İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Misyoner okulundan Boğaziçi’ne

***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***

Vedat Bilgin

Boğaziçi Üniversitesi etrafında gündeme gelen tartışmaların birkaç boyutu vardır. Birincisi, devletin üniversitelerinin rektörlerinin atanması konusudur ki Türkiye’de bu kamusal sorumluluk devlet başkanı tarafından yerine getirilmektedir. İkinci mesele, bu atamaya karşı ortaya konulan örgütlü veya örgütsüz tepkilerdir ki geçerli kural ‘buraya uygulanmasın’ anlamı taşımaktadır. Üçüncüsü ise, ülkenin en yüksek puanla girilen üniversitelerinden biri olan Boğaziçi’nin konumu ve kurumsal/cemaatsel kültürüdür.

Üniversite Meselesi Türkiye’nin en önemli konularından biri olagelmiştir. Önce İstanbul, Ankara ve İzmir arkasından Erzurum ve Trabzon’da kurulan üniversiteleri çok sonraları başka şehirlerde kurulan üniversiteler takip etmiştir. Bugünkü Türkiye’de üniversite şehri olmayan vilayetimiz kalmamıştır.

NİCELİKTEN NİTELİĞE

Bu konuda yıllar önce Profesör Mümtaz Turhan hocamızın yazdıkları çok önemlidir. Hoca, eğitim meselesini bir toplumun sadece ekonomik bakımdan değil sosyal bakımdan da kalkınmasının temeli olarak kabul etmekte ve üst düzey eğitim veren kurumlar olmadan insan kaynağını zenginleştirmeden bir toplumun gelişmeyeceğinin üzerinde durmaktadır. Mümtaz Hoca, o zaman ülke kaynaklarının kıtlığını dikkate alarak, eğitimin yaygın değil niteliksel bir planlamasıyla yapılması görüşündedir. Bugünkü Türkiye artık kaynak sorununu nispi olarak geride bıraktığı için üniversite eğitimini yaygınlaştırmaya gitmiştir; burada mesele üniversitelerin yeni iletişim ve etkileşim ağlarıyla dünya üniversiteleri ortamına katılımıdır ki bu da nitelikle ilgilidir.

Bugün adı Boğaziçi Üniversitesi olan kurum, çok önceleri diğer misyoner okullarıyla benzer şartlarda kurulmuş bir yapıdır ve daha sonra yüksek eğitim veren bir yüksekokul halini almıştır. 1960’ların sonu 1970’lerin başında ülkemizde kurulan çok sayıda özel yüksekokul vardır. Bu kurumlar bugün adları vakıf üniversitesi olan, aslında çoğu ‘özel üniversite’ yani ekonomik yatırım amacıyla işletilen kurumların ataları sayılabilir.

AÇIK TOPLUM

O yıllarda kurulan bu okulların adları üniversite değil yüksekokuldur ve neredeyse İstanbul ve Ankara gibi şehirlerde her mahallede bunlardan birkaç tane bulunmaktadır. Sıradan apartman katlarında açılan yüksekokulların hadi hududu yoktur. Bu kuruluşların çoğunun üniversiter özelliklere sahip olmadığı tartışması artınca, 1971’de bunların devletleştirildiği veya statülerinin değiştirildiği görülmektedir.

Boğaziçi’nin ‘üniversite kimliğini’ alması da bu süreçte olmuştur. İlginç olanı ise, eski kurumsal kimliğini büyük ölçüde korumuş olması yani içine kapalı bu yapıda, dışardan gelenlere ya da kendi cemaatsel kültürlerinden farklı olanlara mesafeli, zaman zaman dışlayıcı hatta bazen ötekileştirici davranılması bu özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Örnek mi! Sadece birini vereyim: Şerif Mardin Bey bu üniversiteye hoca olarak katıldığında adı üniversiteden daha büyüktü/ünlüydü fakat ‘Boğaziçi Aşireti’nin’ tutuculuğu/kıskançlığı hocayı oradan istifa ederek ayrılmaya mecbur etmişti. Üniversiteler kimsenin değil ülkenindir, farklılıklara tahammül etmek ‘açık toplum’ olmak üniversitede olması gereken bir durumdur.

https://www.aksam.com.tr/yazarlar/vedat-bilgin/misyoner-okulundan-bogazicine/haber-1148408

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın