İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hangisi daha vahim?

İLHAN CİHANER

Daha önce de yazmıştım. Eminim herkes aynı tereddüttü yaşıyordur. Başta Cumhurbaşkanı ve Propaganda Başkanı olmak üzere iktidar adına konuşanlar söylediklerine sahiden inanıyorlar mı, yoksa bir kirli propaganda stratejisi gereği mi abuk iddiaları ve yorumları dile getiriyorlar?

Her halükârda durum vahim! İlki ülkeyi yönetenlerin kolektif marazi bir ruh haline işaret eder, ikincisi ise iktidarın devamı uğruna toplumsal barışı kalıcı şekilde dinamitlemeyi göze alıyorlar demektir. Hangisinin daha kötü olabileceğine siz karar verin!

Bu yaklaşım iktidar eridikçe daha saldırgan bir hal alıyor.

Daha vahimi ise iktidarın çoğu zaman propaganda için benimsediği bu yaklaşımın topluma ve özellikle hukuk pratiğine sirayet etme şekli. Bir de söz konusu olan muhaliflerin sözleri ve eylemleri olunca iş daha çığırından çıkıyor. O kadar ki, dilimizin esneklikleri, söz sanatları, şakalar hatta dil sürçmeleri kriminalleştirilip suç haline getirilebiliyor.

En güncel örnekler Pervin Buldan’ın pandemi haritası nedeniyle Uşak iline dair şakası ve gazetecilere yapılan saldırılar. ( Pervin Buldan’nın şakasına yapılan iğrenç yorumların cinsiyetçi psikolojisini Selçuk Candansayar yazmıştı).

İktidar adına konuşanların açık hakaretleri fiyakalı gerekçelerle düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilirken, söz konusu muhalifler olunca dilimizi zenginleştiren çağrışım, kinaye, abartma, örnekleme, bilmezden gelme, iğneleme, eğretileme ve benzetme gibi “edebi sanatlar” yok sayılıyor. Giderek gündelik hayat içerisindeki rutin hal ve eylemlerin, sanatsal üretimlerin dahi ne zaman bir suç iddiası olarak önünüze getirileceğini bilmez hale geliyorsunuz.

BİRÇOK ÖRNEK VAR

Oysa en azından Hrant Dink’in hedef gösterilmesine ve sonrasında katledilmesine neden olan yazısından dersler çıkarılmalıydı. Özünde diasporayı ele alıp eleştiren yazısı “Türklüğü aşağılama” suçundan mahkûmiyetine neden olmuştu. Şimdi yeniden canlandırılan Gezi Davalarındaki konuşma dökümlerine verilen anlamlar güncel örnek. Bir diğer örnek ise Kavala’nın durumu. En şüpheci yaklaşım bile Kavala dosyasının değil bu kadar uzun süreli tutukluluğu, gözaltını bile gerektirmeyeceğini görür. Fikri Sağlar’ın özünde yargı pratiğine dair bir eleştirisi karşısında kitlesel suç duyuruları ve İzmir’deki bazı camilerden “çav bella” şarkısının çalınması sonrası CHP’li Banu Özdemir’in linç edilmesi de örnek olarak gösterilebilir.

Boğaziçili öğrencilerin durumu ise tam bir “kanuna karşı hile” örneği: esasen suç oluşturmayan, başlangıçta tutuklama yasağı kapsamındaki bir suçlama sırf tutuklamayı sağlamak için “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” şekline dönüştürüldü. AİHM ve hatta AYM’den döneceği kesin olan bu suçlamaların yargıdaki bilgisizliğe ve eğitimsizliğe bağlanması mümkün değil.

YARGI PRATİĞİ KANIKSANIYOR

İktidarın sınıfsal olarak koptuğu muhafazakar/dindar kesimle yeniden bağ kurmak için çoğu dinsel ve milliyetçi argümanlar içeren bir propaganda izlediği açık. Oysa 94 ruhunu yakalayamayacakları çok açık; ne toplum o zamanın toplumu ne de AKP elitleri o zamanın insanları (İşin ilginç taraflarından birisi de iktidarla beraberken aynı kolektif marazi ruh haline ya da kirli propagandaya tabi olanların, iktidarla ayrıştıklarında birdenbire “ayılmaları”!) Vahim olan yargının iktidarın bu siyasi gündemine bu kadar sadık olması.

Ana akım muhalefetin bu kirli propagandaya teslim olması ve artık bir daha geri gelmesi mümkün olmayan “94 ruhunu” iktidar eskileriyle yakalamaya çalışması ayrı garabet. İşte Erbakan anması işte CHP’nin son yaptığı milletvekili transferi… Muhalefet “acaba bizi suçlarlar mı?” dedikçe iktidarın dili egemen dil haline geliyor. Yargı pratiği kanıksanıyor.

Oysa yapmamız gereken cesaretle değerlerimize, dilimize, kadrolarımıza gençlerimize ve geleceğimize sahip çıkmak.


BirGün Gazetesi

Yorumlar kapatıldı.