İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Twitt*r s*nsür uyg*luy*r’

Ceren Sözeri

AİHM eski yargıcı Rıza Türmen’in geçen hafta başı T24’te yayınlanan “AİHM kararları bağlayıcı mı?” başlıklı yazısında altı çizilmesi gereken önemli bir tespit vardı: “AİHM kararlarının bağlayıcı olmadığını savunanlar, sadece oyunun kurallarına uymayacaklarını söylemiyorlar, aynı zamanda oyun kurallarının kendi görüşlerine uydurulmasını istiyorlar.” Türmen, bir taraftan bunu savunanların kararların bağlayıcı olduğunu gayet iyi bildiğini, tartışmanın daha çok içeriye dönük olduğunu ve kamuoyunun AİHM kararlarının uygulanmamasının haklılığına inandırılmak istendiğini belirtirken, diğer taraftan da hukuk devleti ilkesinin çiğnenmesinin maliyetine dikkat çekiyor. Yani Erdoğan’ın 2016’da Can Dündar ve Erdem Gül hakkında AYM’nin verdiği ihlal kararına uyan mahkemeyi eleştirirken ‘neyse parası veririz’ anlamına gelen “AİHM eğer Anayasa Mahkemesi’nin verdiği istikamette bir karar verirse, o da sadece tazminat bakımından bağlayıcıdır. Devlet de itirazlarını yapar veya o tazminatı öder” sözlerinin altından çok sular aktı.

Türkiye Trump’ın başkan seçildiği 2016’daki kadar rahat değil, daha yalnız ve bu yalnızlık artık pek değerli de değil. O nedenle İletişim Başkanı Altun, aynada prova yapar gibi mimiklerle Boğaziçi direnişini İngilizce olarak itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Elinde bir yargı kararı olmadan propaganda yetkilisinin üniversite öğrencilerini “terörist” olarak yaftalaması propagandacının niyeti konusunda muhataplarının kafasında soru işareti yaratmıştır, hele de LGBTİ+’ların “sapkın” ilan edildiği günlerde…

Türkiye’de nefret suçu ve nefret söylemi 2007’de Hrant Dink’in öldürülmesinin ardından kavram olarak gündemimize girdi. Devletin neredeyse her kademesinin bildiği, medyada hedef gösterilmesi ardından göz göre göre gelen bu cinayetin ardından çaresizlikle Hrant Dink’in yargılanıp ceza almasına sebep olan “Türklüğe hakareti” suç sayan TCK 301. Madde’nin kaldırılması, nefret söylemi ve nefret suçunun önlenmesi için kampanyalar, toplantılar, raporlar hazırlanmaya başlandı. Bugün iktidarın kanatları altında herkese nefret saçanlardan bazıları o zamanlar en ön saflarında “Faşizme inat kardeşimsin Hrant”, “Katil devlet hesap verecek” sloganları atıyorlardı. Şehir Üniversitesi’nde akademisyen olan Fahrettin Altun 2011’de İş Ahlakı dergisine yazdığı “Medya Etiği ve Tarafsızlık Söylemi” başlıklı makalesinde “Siyasal açıdan ise her zaman toplumda güvenlik temel değer halini alsa o vakit toplumda vatansever gazetecilik vurgusunun öne çıktığına tanık oluruz ve orada kimse özgür gazeteciyi görmek istemez” (s.17) diyordu.

Kaos GL Derneği, 2008 yılında “Üskül’ün tercihi sapıklardan yana!..” başlıklı haberinden dolayı Vakit gazetesine tazminat davası açmıştı. Yargıtay 2011 yılında, Anadolu’da Vakit gazetesi ve yazarı Serdar Arseven ile ilgili verdiği kararda, yapılan haberin eleştiri sınırları dışında olduğunu ve Derneğin kişilik haklarını ihlal ettiğini ve manevi zararın tazmin edilmesi gerektiğini belirtmişti.

2014’te Türk Ceza Kanunu’nun 122. Maddesi değiştirildi “nefret suçları ve ayrımcılık” başlığını aldı. 2002’de başlayan, Diyarbakır’da babası ve iki amcası tarafından eşcinsel olduğu gerekçesiyle öldürülen Roşin Çiçek davasında, baba ağırlaştırılmış müebbet, iki amca ise müebbet hapis cezası aldı. Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Derneği (SPoD) kısa bir süre olsa da davaya müdahil olabildi. Diyarbakır 3’üncü Ağır Ceza Mahkemesi, Roşin Çiçek davasıyla ilgili verdiği gerekçeli kararda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne atıf yaptı. Birleşmiş Milletler 2011 yılında aldığı kararla insanların cinsel eğilimleri ve cinsiyet yönelimleri nedeniyle maruz kaldıkları şiddet eylemleri ve ayrımcılıktan endişe duyduğunu, üye devletlerin bu konuda gerekli tedbirlerini almalarını öngördüğünü hatırlattı.

2015’te polis saldırısına rağmen son Onur Yürüyüşü yapıldı. 2016’da yasaklandı. Darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL yalnızca ayrımcılık ve nefret suçları, söylemi konusunda değil, tüm temel hakların kısıtlanması açısından iktidar için bir lütfa dönüştü. Uluslararası siyaset de bu konuda iktidarın elini kolunu pek fazla tutmadı. Ama artık deniz bitmiş görünüyor, iktidarın nefret söylemi çıtasını “sapkınlar”a çeken İçişleri Bakanı Soylu’nun mesajının Twitter’da kısıtlanması, Bahçeli’nin bazı tweet’lerinin kaldırılması yeni dönemin işaretleri.

Benzeri Trump’ın da başına gelmişti, hatırlarsanız Kongre baskının hemen ardından gelen bu reaksiyon dünyada ve burada ifade özgürlüğünün sınırları çerçevesinde tartışıldı. Twitter’ın ifade özgürlüğünü kısıtlama hakkı var mıydı? Böylesi reaksiyoner bir politika yankı odaları etkisini artırıp kutuplaşmayı derinleştirmez miydi? Kapsamlı bir analiz için henüz erken ama şu ana dek pek de korkulan olmadı. Trump taraftarlarının sosyal ağı Parler üç haftadır kapalı, Amazon hosting desteği vermeyi kestiğini duyurdu, Google ve Apple uygulama mağazalarından kaldırıldı. Geçen hafta CEO’su John Matze kovuldu.

ABD kamuoyu şu sıralar Georgia’dan seçilen ve ilk QAnon taraftarı temsilciler meclisi üyesi Marjorie Taylor Greene’i konuşuyor. Meclis Perşembe günü, Greene’i kongre komitelerinden uzaklaştırdı, üstelik bu karara 11 Cumhuriyetçi parti üyesi de katıldı. Greene 11 Eylül saldırılarının uydurma olduğu dahil geçmişte yaptığı yorumlar için pişman olduğunu ifade etti. Yine geçen hafta bir başka QAnon taraftarı Anderson Cooper, bu grup tarafından yayılan komplo teorilerine inandığı için CNN’de özür diledi, hatta “Bebekleri yediğinizi düşündüğüm için özür diliyorum” dedi.

ABD’de iklim değişiyor olsa da liberal düşünce özgürlüğü savunucuları için durum hala karışık; kimisi J. S. Mill’in dahi özgürlükten bunu kastetmediğini söylüyor, kimi sağcıların ifade özgürlüğünü bir silah olarak kullandığına dikkat çekiyor ve düşünce özgürlüğünün yeniden tanımlanması gerektiğini söylüyor, kimiyse bunu uygulayan sosyal ağların tekelleşmesine dikkat çekerek ileride daha büyük sorunlarla karşılaşılacağı uyarısını yapıyor. Peki bu şirketler, devlet denetiminde olmadığına, sorumlulukları sınırlı, kamu yararı yerine kazancı öncelediklerine göre neden ifade özgürlüğü koruyucusu gibi davranıyorlar, bunun yerine hükümetlerle anlaşmak daha az maliyetli değil mi?

İfade özgürlüğünün ne olduğu konusunda ABD’de ve başka yerlerde birkaç kişinin kafası karışmış olabilir, ancak kapitalist hegemonya dünden bugüne inşa edilmedi, birkaç otoriter liderin fantezilerine bakarak yol alacak değil. Siz yerli ve milli standartlarınızı İngilizce anlatmak için çırpınırken, onlar İçişleri Bakanı’nın ifadesinin nefret söylemi içerdiğini ama kamu yararı olduğu gerekçesiyle (herkes duysun herkes bilsin diye) kaldırmadığını Türkçe ifade eder. Çok demokrat olduğundan değil, sistem içinde ancak böyle varlığını (para kazanmayı) sürdürebileceğinden…


Evrensel Gazetesi

Yorumlar kapatıldı.