İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Cinayet cinayettir’ diyebilmek ve tartışabilmek!..

***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***
“Erkek, kadın, çocuk, büyük kimin başına gelirse gelsin cinayet cinayettir” dedi ve bu deyişini Kur’an’daki Hucurat Suresi’ne dayandırdı diye, bir haftadır, Ayasofya Camisi İmamı Mehmet Boynukalın’ı linç ediyoruz.. Özellikle de muhalifler.. Çünkü ayni İmam, daha önce de 1921 Anayasası’na dönülmesini, yani “laiklik” ilkesinin kaldırılmasını istemişti.

“Fikir özgürlüğü”nü sadece “kendi fikirlerine özgürlük” olarak kabul edenler var ülkemizdeki kutuplaşmada.. Muhalifler de, İmam’ı lanetledi ve linç ettiler hemen..

Laiklik, Anayasa’nın “Değiştirilemez” denen maddeleri arasında yer alıyor.. Ben başından beri şiddetle destekliyorum. Çünkü ben devlet işleri ile din işlerinin ayrılması gereğini, Orta Doğu’nun en ünlü ulemasından ve saygın Kur’an tefsircisi Kilis Müftüsü dedem Muharrem Efendi’den öğrendim, daha ilkokulda iken en başta.. Sonra da tam bir Atatürk milliyetçisi babam Fuat Uluç’tan..

Ama başkalarının fikirlerine saygı duymayı ve tartışmayı da öğrendim..

Bu ülkede herkesin her türlü fikri olur.

Yeter ki, sözde kalsın. Silaha, kavgaya, anarşiye dönüşmesin.

İmam Boynukalın laikliğe karşı olabilir.

Bu fikrini de kişisel olarak açıklayabilir. Değer verirsek tartışır, vermezsek okur, dinler geçeriz..

Yazımın başındaki tweet’i de öyle..

“Erkek, kadın, çocuk, büyük kimin başına gelirse gelsin cinayet cinayettir” deyişinin tümüyle haksız olduğunu söyleyebilir misiniz, günümüz Türkiye’sinde..

Sosyal medya trollerini dakika dakika takip eden, onlara göre yazı yazan ve gazete çıkaran müdürlerin egemen olduğu günümüzde..

Soruyorum o zaman..

Hasan Büyür kim?. Hüseyin Büyür kim?.

Bilmiyorsunuz değil mi?.

Hasan ve Hüseyin iki kardeş. Hüseyin 8, Hasan 4 yaşında.. Ama soyadlarına uyup büyüyemediler.. Mahallelerinde açık unutulan su dolu bir inşaat çukurunda boğulup öldüler.

Arsalar ben çıkıp oynamaya başladığım 1945 yılından beri biliyorum, çocukların oyun alanlarıdır. Hele o arsada inşaat başlamışsa..

Tahta, demir, sac ve tel parçaları, o oyuncaksız yıllarda ne oyun ve ne oyuncak yaratmak için birebirdiler. Kenar mahalle, küçük kasaba ve köylerde hâlâ öyle..

Şimdi bir daha soruyorum.

“Açık bırakılan ve içi şantiye ya da yağmur suyuyla dolan çukurlarda boğulup ölen çocuklar” haberini duyunca şaşırdınız mı?.

Ben bildim bileli çocuklar bu çukurlarda boğulur.. Ama ben bildim bileli gazetelerde “fikri takip” olmaz.

O ölümden sorumlu kim?. O çukuru kapatmadan öyle bırakıp giden kim?. Bunlar takip edildi mi?. Mahkemeye verildiler mi?.

Ceza aldılar mı?.

Hepsinin cevabı ya “Bilmiyorum” ya da “Hayır!.” Bilinse, sorumlular “öldürmeye teşebbüs”ten yargılansa, ağır cezalar alınsa ve ibret olsun diye yazılsa, böyle çocukları alıp giden ve “anneler”e evlat acısı yaşatan “ihmal cinayetleri” sürüp gider mi?

Gene soruyorum..

“Kadına şiddet, dediğimizde, onu dövmek mi daha ağır şiddettir, iki küçük çocuğunun ikisini birden öldürmek mi?.” Hasan ve Hüseyin’in anneleri bugün ne halde, bilen, gidip gören, yazan var mı?.

Üç günde unuttuk.

O zaman bir soru daha..

Hasan ve Hüseyin o ihmal çukurunda öldürülmeseler de, anneleri birisi tarafından bıçaklanıp yok edilseydi, bugüne dek kaç gazetede manşet, kaç köşede yazı olmuştu?.

Sosyal medyadaki “kadına şiddet” sıradağlarına kaçıncı zirve olmuştu?.

Bakın erkeklerden söz etmiyorum bile..

Bu ülkede her yıl kaç erkek öldürülüyor biliyor musunuz?. Bilmiyorsunuz.. Ben de bilmiyorum..

Çünkü İçişleri Bakanlığı istatistikleri yayınlamıyor, soranlara da söylemiyor.

Yok mu öyle bir şey?. O zaman açıklayın Sayın Süleyman Soylu, “2020 yılında kaç cinayet işlendi?. Kaç erkek, kaç kadın ve kaç çocuk öldürüldü?.” Rakamlar elinizin altında olmalı..

Hadi hemen açıklayın bugün, görelim, konuşalım, tartışalım..

“Cinayet cinayettir” diyen ve sözlerine Kur’an-ı Kerim’i dayanak yapan Ayasofya İmamı’nın sözlerini havada değil, elimizde gerçek rakamlar varken tartışalım..

Daha geçen hafta, bir baba küçük çocuğunu “Hz. İbrahim özentisi” ile kurban etmeye kalktı, ensesinden kesti. Bir baba “Büyürse günah işler, cehennemlik olur, ben onu günah işlemesine fırsat kalmadan doğru cennete göndermek için öldürdüm” dedi ve kıydı öz oğluna.

Yani bu medyaya yansıyan bir haftada 4 korkunç çocuğa şiddet olayı.. Ki, evlerde, okullarda daha neler oluyor, “Anneler, üvey anneler, teyzeler, öğretmenler” yani “kadına şiddet”in kurbanları, “çocuğa şiddet”te nasıl uygulayıcı olabiliyorlar, düşünen var mı?.

“İnsan” en kutsal varlıktır, bütün inançlarda..

“İnsana şiddet” dostlar!. İnsana şiddet tel’in edilmeli.. Sonra hayvanlara.. Sonra bitkilere..

Yani aslında “Güçlünün, güçsüze uyguladığı şiddet” var, kâinatta..

Yani şiddetin kökeninde “güçlü olan” var!. Evden mahalleye.. Kasabaya, kente..

Sonunda dünyaya açılın. Ülkeden ülkeye..

Güçlü olan, güçsüze şiddet uygulamıyor mu hep?.

Şimdi ikinci yazıma geçin ve “İnsanım kâfi değil mi”yi okuyun.. Ama mutlak okuyun..

***

“JE SUİS UN HOMME, CE N’EST PAS ASSEZ?”

Başlık Fransızca.. Çünkü benim değil.. Fransa’nın, hatta dünyanın en ünlü, en saygın gazetesi Le Monde, Âşık İhsani 21 Nisan 2009’da öldüğünde, ardından kaleme aldığı yazıya bu başlığı atmıştı.

Âşığın “İnsanım kâfi değil mi” adlı ünlü şiirinin adının bire bir çevirisiydi, o sözler.

İhsani, biz Ankara’da Öncü Gazetesi’ni çıkarırken (1960’lı yılların başları) sık sık ziyaretimize gelirdi, sevgilisi, sonra karısı Güllüşah ile.. Hemen de sazını çıkarır, birlikte söylemeye başlarlardı. Harika dostlardı.

5 Ocak 2016’da onları yazmıştım, o sıralar gündemde gene “İnsan” olunca.. İşte o yazı..

*

Âşık İhsani, gazeteciliğimizin ilk yıllarının sevgili bir dostuydu. Yıllardır peşinde koşup uğruna koşmalar düzdüğü sevgilisi Güllüşah’a nihayet kavuşmuş, evlenmişlerdi.. 60’ların dünyaca ünlü İlerici Âşık’ı idi.. “Dünyaca Ünlü”yü lafın gelişi söylemiyorum.

Öldüğünde, Fransızların ünlü gazetesi Le Monde (Dünya) aynen şöyle yazmıştı..

“… İhsani ile söz konusu olan başka şey. Bunu söylerken Bob Dylan’ı, Joan Baez’i, Gospels’in politik olmuş kara derili şarkılarını düşünüyorum.

Ray Charles’ın ya da Johnny Hallyday’in çığlık türküsü, Charlie Mingus’un yakarı türküsü, Bob Dylan ya da Joan Baez’in yakınma türküsü, Leo Ferre, Georges Brassens’in taşlama türküleri, İhsani sözlerindeki şiddetle karşılaştırıldıklarında adeta çekingen kalırlar. Yalnızca Vietnam Savaşı’na karşı koyan dünya ozanlarında görülen açık sözlü sertlik, İhsani şiirinin ilk göze çarpan özelliğidir. İhsani bu öfkeyi, bu sertliği halkına karşı olan her şeyi yermekte kullanıyor. Kibarlar belki bu tondan inciniyorlar ama bu akım, bu hakaret rayına oturmuştur…”

İhsani’nin mukayese edildiklerine bakar mısınız?.

İşte bu İhsani’yi bugün kaç kişi bilir, dersiniz..

Ben İhsani’yi yılbaşı öncesi bir haberi okurken hatırladım. Çaycuma Milli Eğitim Müdürü, okullara bir yazı göndermişti.. Diyordu ki:

“Milli kültürümüzle, milli ve dini değerlerimizle hiçbir ilgisi olmayan yılbaşı kutlamaları çocuklarımızın ve gençlerimizin kendi kültürümüze ve değerlerimize yabancılaşmalarına, yozlaşmaya, başka milletlerin değerlerini benimsemelerine, milli ve manevi değerlerimizden uzaklaşmalarına yol açmaktadır. Ayrıca Türk milli eğitiminin temel amaç ve hedefleri ile de bağdaşmamaktadır.

Yukarıda açıklanan gerekçeler nedeniyle, okullarımızda yılbaşı kutlaması, yeni yıl eğlencesi ve bu amaca hizmet edecek hiçbir etkinlik yapılmaması, velilerimizden ve öğrencilerimizden kutlama amacıyla herhangi bir talepte bulunulmaması, yeni yıl kutlamalarını çağrıştıracak süsleme ve semboller kullanılmaması, özellikle bu amaca yönelik eğitim öğretimin aksatılmaması, ortaokul ve liselerde öğrencilerimizin, yılbaşı kutlamanın milli ve dini bakımından sakıncaları ile ilgili bilgilendirilmesi hususunda gereğini önemle rica ederim.”

Irkları, milletleri, dinleri, inançları, mezhepleri ne olursa olsun, tüm insanları sadece insan oldukları için bir araya getiren belki de tek güne, bir Milli Eğitim Müdürü’nün devlet emriyle yasak koyması kanımı dondurdu. Kişisel fikri öyle olabilirdi müdürün.. Başkaları da var öyle düşünen.. Herkes düşüncesinde serbest.. Ama düşüncesini başkalarına zorlama ile kabul ettirme hakkı, hele Laik ve Demokratik Türkiyem’de kimsede yok.. O müdür bey, bu ülkenin Cumhurbaşkanı’nın, Hıristiyan vatandaşların Noel, Yahudi vatandaşların Hanuka bayramlarını kutladığından haberdar değil mi?.

Her gün bölünen, kamplara ayrılan bir dünya, bir bölge, bir ülkede yaşarken, sadece “İnsan” olduğumuz için bizi birleştiren tek günü yasaklamaya kalkan o durumdan vazife çıkarma meraklısı müdür işte hatırlattı bana İhsani’nin Baş Müdür Bey dizelerini..

İhsani “Baş Müdür Bey” şiirini İş ve İşçi Bulma Kurumu Müdürü için yazmıştı aslında.. Ama her devirde benzeri her müdür için geçerliydi, sözcükleri..

Şöyle haykırıyordu İhsani..

“Öyle deme baş müdürbey,

İnsanım kâfi değil mi?

Fikrim ayrı olabilir,

İnsanım kâfi değil mi

baş müdür bey?

Irkım ayrı olabilir,

İnsanım kâfi değil mi baş müdür bey?

Bu nedir hey…”

“İnsanım kâfi değil mi” bir dünya sloganı oldu, gene Le Monde sayesinde.. Gazete, Fransızcaya çevrilen Baş Müdür Bey şiirini, “Je suis un homme, ce n’est pas assez /İnsanım kâfi değil mi” başlığıyla yayınlamıştı..

“İnsanım kâfi değil mi?.”

Irkçılık, mezhepçilik başta tarih boyu kıyımlara sebep olmuş, her türlü ayrımcılığa karşı çıkmanın, bir olmayı, birlik olmayı, insan olmayı öğretir bu üç sözcüklü soru..

“İnsanım kâfi değil mi?.”

İhsani’den kaptım o cümleleri ve hayatıma yön veren ilkelerin tepesine koydum..

Meraklı okurlar için şiirin gerisini de ekleyeyim..

“Bu kaçıncı, geliyorum,

Boştayım iş diliyorum.

Torpilim yok biliyorum.

İnsanım kâfi değil mi baş müdür bey?

Bu nedir hey…

Osman iş görmüyor dense,

Ses çıkmaz milyonlar yense,

O senin yakının, bense

İnsanım kâfi değil mi baş müdür bey?

Bu nedir hey…”

***

“Türküyü, İhsani’nin sesinden dinlemek isterseniz, Youtube’da ‘Aşık İhsani Baş Müdür Bey’ yazın yeter” demişim o yazının sonunda. Dün sabah kontrol ettim. Pek çok türküsü var İhsani’nin.. Ama “İnsanım Kâfi Değil mi”yi çıkarmışlar Youtube’dan nedense..

Demek yetmemiş insan olmak, bazı insanlara..

***

TEBESSÜM

Temel ile Hoca Efendi sohbet ediyorlarmış. Konu insanların neden kavga ettikleri ve barış, kardeşlik içinde yaşayamadıklarına gelmiş. Hoca Efendi “Temel, düşünüyorum da” demiş.. “Allah, buğday tanesinin karnına bir çizgi çizmiş. Bunu niye yapmış? İnsanlar sırf kardeşçe paylaşsınlar ve kavga etmesinler diye. İnsanlar bunu niye görmezler, bilmezler ve düşünmezler de kavga ederler?” Temel bir düşünmüş ve “Bak Hoca Efendi” demiş.. “İnsanoğlu daha buğdayı görmeden, doğar doğmaz önce çiğ süt emmiş.. Çiğ sütte çizgi mizgi yok!. Kavga bence oradan başlıyor!.”

***

SEVDİĞİM LAFLAR

İnsan ağaca benzer.. Ne kadar yükseğe, ışığa ve aydınlığa çıkmak isterse o kadar derine kök salar.. Yerin dibine, karanlığa, kötülüğe.. Friedrich Nietzsche


Sabah Gazetesi

Yorumlar kapatıldı.