İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Benim gözümle Antakya

Liza Cemel

Yeni normalin sağladığı Zoom görüşmeleri artık yeni olmaktan çıkmış, günlük rutinimizin tam merkezine yer etmişti. Bu vesileyle geçtiğimiz pazar günü Göztepe Kültür Derneği tarafından düzenlenen “Geçmişten günümüze Antakya Yahudileri” sohbetini biz de evimizden keyifle izledik.

Öncellikle bu tarz kültürel etkinliklere önayak olan, dijitalde de olsa toplumumuzun bir kısmını bir arada toplayan derneklerimize ve anlattıklarıyla sohbete katkı sağlayan konuşmacılara da ayrıca teşekkür etmek gerekir.

Bu seferki sohbet, ben ve beraber izlediğim ailem için bir zaman yolculuğu niteliğindeydi aslında, eski anıları geniş aile üyelerinden dinlemek ve zihnimizde canlanan güzel günleri yâd etmek için bir fırsattı aynı zamanda.

Fakat hepimizin de bildiği gibi, hem canlı yayın heyecanı hem fazla içerik ve kısıtlı zaman hem de kanımca belleğe dayalı anlatıların yazı üzerinde daha detaylı ve açıklayıcı olabilmesi nedeniyle bazı söylenmemiş kısımlar içimde ukde de kaldı. Gözlemlerim ve duyduklarıma dayanarak diğer Antakya Yahudilerinin de benzer naif bir endişe içinde olduğunu tahmin edebiliyorum. O nedenle en iyisi bu sohbet üzerine kısa bir yazı yazmak ve bu vesileyle aktarılan sözlü tarihi büyüklerimin de desteğiyle biraz olsun zenginleştirmek diye düşündüm.

Sohbet esnasında gelen sorular ve anlatılan gündelik yaşam hikâyeleri, çoğunluğu Sefarad kültürüne ait katılımcılarımız için biraz “farklı” gelmiş olabilir. Fakat bu farklılık sizi korkutmasın ya da yanıltmasın. Sanılanın aksine iptidai ya da huzursuz bir hayatımız yoktu, yalnızca farklıydık. Ladino konuşmuyorduk ama Arapçamız vardı. Fransız mandası dönemine denk gelen neslin bireyleri eğitim gördükleri okullar yoluyla Fransızca da konuşuyorlardı. Bu durumda farklı geleneklerimiz olmaması şaşırtırdı, farklı coğrafi bölgenin ve tarihin getirdiği farklı şartlar; farklı tarihsel ve kültürel geçmişler, varoluşumuzun en büyük parçasıydı zaten.

Her zaman başımızdan geçen olayları karşımızdakine anlatırken bizim hissettiklerimizi tam anlamıyla anlayamaz ya, aynı şekilde Antakya’daki sıcak aile hayatını, komşuluk ilişkilerini, tüm çocukların aynı avluda top koşturmalarını; beraber büyümelerini, farklı dinlere mensup Antakyalıların bayramlarını beraber kutlamalarını ya da eşsiz mutfağını tam anlamıyla aktarmak mümkün değil. Geçici bir süre kalacak seyyah da dışarıdan gelen bir bakış açısıyla ancak oradaki yaşamı kısmen deneyimleyebilir.

Küreselleşmenin doruk noktasına ulaştığı bu dönemde, değil Antakya’dan İstanbul’a göç; genel olarak Türkiye’de azalan cemaat sayımızı konuşuyoruz. Bu bağlamda yalnızca bir unsuru gerekçe olarak göstermek eksik olacaktır, fakat Rıfat Bali’nin derlediği “Türkiye’deki Yahudi Toplumlarından Geriye Kalanlar” kitabının Antakya Yahudileri kısmında da bahsedildiği gibi, 20. Yüzyılda göç nedeni ağırlıklı olarak siyasi ve ekonomik nedenlerleydi. 21. Yüzyılda buna sosyo-kültürel unsurlar da eklendi. Özellikle eğitim ve iş imkânlarının arttığı İstanbul cazip gelmişti. 2000’li yıllara girerken ekonomik şartların eskiye göre zayıflaması, önceki zamanda müreffeh ve varlıklı yaşayan, ticaretle uğraşan aileleri farklı arayışlara yöneltti. Gençlerin de yaşamak ve okumak için büyük şehirleri tercih etmesi, ailelerin de onların peşinden gitmesine sebep oldu.

Antakya her ne kadar günümüzde görmeye pek alışık olmadığımız dinler arası dayanışma ve sevgiye örnek olsa da birçok azınlık toplumları gibi tarihin şahit olduğu Varlık Vergisi, tahrip edilen mezar taşları veya tehdit mektupları gibi karanlık olaylardan da etkilendi. Fakat tarihsel gerçekler bir yana, Antakya; farklılıkların hoş görülmekten ziyade benimsendiği ve birleşerek barışçıl bir bütün oluşturduğu özel bir yer. Zira hoşgörü bir bakıma tahammül etmeyi, karşındakine katlanmayı da beraberinde getiriyor.

O yüzden Antakya’da kaybolmaya yüz tutmuş Yahudi mevcudiyetini sözlü ve yazılı tarih, teknolojik araçlar, arşivler, akademik yazılar ve araştırma kitapları vasıtasıyla korumanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Maalesef arşiv ve yazılı belge eksikliğinden dertliyiz ancak bu zamandan sonra tarihi korumak adına attığımız adımlar da değerli olacaktır.

Bir kez daha, ne mutlu Antakyalıyım diyene!

https://www.salom.com.tr/haber-117818-benim_gozumle_antakya.html

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın