesi gerektiği yönünde bazı ifadeler kullandığı da biliniyor. Türkiye-Ermenistan sınırının bugünkü şeklini almasında 100 yıl önce imzalanmış olan antlaşmaların hukuki açıdan büyük bir önemi var. Bu yönüyle Moskova antlaşması 100 yıl önce imzalanmış olsa da günümüzde halen Türkiye-Ermenistan arasındaki sınırla ilgili en net ve kesin hukuki belge olma özelliğini taşıyor. Antlaşmanın içeriğinde neler var? Antlaşmanın ilk maddesiyle Türkiye’nin kuzeydoğu sınırı katiyet kazanmıştır. Bu maddeye göre Sovyetler Türkiye’ye zorla kabul ettirilmek istenen Sevr Antlaşması’nı reddetmiş ve yeni Türkiye’nin Misak-ı Millî sınırlarını kabul etmiştir. Fakat yine de bu madde aracılığıyla TBMM hükümeti belli konularda da olsa bazı tavizler vermek zorunda kalmış, stratejik öneme sahip Batum bu antlaşma ile Gürcistan’a bırakılmıştır. Bu konu dönemin koşulları göz önünde bulundurulduğunda makul karşılanabilir. Bu madde ayrıca bugünkü Türk-Sovyet sınırını da belirlemiş olması açısından önemlidir. Moskova Antlaşması Türkiye-Ermenistan arasında sınırın belirlenmesinin yanı sıra askeri sorunların da sona erdiğini gösteren bir antlaşma olması açısından önemli. Nitekim Moskova Antlaşması’nın ardından imzalanan Kars ve nihayetindeki Lozan Barış Antlaşmaları da sorunu hukuki olarak tam bir çözüme kavuşturan uluslararası antlaşmalardır. Bu nedenle Moskova Antlaşması’nı bir bakıma Lozan’a giden sürecin öncü adımları kapsamında gerçek bir barış antlaşması olarak değerlendirmek mümkün. Moskova Antlaşmasının ikinci maddesi ise Batum bölgesiyle ilgili olup iki alt başlıktan oluşmaktadır. Birinci alt başlığa göre, buradaki yerel halk kültürel ve dinî haklarını koruyarak istedikleri şekilde tarım topraklarıyla ilgili kanunlar çıkarma özerkliğine sahip olacaklardır. İkinci alt başlığa göre ise Batum limanı belli şartlar çerçevesinde, özellikle de serbest dolaşım hakkı itibariyle, Türkiye’nin hizmetinden yararlanması koşuluyla Gürcistan’a bırakılmıştır. Bu madde ile Türkiye’nin Batum üzerindeki haklarından vazgeçmesi Moskova Antlaşması kapsamındaki tek taviz olarak değerlendirilmektedir. Bu antlaşma ile ortaya çıkan bir diğer önemli husus ise tarihsel süreçte daima Ermenistan yanlısı bir politika izleyen Rusya’nın bu antlaşmanın imzalanması sırasında izlemiş olduğu politikadır. Antlaşmanın imzalanması sırasında Rusya’nın sınırla ilgili konularda Azerbaycan’ı destekleyen bir tutum izlemiş olması ve Nahçıvan’ın Azerbaycan’a verilmesine destek olması önemli. Antlaşmanın üçüncü maddesine göre ise Rusya bu antlaşma ile Nahçıvan’ın Azerbaycan’ın koruyuculuğunda özerk bir bölge olmasını resmen kabul etti. Bu antlaşma öncelikle Türkiye’nin, Misak-ı Millîi’nin ve TBMM’nin dışarıda ilk kez tanınması açısından büyük bir öneme sahip. Bu sürece gidilen yolda cephelerde, özellikle de güneyde, doğuda ve batıda elde edilen zaferlerin ciddi bir etkisi olmuştur. Ayrıca Sovyetlerin izlediği bu politikada, komünist ideolojinin uluslararası alanda müttefik arayışlarının da önemli bir rolü olmuştur. Antlaşmanın dördüncü maddesinde taraflar arasında bir yakınlaşmanın ön plana çıktığı, fakat bu yakınlaşmanın ideolojik bir yakınlaşmadan ziyade emperyalizme karşı ortak bir duruş olduğu beyan edilmiştir. Antlaşmanın beşinci maddesinde ise Karadeniz ve boğazlar meselesine yer verilmiştir. Karadeniz ve boğazlar rejimiyle ilgili konuların daha sonra Karadeniz’e kıyısı olan diğer devletlerin de yer alacağı bir konferansta görüşülmesi ve Türkiye’nin egemenlik ve güvenlik haklarına zarar gelmeyecek şekilde hareket edilmesi kararlaştırılmıştır. Altıncı madde ile taraflar arasında daha önce yapılmış olan antlaşmaların geçersiz sayılacağı ve Türkiye’nin bu eski antlaşmalar kapsamında herhangi bir maddi yükümlülüğünün olamayacağı kabul edilmiştir. Antlaşmanın diğer maddeleri Sonuç olarak, Moskova Antlaşması Güney Kafkasya’nın Sovyetleştirilmesiyle birlikte bu bölgede yeniden Rus etkisinin görülmeye başlandığı bir dönemde imzalanmış, diplomasi ve dayanışma açısından önemli bir antlaşmadır. Kurtuluş Savaşı sürecinde, İngiliz ve Fransızların bölgede Türk-Sovyet yakınlaşmasından rahatsız olduğu bir ortamda, iki taraf arasında böyle bir antlaşmanın imzalanmış olması, emperyalizm karşısında ortak bir tavır sergilenmesi açısından da dikkat çekicidir. Antlaşmaya günümüz penceresinden bakıldığında, aslında her iki taraf için de dayanışma, dostluk ve işbirliği konularında 100 yıl önce atılmış olan bu adımın, bugün dahi ilişkilerin seyrinde belirleyici bir güce sahip olduğu söylenebilir. Bu antlaşmaya son dönemlerde Güney Kafkasya’da yaşananlar ve özellikle de Türkiye-Ermenistan ilişkileri açısından bakıldığında, Türkiye-Ermenistan sınırlarının ve iki ülke arasındaki sorunların 100 yıl önce bu antlaşma ile hukuki bir çözüme kavuşturulduğu da görülüyor. Buna karşın günümüzde Ermenistan’da halen Sevr ve Gümrü antlaşmalarının hayata geçirilmesi gerektiğine, 100. yılında bu antlaşmaların geçerli olduğuna dair bazı haberlerin gündeme getirilmesi bir gerilime neden oluyor. Oysa Sevr Ankara hükümetinin yani TBMM’nin kabul etmediği bir antlaşma olarak zaten ölü doğmuş bir belgedir; taraflarca onaylanmamış, bu yüzden de uygulanmamıştır. Gümrü ise Güney Kafkasya’nın Sovyetler tarafından işgali üzerine onaylanamayan ve yürürlüğe girememiş bir antlaşmadır. Buna karşın 100. yıldönümüne ulaştığımız, Türkiye ile Sovyetler arasında imzalanmış olan Moskova Antlaşması bölgesel ve küresel bir öneme sahip uluslararası bir belge olarak taraflar arasındaki önemini ve geçerliliğini halen devam ettiriyor. [Doç. Dr. Yıldız Deveci Bozkuş Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Kafkasya Çalışmaları Anabilim Dalı öğretim üyesidir] |
Yorumlar kapatıldı.