İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Trabzon’dan Venedik’e bir kitabın sergüzeşti

“Geç Ortaçağ Anadolusu’nun portresini sunan yazmayı incelerken aklımıza sorular geliyor: Acaba sayfalara değen eller sanatın da ötesinde siyasi bir şeyler mi söylemek istiyordu? Antik bir efsaneye asırlar sonra eklenen katmanlar nelerdi ve onu nasıl kültürlerarası bir anlatıya dönüştürmüştü? Peki ya elimizde ‘belge’ olmadan tarihi kurgulayabilir miydik? Sizi birkaç dakikalığına altı asır öncesinin Trabzon’una, imparatorun sarayındaki scriptorium’a götürmek istiyoruz.”

BERKİN AKTAN – ALİ SERAJ

Trabzon 14. yüzyılda Anadolu, Kafkasya ve Ortadoğu’dan ziyaretçilerle kozmopolit bir merkeze dönüşmüştü. Sokaklarında rengârenk kıyafetlerin giyildiği ve farklı dillerin konuşulduğu liman kentinin sanatçıları haliyle bu çok kültürlü yapıya şahitlik etmişti. Bugün Venedik’te, Istituto Ellenico kütüphanesinde saklanan eşsiz bir el yazması (Codex Gr. 5), işte o isimsiz sanatçıların eseri. Geç Ortaçağ Anadolusu’nun portresini sunan yazmayı incelerken aklımıza sorular geliyor: Acaba sayfalara değen eller sanatın da ötesinde siyasi bir şeyler mi söylemek istiyordu? Antik bir efsaneye asırlar sonra eklenen katmanlar nelerdi ve onu nasıl kültürlerarası bir anlatıya dönüştürmüştü? Peki ya elimizde ‘belge’ olmadan tarihi kurgulayabilir miydik? Sizi birkaç dakikalığına altı asır öncesinin Trabzon’una, imparatorun sarayındaki scriptorium’a götürmek istiyoruz.

III. Aleksios Komnenos (1349-1390), Büyük İskender ve Ortodoks dinî motifleriyle özdeşleştirilerek yeni bir hükümdar karizması inşa edilmişti; bu çaba imparatorun uzun zamandır küçülen devleti diplomatik başarılarla ayakta tutabilmesiyle ilgiliydi. Aleksios’a bazı kitaplar sunulmuş, Callisthenes’e atfedilen 250 minyatürlü, 193 sayfalık Rumca İskender Romansı bu minvalde hazırlanmıştı. İskender’in efsanevi hayatı kimi zaman birbirlerinden etkilenilerek, kimi zamansa yazılan dil içinde başka versiyonlara bölünerek asırlardır kayda geçiriliyordu.

Romanslar Bizans literatüründe yaygın bir türdü ve İskender’in hayatı sıkça yazılmıştı; kimisi Latinceden tercüme edilen İskender romanslarının en eskisi 11. yüzyıla tarihlenir, beş versiyona ait on sekiz nüsha mevcuttur. Yine Bizans’tan kalan minyatürlü üç romans ise 13. ve 14. yüzyıla ait. Sanatçılarının Gürcü veya Laz olduğu sanılan Codex Gr. 5’in yaprakları bombykinon denen kaliteli kâğıttan hazırlanmıştı [Trahoulia, “The Alexander Romance”, A Companion to Byzantine Illustrated Manuscripts, 2017, s. 169-172]. Kitap 1461’de şehirle birlikte el değiştirmiş; bilinmeyen bir tarihte hemen her sayfanın kenarına, bazen minyatürün altına, ana metnin kısmi tercümeleri Türkçe (Osmanlıca) derkenarlarda eklenmiş. Böylece efsaneye ve el yazmasına yeni bir kültürel ve siyasi katman kazandırılmış.

Istituto Ellenico di Studi Bizantini e Postbizantini, Codex Gr. 5, fol. 166v’dan detay.

El yazmasının Türklerin eline nasıl geçtiğini bilmiyoruz. Ancak Bizanslı Dukas bize bir ipucu verebilir: Dukas’a göre Trabzon düşünce imparator David Komnenos, ailesi, saraylılar ve asiller kadırgalarla İstanbul’a gönderilirken taşınabilir bütün eşyaları almalarına izin verilmiş. Ardından II. Mehmet şehrin idari düzenini sağlayıp İstanbul’a dönmüş [Decline and Fall of Byzantium to the Ottoman Turks, 1975, s. 259]. Esirlerin götürdükleri arasında yükte hafif, pahada ağır şeyler olsa gerek. Böylesine değerli ve aile yadigârı bir eser belki de bu yolla İstanbul’da veya Trabzon’da Türklerin eline geçmişti.

O dönemde Avrupalılar ve Osmanlılar Fatih Sultan Mehmet’i Büyük İskender’e benzetiyordu. Hatta sultan da kendini İskender ile özdeşleştirmiş, İskender’in hayatını anlatan kitaplar hazırlatmış. Kenar notlarının muhtemelen bu dönemde Codex’e eklenmesi rastlantı değildir [bkz. Kastritsis, “The Trebizond Alexander Romance…”, Journal of Turkish Studies, Vol. 36, 2011, s. 123]. Ayrıca Yunancadan çeviriler de yine onun saltanatında başlamış. Osmanlılar elçi raporlarına da yansıdığı gibi İskender’in hayatını tarih ve askerî strateji öğrenme amacıyla okuyordu. İskender aynı III. Aleksios dönemindeki türden bir rol modeliydi; Osmanlı sarayında artık yeni ve evrensel imaj oluşturuluyordu. Bu imajı Bizans’ın mirasçılığı, fethedilen yeni yerler ve devletin geçirdiği dönüşümler (bürokratikleşme ve merkezileşme) açısından okumak mümkün; fakat Fatih’in ölümüyle zihniyet değişmiş ve bu değişim kitaplara da yansımış.

Derkenarlarda İskender Osmanlı sultanları gibi karşımıza çıkar; örneğin babası Filibos’a gidip “bana sefere gitmege icâzet vir” diye yalvarır. Ardından bir “kaleyi dilâverlik izhârı içün” fetheder [fol. 20v-21v]. İlerleyen kısımlarda reâyâ ve dîvân halkı ile sıkı ilişki kurar, işret eder. Yanında kâim-i makâm vezîr bulunur [fol. 75r, 188r]. Hıristiyanlara Frenk ve Rûm tâifesi, yaşadığı topraklara Kızıl Elma denir. Fethedilen yerler ise Osmanlı kaynaklarındaki gibi Karye-i Frigye veya Kale-i Lidye şeklinde nitelenir. Daha da ilginci, derkenarnüvis Rumca metindeki İskender’i devşirirken ona yeni bir misyon yükler.

Osmanlılar İstanbul’un fethinden 16. yüzyıla birçok alanda değişim yaşarken hâkimiyet telakkileri de imparatorluğa has bir anlama bürünmüştü. Osman ve Orhan zamanlarındaki akınlar Âl-i Osmân ve gazâ kavramlarıyla meşrulaştırılırken, artık daha kapsayıcı ve esnek Kızıl Elma tabiri ortaya çıkmıştı. Böylece Kızıl Elma ile yeni topraklar ve yeni kaynaklar gibi salt hedefler değil, konjonktüre göre değişerek idealize edilen yeni sınırlar söz konusuydu. Ebu’l-Hayr-ı Rûmî 1480’de tamamladığı Saltuknâme’de Kızıl Elma’yı “Hıristiyan toprakları ve cihânın dört bir köşesinin sınırı” olarak tanımlıyordu [The Legend of Sarı Saltuk Collected from Oral Tradition by Ebū’l-Hayr Rūmī, Vol. 5, 1976, s. 894]. Çağdaşı derkenarnüvis onu takip edip “Kızıl Elma’da olan Frenk tâifesi ve baş keşîşleri” [fol. 40r] derken açık bir şekilde Roma’yı ve Papalığı kastediyordu. Unutmayalım ki II. Mehmet’in en önemli hedeflerinin başında İtalya geliyordu.

Romansın İngilizce tercümesi: The Alexander Romance, çev. Richard Stoneman, Penguin, Londra, 1991.

Her metin yazara dair belli göstergeler taşır. Ayrıca Foucault’cu ağızla söylersek, satırların varlığı, dolaşımı ve işlevi yazarından daha önemlidir. Bu açıdan derkenarnüvisi sadece “yazar-tercüman” değil, devrin siyasi hedefinin “anonim söylemi veya bunu ileteni” şeklinde ele almak pekâlâ mümkün.

Codex’in nasıl ve ne zaman ikinci kez el değiştirdiğini bilmiyoruz; fakat bazı spekülatif ihtimalleri dile getirebiliriz: 1583’te Akdeniz’de Türklere esir düşen Alman Michael Heberer’in tanıklığına göre, Galata’daki Rum dükkânlarında Luther ve Melanchthon’un yazdıkları dahil, Latince, Grekçe, Almanca, İtalyanca, İspanyolca, Fransızca ve başka dillerde pek çok eski kitap satılıyordu [Osmanlıda Bir Köle: Brettenli Michael Heberer’in Anıları (1585-1588), 2003, s. 289]. Codex bir şekilde derkenarnüvisin elinden çıkıp tezgâha düşmüş ve satın alınıp Venedik’e götürülmüş olabilir. Belki de eserlerde İslamî/Doğulu vasıfların önem kazandığı ve iskendernâmeler yerine süleymannâmeler, selimnâmeler ve hünernâmelerin yazıldığı II. Bayezit’in saltanatında elden çıkarılmıştı [Bağcı, “Osmanlı Dünyasında Efsanevî Yönetici İmgesi…”, Humana: Bozkurt Güvenç’e Armağan, 1994, s. 121-122] (?)

Nicolette Trahoulia, Codex’in Rönesans bilgini Trabzonlu Kardinal Bessarion’un bugün Venedik’teki kitaplığına ait olabileceğini söyler [s. 176]; fakat Bessarion 1461’den çok önce İtalya’ya gittiği ve derkenarlar bu tarihten sonra eklendiği için Codex’in onun kitaplığına ait olması pek mümkün görünmüyor. Sanıyoruz kitap Venedik’e ulaştığında başkaları tarafından koleksiyona alınmış ve kitaplık ile Codex arasındaki ilişki orada başlamıştı.

Kitaba dair elimizdeki en eski kayıt 1882 tarihli, 1572’de inşa edilen San Giorgio dei Greci kilisesinin arşivine ait. Öncesine dair tek bildiğimiz ise şair Lord Byron’ın Venedik ziyaretinde (1816-1818) romansı gördüğüdür. Yani en geç 18. yüzyılda kitabın şehre ulaştığını anlıyoruz. Ayrıca Codex çok daha önceleri, 15. yüzyıldan beri Venedik’te faaliyet gösteren Scuola dei Greci (The Greek Confraternity) isimli Rum cemiyetince kilise kitaplığına kazandırılmış olabilir. Cemiyetin kiliseye bitişik tarihî binası 1951’de kitabın muhafaza edildiği enstitüye (Istituto Ellenico di Studi Bizantini e Postbizantini) dönüştürülmüş.

Roland Barthes’ın ‘modern yazar’ üzerine meşhur denemesi Yazarın Ölümü’nde söyledikleri, Türkçe derkenarlar ve Rumca İskender Romansı arasındaki eklektik ilişkiyi özetleyebilecek niteliktedir [Dilin Çalışma Sesi, 2013, s. 65]:

“Metin, içinde hiçbiri özgün olmayan çeşitli yazıların birbiriyle hem uyum içinde olduğu hem de kavga ettiği, farklı boyutları olan bir alandır. Kültürün binlerce kaynağından çıkarılmış alıntılardan oluşan bir bütündür.”


T24

Yorumlar kapatıldı.