İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kent Belleği: Gedikpaşa, ‘Kutsal Melekler’

Gedikpaşa’nın geçirdiği toplumsal ve mimari tahribatın ötesinde, semtin esas kimliğini Vartkes Kaprielyan, Zvartnots Korosu ve “Haryur Mangants Yerçakhump” oluşturuyor. Semtin esas kimliği, ses, ışık ve hayat kaybolur mu hiç? Gökyüzüne doğru dalgalanan seslerden bazı tınılar kilisenin duvarları arasında, Gedikpaşa’nın yokuşlu sokaklarında asılı kalmış. Duymak istiyorsanız uğultuyu dindirin!

Berken Döner

DUVAR – Kadıköy’den Eminönü vapuruna atla. İskeleden inince karşıya geç, tramvaya bin. Ver elini Çemberlitaş… Çemberlitaş’ta hâlâ kuyum atölyeleri vardır. Buralarda Kapalıçarşı’nın ufak tefek işleri yapılır (altın presleme, eritme vs.). Benim sevgili arkadaşlarım -Besse’ler, Silva’lar, Sarkis’ler- bu atölyelerde çalışırlar. Çemberlitaş durağında inince, Nuruosmaniye’yi selamlayarak, karşı kaldırıma geçersin. Peykhane Sokağı’nın köşesinde bu vakitlerde kestaneci durur. Kışsa kestane, yazsa sokaktaki manavdan meyveler alıp atölyenin yolunu tutarsın. “Kapalıçarşı’nın ufak tefek işleri” dedik, aman küçümsemeyin! Saatler, günler hatta bazen haftalar alıyor o işler. Eğer o gün şanslıysam, işler biraz olsun kolaylanmışsa bizim için Kumkapı-Kadırga saatleri başlar. Ben Gedikpaşa’yı bu vesile ile tanıdım. Gedikpaşa önceleri Kumkapı’ya ulaşmak için mecburen yürünmesi gereken bir yoldan ibaretken, ucundan kıyısından ulaştığım bilgilerle giderek semte bağlandım. Tarihi Yarımada’nın Marmara Denizi’ne bakan güney yamacında konumlanan, Mimar Hayrettin Mahallesi sınırları içerisinde yer alan Gedikpaşa, Emin Sinan, Küçük Ayasofya, Kadırga, Şahsuvar, Muhsine Hatun, Nişanca, Mimar Kemalettin ve Beyazıt mahalleleri ile çevrili; Kumkapı ve Çarşıkapı semtleriyle komşudur. Semt her ne kadar adını, semtte bir çifte hamam, günümüze ulaşamamış bir cami ve medrese yaptıran Fatih Sultan Mehmet dönemi devlet adamlarından Gedik Ahmet Paşa’dan alıyorsa da doktoru, sanatçısı, meşhuru bol bir semttir. Aman diyeyim uzun sürecek Gedikpaşa yazılarını okuduktan sonra, soluğu orada almaya kalkmayın! Düş kırıklığına uğrarsınız! Zira günümüzün Gedikpaşa’sı iş yerleriyle, ayakkabı atölyeleriyle dolu; tavuk döner kokuları sinmiş içler acısı bir yer. Binaların rengi solmuş, yıkık dökük… Ancak butik otel tarzında işletmelerin kullandığı birkaç boyalı-bakımlı binaya denk gelebilirsiniz. Dümdüz yürüyün, yokuş sonu yolunda deniz gümüş rengi, pırıl pırıl… Kumkapı’dasınız! Orası da acıklı bir hâlde fakat… Kumkapı’nın hiç olmazsa görkemli Patrikhane yapısına, o güzelim evlerine, şirin meydanına, akşamı ayrı safa, gündüzü başka rüya hâllerine bakıp, “Sanırım bir zamanlar burada güzel bir hayat yaşanmış” diyebilirsiniz. Yeter ki temiz yürekle, ipuçlarını takip ederek yol alın! Gedikpaşa’nın geçirdiği toplumsal ve mimari tahribatın ötesinde, semtin esas kimliği siz de tanıyın istiyorum. Gelin yakından bakalım.

ZVARTNOTS KOROSU

Gedikpaşa’da günümüzde de mevcudiyetini devam ettiren kurumlar arasında olan Gedikpaşa Surp Hovhannes Kilisesi Tıbrats Tas(1), 1881 yılında kurulur. İstanbul’daki ayinlerin çoksesli olarak seslendirilmesinin yaygınlaşması üzerine “Gedikpaşa Tıbrats Tas” da kendi bünyesinde 1936 yılında Zvartnots Korusu’nu oluşturma kararı alır. Semtin tarihinde anlamlı, derin bir yere sahip olan Koro’nun adı, dönemin baş mugannîsi(2) Dr. Karekin Şahnazar’ın önerisi ile “Zıvartnots” olur. Zvartnots, yani “Kutsal Melekler”…O “melek”ler ki günümüzde de semti korumaya devam ediyor. Bu tarihi koroya mührünü vuran çok özel bir isim var. O isim Vartkes Kapriyelyan’dan başkası değil! Maestro Vartkes Kaprielyan, Gedikpaşa’nın en önemli değerlerinden biri olarak tanınır.

Vartkes Kaprielyan’ın atalarının kökeni Erzincan/Eğin’e bağlı (şimdiki adıyla Kemaliye), Ançırti Köyü’ne dayanıyor. Anne-babası (Mariam-Garabet) 1911 yılında, küçük kızları Hustiyane’yi de yanlarına alıp, İstanbul’un yolunu tutarlar. Rumelihisarı’nda derme çatma bir eve yerleşirler. Baba Garabed Kaprielyan, dülgerdir. Kısa süre içinde hem kendi evini onarır, hem de Rumelihisarı’nın sayısız ahşap evini. Bu kalender, çalışkan ve dürüst dülgeri Rumelihisarlılar hemen benimser. İşleri yoğundur. Yorgun argın döndüğünde tek katlı ahşap evinin kapısını huzurla kapatır. Mahallelinin de yardımıyla İstanbul’da bir düzen kurmaya çalışan Kaprielyan Ailesi’nin hayatı Çanakkale Savaşı ile altüst olur. Garabed Kaprielyan, 1914 yılında askere alınır. Çanakkale Savaşı’na katılır. Ailesi 1916’nın sonunda, yaralı olarak İstanbul’a getirildiğini haber alır. Askeri hastanede tedavisi sürerken, yaşamını yitirir. Eşi ve oğlu hastaneye ziyarete gittiklerinde hayatlarının en kederli anlarını yaşarlar. Garabed Kaprielyan ölmüş, kimseye haber verilmeden Ermeni mezarlığının “Nahadagadz” (Şehitler) bölümüne defnedilmiştir. Küçük Vartkes, bu anı hayatı boyunca unutamaz. Bu yeri doldurulamaz kayıpla birlikte, hayatında yeni bir dönem açılır. O güne kadar onca yoksulluğa rağmen, tüm kaygılardan, korkulardan âzâde bir çocukluk geçiriyordur. Anadoluhisarı’na kadar yüzebilmek ve balık tutmaktan başka hiçbir şeyi dert edinmez. Dünya karşısında heyecanlıdır. Babasının ölümüyle birlikte çocukluğunda bir dönem kapanır. İlkokul öğrencisidir. Babasız kalan ailesinin geçimine katkıda bulunmak için, bir yandan okur bir yandan berber çıraklığı yapmaya başlar. O kadar çalışkan bir öğrencidir ki parlak zekası sayesinde Getronagan Okulu’na kaydolur. Oradan da Robert Koleji’ne geçer. Maddi imkansızlıklar yakasını bırakmaz. Annesi ve ablasının sorumluluğunu da üstlenmiştir. Okulu bırakmanın en iyi çözüm olduğuna inanır. Robert Koleji’ne bir daha dönmez! Bu kez terzi yanında çıraklığa başlar. Terziliği o kadar iyi öğrenir ki kısa süre içinde ustası geçecek düzeye gelir. Beyoğlu Narmanlı Han’da bir dükkân açar: “Tüccar Terzi Vartkes Kaprielyan”. Döneminin en önemli kitabevlerinden Hachette, dükkanına çok yakındır. İş çıkışları muhakkak Hachette’e uğrar, yeni kitapları gözden geçirmeyi ihmal etmez.

Maestro Vartkes Kaprielyan

Eğitim ve iş hayatında çalışkanlığıyla bilinen Vartkes Kaprielyan’ın asıl tutkusu ise müziktir. Müziğe olan yeteneği en küçük yaşından itibaren çevresinin dikkatini çeker. Sekiz yaşından itibaren, düzenli olarak her pazar kiliseye giden Vartkes, on üç yaşına geldiğinde kilisede sabah dualarını tek başına okuyarak, mugannîlere yardımcı olacak düzeye gelir. Başmugannî Andon Lale, müzik eğitimin temellerini atar. Enstümanlar içinde en çok kemanı seviyordur. Müzik alanında kendisini geliştirebilmek için komşuları Kemanî Mirican’dan ders almaya başlar. O kadar hızlı gelişme kaydeder ki bir süre sonra Arşam Kavafyan’ın öğrencisi olur. 1933 yılında, henüz 20’li yaşlarının başındayken Gedikpaşa Kilisesi’nde muganni olarak görev yapmaya başlar. Kilisedeki görevliler bu dikbaşlı, her şeye karışan, yeni gelen mugannîyi benimsemezler. Öyle ya papyon da takıyordur… Pek kendilerine benzetemezler. Korktukları gibi olmaz. Vartkes Kaprielyan, çalışkanlığı, özverili kişiliği, birleştiren tutumuyla herkesin kalbini kazanır. Kilisede başmugannî ve yönetici olarak görevlerini sürdürürken, farklı dönemlerde, Gedikpaşa Kilisesi Vakfı’nda yönetim kurulu başkanlığı ve Mesropyan Okulu’nun kuruculuğu gibi yeni görevler üstlenir.

HARYUR MANGANTS YERÇAKHUMP

O dönemlerde Mesropyan Okulu’nda müdür ve veliler arasında aylık, rutin toplantılar yapılması kuraldır. O toplantıların birinde veliler derslerden sonra çocukların sokakta oynamasından yakınır, Müdür Vartkes Bey’den bir çözüm bulmasını talep ederler. Vartkes Bey’in çözümü basittir; “Çocuklarınızı kiliseye gönderin”. Aileler tarafında da bu fikir benimsenir. Tek sorun kilisede çocuklarla ilgilenecek kimsenin olmayışıdır. Bu görevi de yoğun ısrarlar sonucu Vartkes Kaprielyan üstlenir. Amacı çocuklardan oluşan bir koro kurmaktır. Bu fikirle yola çıkıp, Mesropyan’da okuyan 650 öğrencinin tek tek sesini dinler. Koronun 100 çocuktan oluşmasını tasarlar. Öyle ki adını bile düşünmüştür: “Haryur Mangants Yerçakhump”. Yani, “100 Çocuk Korosu”. Tasarlandığı gibi olmaz. Provalara seçilen çocuk sayısı 120’yi bulur! Çocukların sayısı hedeflenenden fazla olsa da koronun adı değişmez. 1957 yılının, Nisan ayında Gedikpaşa’da çocuk sesleri çınlamaya başlar. Tamamı çocuklardan oluşan koro, provalara başlamıştır. Yaz tatili döneminde verilen ara haricinde on ay boyunca haftada iki kez bir araya gelirler. Zvartnots Tıbrats Tas Korosu’nun yıldönümünün kutlandığı 1957 yılının 5 Mayıs’ının sabahında kilisenin bahçesinde, boyunlarında “maestro”ları Vartkes Kaprielyan’ın kendi dükkanında diktiği kırmızı papyonlarla çocuklar hazır durumdadır. Kilisede ilahi okuyan tıbirlerin giydikleri şabiglerini (kaftan) giyerek, kilisedeki yerlerine geçerler. O gün Gedikpaşa, görkemli tarihini hatırlatırcasına İstanbul’un çeşitli semtlerinden akın akın koroyu dinlemeye gelen insanları ağırlar. Çocukların büyük bir uyum içinde okudukları ilahiler büyük beğeni toplar. Sonraki yıllarda Türkiye Ermenileri Patriği olacak olan Epikopos Karekin Kazancıyan, o günkü vaazında Gedikpaşa’nın çocuklarını över; Maestro Vartkes Kaprielyan’ı sözleriyle onurlandırır. Ayinde soloları seslendiren isimler (Opera Sanatçısı, Tenor Kevork Boyacıyan, Şahnur Ceyhan, Nigoğos Kazancıyan, Aram Güreğyan, Bedros Kazan, Nubar İnceyan, Aleksan Kasapyan, Kevork Çağlıçubukçu ve Garo Kaprielyan) ise ilerleyen yıllarda kendi alanlarında ünlü isimler olacaktır.

Maestro Vartkes Kaprielyan ve oğlu Garo Kaprielyan

Garo Kaprielyan, Baron Vartkes’in o vakitler üçüncü sınıf öğrencisi olan oğludur. Koro içinde pek çok “Garo” olduğu için ona bir lakap takarlar: Papyon Garo! Anlaşılan o ki, Baron Vartkes’in yıllar önce Gedikpaşa’ya papyonuyla geldiği hiç unutulmamış, adeta nesilden nesile aktarılan bir anlatıya dönüşmüştür.

Kevork Çağlıçubukçu ise, Maestro’nun gözdelerinden, koro içindeki yetenekli çocuklardan biridir. Öyle ki Zvartnots Korosu bugün onun önderliğinde çalışmalarına devam ediyor. Çağlıçubukçu, doğma büyüme Gedikpaşalı: “Hamam Caddesi, Neviye Sokak”. Korodaki diğer çocuklar gibi Mesropyan Okulu mezunu. Nice ayinde kusursuzca ilahiler söyleyen sesi, okulunu anlatırken kıvrılıp, bükülüyor. 1950’lerin Mesropyan Okulu, öyle azımsanacak gibi de değil doğrusu. Okul bünyesinde 2 “anaokulu”, 2 “birinci sınıf”, 2 “ikinci sınıf”, 2 “üçüncü sınıf”, 1 “dördüncü sınıf”, 1 de “beşinci sınıf” faaliyet gösteriyor. O dönem Mesropyan Okulu’nun öğrenci sayısı 650, semtin Ermeni nüfusu yaklaşık olarak 26 bin. Bu kalabalık mahallenin en şenlikli olduğu zamanlar okulların tatile girip de, evlerde salça yapma telaşının başladığı zamanlardır. Kasa kasa domatesler alınır, el birliği ile kapı önlerinde, avlularda salça yapılırmış. “O günlerde yer gök domates kokardı” diyor Kevork Bey, “Bu fasıl bittikten sonra da ver elini Beyazıt, Çemberlitaş sinemaları…”. Çocukların pek çoğu sinemaya giderken, Küçük Kevork’un en büyük tutkusu akordeon çalmakmış. Günlerden bir gün Şehzadebaşı’nda akordeon kursu verildiğini duyar. “Sinemaya gidiyorum” diyerek evden çıkar, akordeon kursuna kayıt olup, döner. Bir gün dahi aksatmadan, büyük bir tutkuyla çalışır. “Hesaplayamadığım tek şey, 1960 İhtilali’ydi” diyor. O gün yarım bırakmak zorunda kaldığı akordeon kursunun sızısını hâlâ yüreğinde duyuyor. Yıllar geçer, küçük Kevork büyür. Torunu bile olur. Torunu doğduğunda Tanrı’ya dua eder: “Bu çocuk konservatuvar okusun. Müziği hiç dinmesin”. Duaları kabul olur. O vakit gidip bir piyano alır. Şimdilerde torunu, iyi bir piyanist olma yolunda adım adım ilerliyor. Dedesinin onunla gurur duyduğunu da biliyordur sanırım.

En önde Onno Tunç yer alıyor.

Kevork Bey, geçmişi düşünce “Maestro Vartkes Kaprielyan’ın bizimle tek tek uğraşması, tıpkı mermere ağaç dikmeye benzer” diyor. Koroya seçildiği o “büyük gün”ü ise hiç unutmuyor. Maestro, çocukları gruplara ayırır: “en iyi kulak”, “iyi kulak”, “orta kulak”, “kulağı olmayan ama hevesi olanlar”. Yine de gruplar arasında sevgide ve saygıda hiçbir ayrım yapılmaz. Çocuklar arasında kardeşlik duygusu geliştirmeye çalışılır. Kevork Bey, “en iyi grup”un ilk sırasında yer aldığını söylerken, gözlerinin içindeki parıltıyı görmenizi çok isterdim. Koro son derece disiplinli çalışarak, kısa zamanda büyük yol kat eder. Haftada iki gün provalar yapılırken, pazar günleri “en iyi kulak”lar için özel bir çalışma programı uygulanır. Plan program yavaş yavaş oturup, çocukların ayindeki ilahileri seslendirecekleri tarih yaklaşınca üniforma sorunu ortaya çıkar. Kilise heyeti, Vali Fahrettin Kerim Gökay’dan randevu ister, çocukların durumunu anlatır. Onun onayı ile Sümerbank’tan çok cüzi bir miktar karşılığı kumaşlar alınır. Kevork Bey’in babası Garabet, Sultanhamam’da terzidir. Tıpkı kendisi gibi terzi olan diğer velileri örgütler. El birliği ile çocukların üniformalarını hazırlamaya girişirler. Uykusuz geçen günler boyunca kumaşlar biçilir. Dikmek zamanıdır… Çocuklar boyunlarındaki kırmızı papyonla lacivert pantolonları içinde salınsın, dönsün dursun, şarkılar söylesin diye…

Koro olağanüstü bir ilgiyle karşılanır. Kısa süre içinde İstanbul’un pek çok kilisesinden davet alan Gedikpaşa Haryur Mangants Yerçakhump üyeleri, en çok Kınalıada davetlerini severler. Ada’da konser bitince fıstık çamları altında piknikler tertip edilir. Zaman akıp gider…Çocuklar büyür. Yaşı ilerleyen çocuklar çocuk korusunu bırakıp, büyüklerin korosuna geçer, Zvartnots üyesi olmanın mutluluğunu yaşarlar. Koroyu yeni çocuklar doldurur. 50’li, 60’lı yıllarda Gedikpaşa Surp Hovhannes Kilisesi’nin görkemli günlerine şahit olunur. Yapılan bu özverili çalışma ileride Türkiye çapında ses getirecek olan değerli müzik üstatlarının yetişmesine de yardımcı olur. İstanbul Şehir Operası solistileri arasında anılacak olan Bedros Kuyumcuyan bu isimler arasındadır. Haryur Mangants’ın güzel sesli Bedros’u, Leyla Gencer de dahil olmak üzere dönemin değerli sanatçıları ile birlikte sahne alır. Diğer iki isim ise pop müziğe yön verenlerden Onno Tunç ve kardeşi Arto Tunçboyacıyan’dır. Onlar da bu koroda yetişir. İlk müzik bilgilerini böylesi bir ortamda edinirler.

Zıvartnots Korusu / Fotoğraf: Agos Gazetesi arşivi

Gedikpaşa Kilisesi sanatsal faaliyetlere, müzik ve tiyatroya her daim değer verir. Gedikpaşa gibi bir dönem tiyatronun kalbinin attığı bir merkezde yaşayanların yolunun tiyatro ile kesişmesi kaçınılmazdır. Müziğin yanı sıra tiyatroya de gönül veren bazı Zvartnots Koro üyeleri bir araya gelerek, Molier’in “İsteksiz Doktor” adlı komedisini sahnelemek üzere toplanır. İlk olarak 26 Ocak 1966 tarihinde, kilisenin salonunda sahnelenen oyun büyük beğeni toplar. Çalışmayı çok seven bu insanlar arada kendilerini ödüllendirmekten de geri durmazlar. Farklı tarihlerde eğlenceler düzenlerler ancak akıllarda en çok 18 Aralık 1969 tarihinde Park Otel’de tertiplenen 300 kişilik danslı yemek eğlencesi yer eder. Kilise yönetimi ve koro üyelerinin aileleri ile birlikte katıldıkları bu etkinlik şarkılar ve danslarla geçer. Unutulmaz bir gece yaşanır. Yıllar geçer… Günün birinde, takvimler 1970’lerin sonları gösterirken Maestro Vartkes Kaprielyan, Amerika’ya göç etme kararı alır. Çocukların boynu bükülse de koro devam eder. Maestro’nun yerine gelenler(3) de kalıcı olmaz. Onlar da peş peşe İsviçre, Kanada, Los Angeles’e dağılır. Gedikpaşalılar bir bir ülkelerini bırakıp, dünyanın çeşitli yerlerine göç ediyorlardır. Geride bir tek Kevork Çağlıçubukçu kalır. Hem koronun en yetenekli üyelerinden biridir hem de hayatı boyunca koroya sadakatini sürdürmüştür. Kevork Bey, uzun yıllar önce devraldığı maestroluk görevini günümüze kadar kesintisiz olarak sürdürmeye devam ediyor. 26 bin kişilik Gedikpaşa Ermenileri’nden yıllar içinde geriye çok az sayıda insan kalır. Öyle ki ne düzenli olarak kiliseye giden o kalabalık cemaat, ne çocuklarının “mugannî” olmasını isteyen anne babalar vardır.

Gözümü kapatıp bir zamanlar çocukların o güzel seslerinin çınladığı günleri hayal ediyorum. Gönüllülük ilkesi ile hizmet vermiş olan o değerli insanların okudukları ilahilerin, şarkıların yitip gitmediğini biliyorum. Ses, ışık ve hayat kaybolur mu hiç? Gökyüzüne doğru dalgalanan seslerden bazı tınılar kilisenin duvarları arasında, Gedikpaşa’nın yokuşlu sokaklarında asılı kalmış. Duymak istiyorsanız uğultuyu dindirin!

*Beni Gedikpaşa ile tanıştıran, bu yazının yazılmasında desteğini bir an olsun esirgemeyen Agos Gazetesi’nin değerli yazarı Besse Kabak’a yürekten sevgi ve borçluluk duygularımla…

Dipnotlar

  1. Tıbrats Tas: Bağlı bulundukları tüzük doğrultusunda üye olmaya hak kazanmış bireyler tarafından seçilmiş olan yönetim kurulunca idare edilen, Ermenicede ‘tıbir’ olarak adlandırılan [kilise hiyerarşisinde en alt rütbeyi almış olan] bireylerin ayin düzeni, okunan dualar ve ilahileri öğretmek için oluşturulan kurum.
  2. Mugannî: Güzel sesle ve mûsikî kurallarına uyarak şarkı söyleyen kimse, şarkıcı, ses sanatkârı, hânende. Kilisede ilahileri okuma görevini üstlenen tıbir ve TıbratsTas için de “Muganni”, “Muganni Heyeti” tanımı kullanılır.
  3. Tenor Kevork Boyacıyan, Diyakoz Mihran Gülyan, Garo Kaprielyan

Gazete Duvar

Yorumlar kapatıldı.