İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Türkiye’de Yahudi izci kampı

Yıllardır görmediğiniz bir ismi birdenbire Facebook mesajlarında görüyorsunuz ve maalesef görebileceğiniz son haber olduğunu anlıyorsunuz. Evet okul sıralarından birlikte olduğunuz bir sınıf arkadaşınızın ölüm haberi insanı gerilere, neredeyse 50-55 sene öncesine götürüyor ve bir zamanlar yakın olduğunuz birini artık göremeyecek olmanın rahatsızlığı oturuyor yüreğinize.

Halbuki bu arkadaşı neredeyse 45 senedir görmedim. Ama asla unutmadım. Her nedense Facebook sayfası da yoktu galiba veya ben bulamamıştım.

İLYA BEYO Z’L

Sözünü ettiğim sınıf arkadaşım İLYA BEYO idi. Allah rahmet eylesin vefat etmiş ve oğlu babasının ölüm haberini veriyordu bu mesaj ile. Yoksa post mu demem gerekiyor Facebook lisanı ile.

Kısaca BEYO hakkındaki hatıralar çok canlı ama hep ortaokul 7. veya 8. sınıf sıralarından. Çok efendi sakin sessiz hani paşa gibi çocuk derler ya o cinsten. Kimseye sataşmayan kavgası pisliği asla olmayan bir insan. Babalarımız tanış idi. İkisi de Tahtakale esnafı. Benim babam fırça imal ederken Beyo’nun babası Sabuncu Han caddesindeki hanlardan birinin girişinde bir lokanta sahibi idi. Sevimli bir adamdı. Hesap alırken oldukça esnafça hesap görür herkese kendince uygun bir indirim yapar, bereket versin der, kasaya koyardı parayı.

Öyle uzun boylu bir dostluk ve samimiyetimiz yoktu ama karşılıklı bir sevgi ve dostluğumuz olduğunu biliyordum. Beyo aynı zamanda Beyoğlu Özel Musevi Lisesi İzci Ocağı izcisi idi. Ve unutulmaz efsanevi Oymakbaşı abilerimiz olan CEKİ KOHEN, CEKİ KAZMİR ve BETO KÜÇÜKÇAĞ dönemlerinde aynı oymak izcileri idi. Sanırım bir ara aynı İzci Obasında da bulunduk.

Beyo’dan söz ederken Beyoğlu Özel Musevi Lisesi İzci oymağının efsanevi “ölüm kampı”ndan söz etmemek yanlış olur. Bizim oymağın adeta tapulu kamp adresi Tuzla içmelerden gidilen ve bir zamanların “Mankafa Adası” diye bilinen şimdilerde tersane oldu sanırım ve sular çekildiğinde karaya bağlanan bir kıstak ile gidilebilen, ancak sabah su yükseldiğinde adada mahsur kaldığınız, hani tabiri uygun olursa, dünya sonu bir yerdi. Ama İzci korkmaz , İzci üşümez İzci daima hazır ve her şarta dayanıklı olmalıydı. Komando muyduk nedir? Yaş daha 13-15 arası…

Adada akarsu ve çeşme yoktu, orada ikamet eden kimse de yoktu aslında. Yağmur sularının biriktiği bir kuyu vardı ve su ihtiyacını kurbağa larvalarını izci fuları ile süzerek giderebiliyorduk.

Zar zor kurabildiğimiz MAHRUTİ izci çadırına 15-18 izci sığışabildik. Yemeğimiz obabaşlarımızdan birinin çaydanlıkta pişirdiği makarna idi. Pek olmamıştı ama yiyecek başka bir şey yoktu. Yağmur yağıyor ve bir taraftanda kar havası vardır. İzciler üşümezdi ama donardı. Sabah Obabaşları Tuzla’ya gidip herkesin ihtiyacı olan şeyleri almaya ve ailelerimize telefon etmeye karar verdi.

Herkes listeler hazırlayıp Oymak başına verdi ve kimi abime ablama haber ver, telefon et bizi gelip alsınlar diyor kimi yara bandı vs. istiyordu. En renkli talep ise daha birkaç yıl önce kaybettiğimiz ve Beyo’nun sıra arkadaşı ve dostu olan rahmetli İzak Elnekave’den geldi. Elinde 10 lira bir para uzatıp Oymakbaşımız Beto Küçükçağ’a, “Abi bana da iki tane Amerikan çiklet alır mısın” dedi. O gün bugün İzak dostumuzun adı “Amerikan Çiklet” kaldı.

Beyo ile İzak aralarında izcilikte bir zamanlar oldukça yaygın ve bir o kadar da tehlikeli olan BIÇAK atma ve toprağa saplama oyununu oynuyorlardı. Herkesin canı burnundaydı. Oymakbaşı beyler “bırakın bu oyunu” demesine rağmen kimsenin bıraktığı yoktu. Oyun şöyle; iki oyuncu karşılıklı toprak zeminde ayakta durur ve oyunculardan biri diğerinin ayak dibine bıçağı atıp toprağa saplardı. Bıçak atılan izci ise bıçağın atıldığı yere kadar ayağını uzatır ve gittikçe genişleyen açıda ayakta durmaya çalışırdı. Tabii bıçağın birinin ayağına gelmesi tehlikesi de cabası idi.

Hoş hepimizin ayaklarında ROOSVELT tipi askeri botlar vardı. Tahtakale Uzun Çarşı Tamburacı han kapısının ağzında eski ayakkabı satan kunduracıdan alınmış botlar. O zamanlar second hand veya Amerikanca ifadeler ile USED falan demezdik, kısaca eski kullanılmış derdik. Annem “ne işiniz var bu eskiler ile bitli midir nedir, kim kullandı ne biliyorsun” derdi ama kim dinlerdi ki postal Roosvelt ise akan sular dururdu. Benim postallar bordo renkteydi çok havalı tabii.

İşte o Bıçak atma oyununda birden bir çığlık duyduk; İzak dostumuzun attığı bıçak Beyo’nun postalını delmiş ve ayağına saplanmıştı. Beyo bir şey yok diyordu ama bıçak ayağındaydı. Tabii anında hastaneye kaldırıldı ve bir hafta arkadaşımız ayağı sarılı halde gezdi. Bu sebeple dostlukları bozulmadı, arkadaşlıkları daha da güçlendi. İkisinin de ruhu şad olsun. Yazık ki uzun yıllar birbirimizi göremedik ve sadece ölüm sebebi ile bu satırları yazabildim. İnsan ürkmüyor değil. Teker teker gidiyor dostlar yoksa sıra bize mi geliyor?

Saygılar.

Rafael Sadi

https://odatv4.com/turkiyede-yahudi-olum-kampi-21022133.html

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın