İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bir dev Yazar.. Bir müthiş Araştırmacı.. Ve de bir Dost!.

Yıllar yıllar önce, Çetin Ağabey’in (Altan) köşesi bembeyaz çıkınca, Mülkiye kantininde şaşkına dönmüştük.. “Bugün canım yazı yazmak istemiyor” demişti, Çetin Ağabey!. Ülkenin o günkü durumuyla ilgili yapılmış en derin, en anlamlı, en çarpıcı eleştiriydi yaptığı..

Şimdi, alt kattaki çalışma odamda bilgisayarımın karşısında oturur ve klavyeyi adeta zorla tuşlarken içimden geçen his aynen bu..

“Bugün canım yazı yazmak istemiyor..”

Ama bu defa sebep tamamen bana özel.. Kısaca bir özetlemeye çalışayım..


17 Ocak’ta, yani tam 10 gün önce Ertuğrul Özkök, “Günümüzde Unsolved Mysteries/ Çözülmemiş Esrarengiz Olaylar kategorisinden” diyerek “12 boş tabut ve avluda faili meçhul bir ceset” diye bir başlık atmıştı, köşesine..

Roma İmparatorluğu’nun “Doğu ve Batı” diye ikiye bölünmesinden sonra olanları anlatıyordu. Saffet Emre Tonguç’u, onun yönlendirmesiyle Hayri Fehmi Yılmaz’ı aramış.. Ama 12 tabutun sırrını çözememiş.. Rivayetler varmış..

Okuyunca güldüm..

Üstat Radi Dikici’yi aradım.. Bu köşenin eski okurları bilirler.. Dünyaca ünlü Bizans ve Roma araştırıcısı. Sayısız kitap yazdı. İngilizce, Türkçe.. Sayısız da makale.. Gene İngilizce, Türkçe..

Köşemizde Bizans’tan bugüne İstanbul’u anlattı hafta sonları konuğum olarak.. Yani konunun tam uzmanı..

“Okudun mu?” dedim.. “Okumaz olur muyum” dedi.. “İşin aslını, senin köşede yazmıştık yıllar evvel” dedi.. “Peki güncellemek ister misin” dedim..

“Tabii” dedi.. “En kısa zamanda..”

Çok geçmeden döndü..

“Bu işi biraz daha ciddi yapsak.. Belgeleri, bilgileri ile 3 günlük bir yazı serisiyle anlatsak da bir daha kimse tartışmasa.. Meçhul falan demese..”

“Tabii Üstat” dedim.. “Cuma, cumartesi, pazar yayınlarız. Neticede yaşadığımız kentin, İstanbul’un hikâyesi bu.. Sen yazıları ve resimleri, belgeleri yolla, salı elimde olsun. Planlar, o hafta sonu yayınlarım. Hangi salı olursa olsun. Kendini sıkma.. Şubatta bile olur.”

Titizliğini biliyorum Üstadın.. Pazar günü “Bu salı yetiştirmeye kalksam içime sinmez.. Kafalarda hiçbir soru bırakmayacak bir yazı hazırlamak istiyorum. Gelecek salı olur mu” diye mesaj attı, gene..

“Tamamdır” dedim..

Salı günü, “Yani bu salı yetişmeyecek” dediği salı günü, yani bu yazıyı yazdığım güne göre dün, cep telefonuma bir mesaj düştü..

“Hıncal Bey, ben Radi Dikici’nin oğlu Umurhan Dikici.. Babamı maalesef bu sabah geçirdiği kalp krizi sonunda kaybettik. Son bir haftadır sizin köşeniz için yazı hazırlıyordu.. Pandemi dolayısıyla camide cenaze töreni olmadığı için doğrudan yarın Zincirlikuyu Aile Kabristanı’nda defnedilecek. Sizinle özel yakınlığını bildiğim için haber vermek istedim..”

Telefon elimde dondum kaldım.. Ben şimdi sıcak odamda, bilgisayarımın başında.. Radi Ağabeyim az sonra, Zincirlikuyu’nun buz gibi topraklarının altında.. Hani yıllar yılı işe giderken her gün önünden geçtiğim, kapısında “Her canlı ölümü tadacaktır” yazan devasa mezarlık var ya, orda..

“Ağabeyim” dedim.. Lafın gelişi değil.. 1959 Mekteb-i Mülkiye-i Şahane’nin tarihinde önemli bir yıldır. 1859’da kurulan Mektep, “Siyasal Bilgiler Fakültesi” adıyla 100 yaşına girmişti o yıl.. İşte o yıl mezun olan Radi Ağabey’den bayrağı devralmıştım ben adeta, ayni yılın sonbaharında o okula başlayan Tüllap olarak..

