İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

182 yıl önceki bir dönüm noktası: Tanzimat Fermanı

***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***

Cumhurbaşkanı’mızın açıkladığı “İnsan Hakları Eylem Planı”nı Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu’na yani Tanzimat Fermanı’na benzetenler oldu. Günümüzde başarı veya başarısızlığı hâlâ tartışılan Tanzimat Fermanı, Türk tarihinin en önemli dönüm noktalarından biriydi

ERHAN AFYONCU

Osmanlı İmparatorluğu, 18. yüzyılın sonlarından itibaren reformlar yaparak ayakta kalmaya çalıştı. Ancak Avrupa ile devamlı mücadele edilmekte olduğu için reformlar panik hâlde yapıldığından ve yeterli zaman olmadığından istenilen başarıya ulaşılamadı.
II. Mahmud döneminde başlayan reform çalışmaları Sultan Abdülmecid tahta çıktıktan sonra devam etti. Bürokrat ve ulemanın katıldığı meşveret meclisinde kabul edilen ilkeler mazbata hâline getirilip, devlet ricâli tarafından imzalandıktan sonra padişah tarafından onaylandı.

Münif Fehim’in çizgileriyle Tanzimat‘ın ilanı.

GÜLHANE’DE TARİHİ GÜN
3 Kasım 1839’da Topkapı Sarayı’ndaki Gülhane bahçesindeki meydanda, saray erkânı, ulema, şeyhler, lonca başkanları, memur ve subaylar, Rum ve Ermeni Patrikleri, Hahambaşı, sefaret temsilcileri davete icabet edip, meydandaki çadırlarda yemeklerini yedikten sonra kendilerine gösterilen yerlere geçti. Halktan birçok kimse de törene şahit olmak için kalabalıktaki yerlerini almışlardı. Meydana hâkim bir yere yüksekçe bir kürsü kurulmuş, Sultan Abdülmecid de Gülhane’de bulunan kasra inmişti.
Sultan Abdülmecid, Mustafa Reşid Paşa’ya kırmızı atlas bir kese gönderdi.Paşa kürsüye çıktı, atlas keseyi öpüp başına koyduktan sonra dikkatle açtı. İçinden çıkan hattı hümâyûnu tekrar öpüp başına koydu. Kalabalığı şöyle bir süzdükten sonra, yüksek bir sesle hattı okumaya başladı. Böylece bir devre adınıveren Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu cümle cihana ilân edildi.

Sultan Abdülmecid‘in kılıç alayı.

TANZİMAT FERMANI’NIN VAATLERİ

Hatt-ı Hümâyûn’da önce durum tespiti yapılıyordu: Osmanlı İmparatorluğu kuruluşundan itibaren Kur’an ve şeriata sımsıkı bağlı kaldığı için güçlü ve müreffeh olmuştu. Ancak 150 yıldan beri Kur’an ve şeriat bir kenara bırakılmış, bu yüzden de hem devlet hem de millet evvelki güç ve ihtişamını kaybetmişti. Yine de memleketin uygun mevkii, yeterli kaynakları ve halkın kabiliyeti akıllı bir şekilde yönlendirilirse, beş-on sene zarfında bu kötü durumdan kurtulmak mümkündü. Bunun için yapılması gereken Allah’ın yardımı ve Hazreti Peygamber’in inayetiyle yeni kanunlar çıkartmaktı.
Hatt-ı Hümâyûn’un ikinci bölümünde yeni kanunların neler olduğu ve niçin yapılacağı izah ediliyordu: Dünyada can ve namustan daha kıymetli bir şey olmadığına göre, bir kimsenin kendini tehlikede görüp, karakterinde ihanet olmasa bile bunları korumak adına devlete ve millete zarar verecek hareketlere teşebbüs etmemesi için güvenliğinin tesisi şarttı. Kişinin devlet ve millet gayreti, vatan muhabbetiyle çalışabilmesi, daimî bir ıstırap ve endişeden kurtulması ise ancak mal güvenliğinin teminiyle mümkündü. Evvela halkın mal, can ve namus güvenliği sağlanmalıydı. Devletin, memleketin muhafazası için lüzumlu asker ve diğer masrafların ancak halkın vergilerinden toplanan parayla karşılanabileceğine göre, bu vergi meselesine de çekidüzen verilmesi gerekliydi. Bunun için memlekete bir hayrı görülmeyen iltizamla vergi toplanması usulü terkedilecek ve herkesten emlâk ve kudretine göre münasip bir vergi alınacak, hiç kimseden kanun harici bir şey talep edilmeyecekti. Asker konusunda da düzenleme yapılarak nizamsızlığın önlenmesi, ticaret ve ziraatın bozulmaması için şimdiye kadar uygulanan askere alma şeklinden vazgeçilecektir. Artık lüzumu hâlinde her bölgeden nüfusuna uygun miktarda asker talep edilecek ve askerlik dörtbeş seneyle sınırlandırılacaktı.
Son bölümde, bütün bu vaatlerin nasıl gerçekleştirileceği ele alınıyordu. Buna göre, artık hiç kimse yargılanmaksızın açık veya gizli surette cezalandırılmayacaktı. Kimse kimsenin namusuna tasallut edemeyecek, herkes kendi mülkünde tam bir serbestiyetle yaşayacaktı. Müsadere uygulaması, yani devletin kişilerin malına hazine adına el koyması kaldırılacak, bu kişinin mirası vârisleri tarafından tasarruf edilecekti. Verilen bütün bu haklardan Müslim ve Gayrimüslimler eşit bir şekilde yararlanacaktı. Son olarak, memurların yargılanması için bir ceza kanunnamesi hazırlanacak, rüşvetin her türlüsü şiddetle cezalandırılacak, henüz maaşı olmayan memurlara yeterli miktarda maaş tahsis edilecekti.

Proje olarak kalan Tanzimat Anıtı.

TANZİMAT NEDİR?
“Tanzimat nedir?” sorusu belki de yakın tarihimizin en zor sorusudur. Kimilerine göre Tanzimat, Türk laikliğinin, Türk anayasa ve parlamenter geleneğinin, yanimodernleşmemizin şanlı mübeşşiridir. Kimilerine göreyse Tanzimat, bumemlekette Batı taklitçiliğinin miladıdır. Kimileriyse Tanzimat’ı iyi niyetli bir teşebbüs kabul edip, daha sonra “ama” ile başlayan bir parantez açıp “yetersizdi” diyerek sözlerine devam ederler. Tüm bu değerlendirmeler, ya ideoloji penceresinden ya da sebebi bir tarafa bırakıp tamamen sonuca göre hüküm vererek yapılmıştır.


Tanzimat’ın iki esas gayesi vardı: Bunların ilki, Sırp (1804) ve özellikle Yunan (1821) ayaklanmalarında kendini bulan ve imparatorluğu temellerinden sarsan milliyetçi fikirlerin önünü almaktı. Giderek bir Osmanlı milleti oluşturmak fikri bu endişeden kaynaklandı. İkinci gayesi ise merkezi otoriteyi imparatorluğun tamamında hâkim kılmaktı. Bazı araştırmacılar, Tanzimat Fermanı‘nın yalnızca, Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın isyanını bastırmak için İngiltere’nin yardımını temin etmek ve Liberal Avrupa kamuoyunu kazanmak adına Mustafa Reşid Paşatarafından hazırlanmış siyasî bir manevra olduğunu iddia ederler. Bu doğru olmakla beraber Mısır isyanı tek başına Tanzimat’ın sebebi değil, sadece hızlandırıcısıydı.
Tanzimat sürecini, kendisinden önceki yenilik fikir ve uygulamalarından ayıran ve onlara nispetle daha başarılı kılan en önemli faktör, bu dönemde yenilik fikrinin kişilerin iyi niyetine bağlı bir faaliyet olmaktan çıkartılıp, sistemleştirilip kurumlaştırılmasıydı.

***

BÜYÜK TÜRK EVLADININ ŞEHADETİ

Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı yaparken tanıştığım Korgeneral Osman Erbaş’ın en önemli özelliği olarak samimiyeti, açık sözlülüğü, içinin ve dışının bir olması dikkatimi çekmişti. Zaman zaman karşımıza çıkan algı yönetimi yapıp, kendisini olduğundan farklı göstererek, kafasının arkasında gelecek için farklı planları olan insanlardan değildi. Osman Paşa neyse oydu. Vitrine oynamaz, vatanı ve milleti için gözünü daldan budaktan sakınmaz, doğru bildiği konularda sözünü esirgemezdi.


Yüreği Türk-İslam âlemi için çarpıyordu. FETÖ ile mücadelede en ön safta çarpışanlardan oldu. Türk milletinin daha ilerilere gitmesi için gece-gündüz çalıştı. Rahmetli Haluk Dursun hocamızın araba kazasına çok üzülmüştü. Her zaman, “Ah hocam, niçin daha iyi bir arabaya binmedin. Bütün imkânlarımla emrindeydim” derdi. Ancak kaderin acı bir rastlantısı olarak kendisi de rahmetli hocamızın kaza geçirdiği bölgede, Haluk hoca gibi inandığı değerlerin izinde büyük Türkiye’yi inşa etmek için hiç durmaksızın çalışırken, görevi esnasında elim bir kaza sonucunda şehit oldu. Mekânın cennet olsun Paşam. Gözün arkada kalmasın. Canından çok sevdiğin Türk milleti, ideallerin yolunda bayrağı hep daha yükseğe dikecek.

https://www.sabah.com.tr/yazarlar/erhan-afyoncu/2021/03/07/182-yil-onceki-bir-donum-noktasi-tanzimat-fermani

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın