İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

“Minareden marş” provokasyonuna benziyor!

Mehmet Y. Yılmaz

Kanunu uygulamakla görevli olanlar da biliyorlar ki bu suçlama, mahkûmiyetle sonuçlansa bile suçlu bulunan kişi hapis yatmayacak. Tutuklayarak, kanunda olmayan bir cezayı vermiş oluyorlar. Bir hukuk devletinde, kanunda yazılı olmayan bir ceza verilerek, insanlar hapse atılabilir mi?

İnsanları dini inançları, etnik kökenleri, cinsel yönelimleri nedeniyle aşağılayıcı davranışlar içinde olmak, her şeyden önce ahlaki olarak utanılacak bir tutumdur.

İnançlar tartışılabilecek konular değildir.

İnanmamakta serbest olabilirsiniz ama inananlara saygı esas olmalıdır.

Tabii bunun tersi de geçerli. İnanmakta ne kadar serbestseniz, inanmayanlara da o derece saygılı olmanız gerekir. Modern toplumlarda hayat böyle ilerler.

Bu girişten sonra “Boğaziçi Üniversitesi girişine Kabe fotoğrafını serdiler” konulu suçlamayla ilgili olarak üç konuya dikkatinizi çekmek istiyorum.

1 – Provokasyon kokuyor

Boğaziçi Üniversitesi’nde üzerine Kabe’nin fotoğrafı basılı bir pankartın yere serilmesi olayı ve bunun ardından iktidar kanadından gelen keskin yorumlar, yeni bir minareden marş çalınması provokasyonu gibi geldi bana.

Zehir hafiye Süleyman Soylu, o provokasyonu kimlerin yaptığını hâlâ bulabilmiş değil ancak Kabe provokasyonu konusunda kararını vermiş: “LGBT sapkınları yaptı!”

Bugüne kadar hırsız ya da katil heteroseksüellerden söz ettiğini hiç duymamıştık.

Ortada bir suç varsa, bu kişilerin cinsel yönelimlerinin ne olduğu ile alakalı bir durum mudur?

Hayır, değildir. Suçlunun hetero ya da LGBTİ+ olmasının bir önemi yoktur çünkü.

Eğer buna özel olarak dikkat çekiyorsanız, provokasyonun hedefini ve etki alanını genişletmek istiyorsunuz demektir.

Bir diğer olasılık Soylu’nun bu cinsel yönelimler ile ilgili takıntısının ardında Freudyen açıklamalar ile izah edebileceğimiz psikolojik sorunların varlığı olabilir.

Bunu bilemeyiz tabii ve doğal olarak kimseyi ilgilendiren bir durum da sayılmamalıdır.

Soylu, suçlanan kişilerin, cinsel yönelimlerine özel bir vurgu yapma ihtiyacını neden duydu?

İşte bu soru, hepimizi ilgilendirir.

2 – TC “hukuk devleti” değil midir?

Bu olayla ilgili olarak gözaltına alınan 4 kişiden ikisi “halkın dini değerlerini alenen aşağılamak” suçlamasıyla tutuklanmış. Diğer ikisi de ev hapsi ile yargılanmayı bekleyecek.

İddia edilen suçla ilgili olarak TCK 216. Maddeyi bir kez daha hatırlatayım:

“Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama Suçu

Madde 216 (1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(3) Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

Burada işlendiği iddia edilen suç, 3. Fıkraya uyuyor.

İşlendiği iddia edilen suç, “kamu barışını bozmaya elverişli” midir? Bu nedenle kamu barışı bozuldu mu?

Altı aydan bir yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanırken suçlu bulunup, mahkûm edilseniz bile hapishaneye girmezsiniz.

İnanmayan, Devlet Bahçeli’nin mafya şefleri için AKP’ye zorla çıkarttırdığı İnfaz Kanunu’na baksın.

Türkiye bir hukuk devleti ise, bu kişiler niye tutuklandı sorusunun da yanıtı yok haliyle.

Keyfi bir tutuklama yapılmış demektir ve böyle tutuklamalar peşinen cezalandırmak için yapılır.

Kanunu uygulamakla görevli olanlar da biliyorlar ki bu suçlama, mahkûmiyetle sonuçlansa bile suçlu bulunan kişi hapis yatmayacak. Tutuklayarak, kanunda olmayan bir cezayı vermiş oluyorlar.

Bir hukuk devletinde, kanunda yazılı olmayan bir ceza verilerek, insanlar hapse atılabilir mi?

3 – Kabe kutsal diye fotoğrafı da kutsal olur mu?

İslam’da Kabe’nin kutsal bir mekan olduğu konusunu tartışamayız bile.

O mekan, İslam dininde özel bir yere sahip, kutsal bir mekandır.

Peki Kabe’nin kutsal olması, Kabe’nin fotoğrafına da bir kutsiyet kazandırır mı?

Mekanın kendisi mi kutsaldır, sureti mi?

Doğu Hristiyanlığında, (Ortodoks ve Doğu Katolik Kiliselerinde) Mesih, Meryem, melek ve aziz resimlerinin yer aldığı ikonalar türünden dini sanat ürünleri var. Bazı inananlar, bunlara da kutsiyet atfedebiliyorlar.

Kutsal Kabe’nin sureti, bir tür ikona mıdır?

Bu soruları tartışabilecek bilgi düzeyine sahip değilim ama eli silahlı imamın Kabe fotoğrafına atfettiği öneme bakınca, bu konuyu İlahiyatçıların tartışmalarında yarar olduğunu düşünüyorum.

Hepimizin anlayabileceği açıklıkta anlatabilirlerse ne kadar iyi olur.

* * *
Bırakın vizyonu, bir televizyonu bile yok
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Yunanistan ile başlayan “istikşafi görüşmeler” için “Cumhurbaşkanımızın vizyonerliği sayesinde 5 yıl aradan sonra yeniden başlamış oldu. Bu önemli bir adımdır” dedi.

Hızını alamayıp, şöyle devam etti:

“Türkiye, diplomasi birikimini bölgesel ve küresel meselelerin, krizlerin çözümünde her zaman etkin kullanmıştır. Cumhurbaşkanımızın dirayetli liderliğiyle bu birikimi etkin şekilde bundan sonra da kullanmaya devam edeceğiz.”

Her zaman söylemişimdir, dünyaya AKP gözlüğüyle bakmak her türlü derdin çaresi.

O gözlüğü takınca dünya pespembe görünüyor olmalı ki bunlardan hangisi ağzını açsa, böyle gaza geliyor.

Belli ki Kalın da “Ramazan bereketli aydır, ama duvardan giden kılıca sor” atasözünü hiç duymamış.

Erdoğan’ın vizyonunu, dirayetini bu kadar överken, o sözde vizyon ve dirayetin nelere mâl olduğunu hiç sorgulamıyor.

Yunanistan ile “geliştirici” görüşmeler deyim yerindeyse kalü beladan beri yapılıyor.

Ve on yıllardır olduğu gibi Ege’de hiçbir gelişme olmayacak; çünkü pozisyonunu değiştiren, bugüne kadar savunduğu çizginin arkasına çekilecek anlamına geliyor.

Mevcut olanlara, Doğu Akdeniz sorununun eklenmesinin nedeni ise Erdoğan’ın ideolojik körlüğünden başka bir şey değil.

Erdoğan’a kadar Mısır da, İsrail de Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunlarda tarafsız kalmaya gayret ettiler.

Ne zaman ki Erdoğan, İsrail ve Mısır ile ilişkileri ideolojik saplantıları nedeniyle bozdu, bu ülkelerle sürdürülen geleneksel dış politikayı terk etti, sorun orada başladı.

Buna geleceği hesap edememiş olmaktan kaynaklanan Suriye ve sığınmacılar sorununu da ekleyin.

Erdoğan bırakın vizyona, eskinin dış politika tartışmalarını izleyebileceği bir televizyona bile sahip olsaydı, başımıza bunlar gelmezdi.


T24

Yorumlar kapatıldı.