Mülkiye’de bir sınıf yukarısı “Ağabey”dir geleneksel..

12 yıl Maliye Müfettişliği yaptı Sonra aile şirketi bir demir-çelik üretim firmasında çalıştı. 1980’den itibaren kişisel merakı “Tarih”, özellikle de “Bizans Tarihi”ne merak sardı ve tüm dünyada Bizans’la ilgili makale ve belgeleri taramaya başladı.. Ve de üretmeye.. Belgeleriyle tarih olarak yazdı Bizans’ı. Hayal gücü ile efsaneleştirdi, adı en büyük Bizanslıları, roman diye yazdı..

Dört İstanbul, Büyük Theodosius, İmparator Heraklius, Theodora (İngilizcesi de var), Bizans İmparatorluğu Tarihi, The Byzantine Empire, Büyük Konstantin – Helena ve Fausta, Şu Bizim Bizans, Bu Şehr-i Stanbul ki’yi yazdı…

Daha başka konular da yazdı tabii. Bodrumlara taşınıp günlerce konuşarak..

Cumhuriyet’in Divası Müzeyyen Senar..

Aşkın Kavurduğu Güneş Zeki Müren..

Bu kitapların hangisini elinize alırsanız alın, bırakamazsınız bitirmeden. Hatta tekrar okursunuz..

Öyle anlatırdı ki, tiryakilik yaratırdı.

İşte o Radi Dikici..

O dev yazar.. O müthiş araştırmacı.. Ve de o harika dost, bugün gidiyor, son defa gidiyor!. Ebedi İstirahatgâh’ına gidiyor.

Sevgili Bizans’ının, paylaşamadığı İstanbul’unun koynunda uyuyacak artık..

Başımız sağolsun İstanbullular.. Artık her nerede iseniz!. Yunanistan’dan Amerika, Kanada’ya, Avustralya’ya dek..


FATİH CAMİSİ AVLUSUNUN ALTINDAKİ BİZANS!.

(Üstat Radi Dikici, Ertuğrul’un (Özkök) 2021 Ocak’ında bir yabancı kaynaktan bulup yazdığı “12 Tabut”un öyküsünü, 6 Aralık 2015’te bu köşede yazmıştı. Okumamış Ertuğrul ya da hatırlamamış.. Ya da..

Neyse.. Üstadın ardından, onu anlatacak en güncel, en güzel yazının o olduğunu düşündüm..

İşte aslında çoktan çözülmüş sırların gerçek öyküsü.. İşte o beş sene evvelki yazı..)


“İstanbul tarih açısından bir mücevher. Yazmakla biteceğini zannetmiyorum” diyor Üstat.. “Şu ana kadar hiç yazılmamış bir konuyu okurlarımıza sunacağız.Okurlarımız, yürüdükleri yerlerin altında imparator ve imparatoriçe mezarları olduğunu öğrenince şaşıracaklardır, sanırım.”Söz Bizans araştırmacısı, yazar Radi Dikici’de..


İmparator Büyük Konstantin, Roma İmparatorluğu’nun başkentini İzmit’ten (Nikomedia) Byzantium’a taşımaya karar verince, 326-330 yılları arasında büyük bir imar hareketine girişir ve imparatorluğun eski başkenti Roma’dan daha görkemli bir şehir yaratır.

11 Mayıs 330 Pazartesi günü yapılan büyük bir törenle şehrin yeni adını bizzat kendi açıklar:

Yeni Roma (Nouvo Roma).

Ancak bu isim çok tutmaz, onun yerine şehir, önce Konstantinopolis ve daha sonra Konstantinople, Osmanlı döneminde Konstantiniyye ve en sonunda da İstanbul olarak adlandırılır.

Konstantin 325 yılında İmparatorluğun resmi dinini Hıristiyanlık olarak ilan ettikten sonra 330 yılına kadar üç kilisenin yapımına öncelik verir. Bunlar Ayasofya, Aya İrini ve Kutsal Havariler Kilisesi’dir.

Ayasofya zamanında tamamlanamaz ama Kutsal Havariler’in büyük bölümü ile Aya İrini 330 yılına yetişir.

İmparator Konstantin için Kutsal Havariler Kilisesi’nin özel bir önemi vardır.

İnşaat sırasında, kiliseye, güney cephesinin sol tarafından girişi olmak üzere ana caddeye doğru uzanan oldukça büyük bir bölüm ekler. İçine 13 mezar için yer hazırlatır. Ortada kendisi yatacak, sağına ve soluna 6 ve 6 olmak üzere İsa’nın 12 havarisinin kemikleri, daha doğrusu onlardan kalan kutsal parçalar konulacaktır.

Böylece kendisi de 13. havari olarak onlar arasında yer almış olacaktır.

Amacı, dünyanın en kutsal değerlerini bir araya getirerek eşi bulunmaz bir kilise yaratmaktır.

Ancak, havarilerden St. Andrew’un ve ayrıca Luke ve Timothy’nin parçalarını getirmek mümkün olur. Buna karşı 330’dan 1056 yılına kadar, tam 16 imparator, bunlar arasında Büyük Konstantin de vardır, 17 imparatoriçe buraya gömülür.

Kilisenin inşaatının tamamlanmasından iki ay sonra, İsa’nın çarmıha gerildiği haçı bulan annesi Helena, 80 yaşında iken ölür. İlk gömülen de o olur. (Helena’nın Roma’da gömülü olduğu ve lahdinin Vatikan Müzesi’nde bulunduğuna dair kayıt vardır ama doğru değildir.) Kutsal Havariler Kilisesi’nin diğer bir özelliği, yine Konstantin tarafından yaptırılan o zamanki adıyla Mese olan geniş bir bulvar üzerinde olmasıdır.

Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’un Fethi sırasında, ordusuna bütün Konstantinople’un güzelliklerini bahşettiğini açıklar. Bunun anlamı, o zamanın kurallarına göre üç gün süreyle, fetih sonrası ordunun şehri yağmalamasıdır. 29 Mayıs 1453 Salı günü erken saatlerde Konstantinople fethedilir. Yaklaşık 50 bin kişi, bunlar arasında her milletten sırf bu yağma için orduya katılmış başıbozuklar dahil, akın akın şehre giren herkes Kutsal Havariler Kilisesi’nin önünden geçen bulvarı kullanmak zorundadır.

Padişah, Kutsal Havariler Kilisesi’nin yağmalanmasını yasakladığı için, hiç kimse hiçbir surette kiliseye dokunmaya cesaret edemez.

Aynı gün öğleden sonra şehre giren II. Mehmed, fetih gününden itibaren Konstantinople’da sadece 17 gün kalır ama ilk işi harabe halinde olan imparatorluk sarayını (Büyük Saray), Tekfur Sarayı’nı ve belirli bölümleri çökmüş Kutsal Havariler Kilisesi’ni gezmek olur.

Aradan tam on yıl geçince, 1463 yılı geldiğinde Fatih, külliyesi ile birlikte cami yaptırmaya karar verir. Bunun için de Kutsal Havariler Kilisesi’nin bulunduğu yerin en uygun olduğunu görür.

Önce kilise yıkılır, ondan sonra inşaat başlar.

Fatih’in imparator ve imparatoriçe mezarlarının olduğu yeri görmemiş olması mümkün değildir.

Üzerine bir cami ve külliyesini koymaktan kaçınması ve o alanı boş bırakması kadar doğal bir şey olamaz.

Cami, mezarların olduğu bölümün yaklaşık 20 metre kadar gerisine inşa edilir. Cami ile külliyelerin arası, yani bugün bir kısmı taşlarla ve çimle kaplı alan boş bırakılır.

Gözlemlerimize göre mezarlar işte bu alanın altındadır. Unutmayalım, fetihten bu yana 562 yıl geçmiş ve bu süre içinde, o güne göre İstanbul tam 7 metre daha yükselmiştir. Bugün imparator ve imparatoriçe mezarları, (krokide gösterilmiştir) toprağın 7 metre altında bulunmaktadır.


TEBESSÜM

İstanbul Kuşatması sırasında birçok Bizanslı falcı, Osmanlı’nın İstanbul kuşatmasında surları aşıp Bizans’a gireceğini, ancak Stavros Sütunu’na, yani günümüzdeki Çemberlitaş’a vardığında ilahi bir gücün Bizanslılara yardım edeceğini söylemişti.

Osmanlı ordusu Çemberlitaş’a ulaştığında gökten bir melek inecek ve elindeki kılıcı sıradan bir Bizanslı’ya verecekti. O Bizanslı da, o sihirli kılıçla Osmanlı ordularını İran’a kadar püskürtecekti.

Bazı tarihçiler, birçok Bizanslı’nın Çemberlitaş’ın (Osmanlı kuvvetlerine göre) arkasında bulunan Ayasofya’ya sığınmalarını böyle açıklarlar..


SEVDİĞİM LAFLAR

“At ölür meydan kalır… Yiğit ölür şan kalır!.”

Türk Atasözü


Sabah Gazetesi

Yorumlar kapatıldı.