İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yemoş Hatun ve Çocukları’na dair

Elif ESER

“Mutluluk ışığa uçmaksa
Dikenler üzerinde yalınayak koşarak
Uçmaya hazırım”

Munzur Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Zaza Dili Bölümlerinde akademisyen olan Dr. Hüseyin Çağlayan’ın Babek Yayınlarından çıkan romanı “Yemoş Hatun ve Çocukları”, içinde yaşadığımız çağın normsuzluğuna, erozyona uğrayan ve anlamsızlaşan değer yargılarına dair bir tartışma niteliğinde.

Romandaki ana çatışma, Erzincanlı Alevi bir ailenin zorunlu göç sonucunda İstanbul’da yaşadıkları köksüzleşme ve ailenin dağılmasına dayanıyor. Kürt sorunun görünen, bilinen kısmı dışında bireylerin yaşadığı ana sorun Yemoşoğlu Mehmet ve çocuklarının serencamı üzerinden daha insani bir bakış ile ele anlıyor.

Yemoş Hatun, romanın girişinde, babası öldükten sonra annesi tarafından da terk edilen torunu Mehmet’e bakan, ona hayat sunan yaşlı ve tehcir döneminden kalma aslen Adana Ermenilerinden ve ‘iyi niyetli’ komşuları tarafından kurtarılan bir kadındır. Romanda var olma, varlık sunma metaforu olarak vardır ve kendisini kurtaran ‘iyi niyetli’ komşularına diyetini ödeyen kök metaforudur sadece ve romanın ana öyküsünden önce ölmüştür. Romana isim vermesi sadece roman kahramanlarına hayat vermesi ile ilgilidir.

Öte taraftan Yemoşoğlu Mehmet insan-ı kamil biri olarak çatışmaları ortamda sıkıştırılmış, bir şekilde bu durumu değiştirmeye gücü yetmezken bir taraftan da köydeki ‘fötrlü’ ile yaratılan talan ve ele geçirme tipleriyle mücadele etmek durumundadır. Kürt sorunundaki temel meselenin işte bu iki güç arasında sıkışmış sıradan insanın suçlanması ve asıl müsebbipler yerine bu arada sıkışanların sürgün edilerek cezalandırılması olarak ele alınıyor.

Önü sonu sürgün edilen bu suçsuzlar savruldukları büyük şehirlerde başka dramların kahramanına daha doğrusu nesnesine, mağduruna dönüşmektedir. Bu mağduriyet bir toplum sorunsalı olarak Yemoşoğlu Mehmet’in çocukları Fatoş, Sezer/Sezar, Cemal, Nazan ve Nuray’ın temsil ettiği toplum katmanları ve kendi evrelerindeki yanlış tercihleriyle anlatılmaktadır. Kurdukları ilişkiler, koptukları eski yaşamlarının değer yargıları ve yeni yaşamlarındaki serüvenlerinin var ettiği bir çeşit değersizleşme, onları, dolayısıyla temsil ettikleri toplumsal katmanları yok oluşa sürüklemektedir.

Yemoşoğlu Mehmet gölgesi altında gelişen olay örgüsü birbirinden bağımsız görünse de etrafında geliştiği gölgenin tesiriyle girift bir hal almaktadır. Anlatıcın ‘oburluk’ olarak adlandırdığı hırslılık hali ile elde edilen zenginliğin yarattığı kirliği temsil eden büyük oğul Sezar’ın aksine şiiri ve sanatı tercih eden kardeşi Cemal arsındaki gerginlik toplumdaki daha doğrusu kapitalist sistemdeki ana çatışma gibi sunulmaktadır.

Romanda, eşi tarafından şiddete uğrayan Nazan’ın romanda kazandığı ‘silik kimlik’ erkek şiddetinin yarattığı travmayı çarpıcı bir şekilde ifade edilmiş. Ancak, sönük bir konu olarak arada kaldığını da belirtmek gerek.

Seksen askeri darbesi ile başlatıp 17 Ağustos depremine kadar ilerleyen roman zamanı haliyle geniş bir planda sunulmuş. Bu yönüyle Türkiye’nin yakın tarihinde öne çıkan tartışmaları ele almış olmasını önemli bulmakla birlikte bu durum, romanda bir handikap ve zaman kurgusunda bir kırılma yaratmış.

Romandaki temel bakış toplumsal kategorilere bölünmüş olsa da bu daha çok anlamaya yönelik ve objektif bir tutum oluşturmuş. Şöyle ki, yazar zorla göç ettirilen ve büyük şehirlerdeki yaşam dramında köksüzleşen Kürtlerin/Alevilerin (romanda ele alına aile Alevi ) içinde bulundukları süreç bir tarafgirli suçlamadan çok karşılıklı bir sorumlu olma hukukuyla anlatılıyor. Kuşaklar arası dejenere olan bu köksüzleşme/değersizleşme hali kimin kimle hangi saiklerle savaştığının da bir tezatlar yumağına dönüşüyor. Romanda ki bu sorunsal da devrimci Sinan ve Nuray’ın çocukları Deniz’in Şırnak’ta ‘vatani görevini’ yaparken öldürülmesi üzerine kuruluyor. İşbu bakımdan vatanseverliğin ve devrimciliğin ne olmasına dair de yazarın kümülatif bilgisi biraz klişe gibi ama anlaşılır bir klişe. Malum olanı değişik bir açıdan izah etme istediği de diyebiliriz buna.

İçinde yaşadığımız çağda temel sorun, vandallığa kadar varan ve her türlü kirli işi içinde barındıran aşırı zenginlik ve mülk edinmedeki oburluk olarak işaret ediliyor. Bu tespit yerinde, yalnız bu duruma dair yazarın çözümü oldukça iyimser: Zenginlik oburluktan kurtulup normal haline gelirse ve içinde hafif kösnüllük de barındıran edebiyat ve sanatla hayat kuran insanların (Yemoşoğlu Mehmet’in oğlu Şair Cemal ve sevgilisi Esma gibi) sayısının artmasıyla bu vandallıktan kurtulacağına dair bir iyimserlik… Zira romanda mutlu olabilen tek kategoride Cemal ve Esma var. Aşırı zengin olma hırsında olan Sezar’ın sonunda yaşadığı pişmanlık ve Cemal ile Esma’nın ‘her şeye rağmen’ birleştikleri mutluluk kapitalist dünya için oldukça iyimser. Bu iyimserliğe rağmen romandaki entelektüel birikim ve yabancı olmadığımız dramı onu okumaya değer kılıyor.


Evrensel Gazetesi

Yorumlar kapatıldı.