İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Dijitalleşme müzelerin geleceğini nasıl etkileyecek? Başgelen: Müzelerde akıllı dijitalleşmeye ‘evet’, klasik müzeciliği öldürmeye ‘hayır’

Geleneksel ve dijital müzecilik arasında denge kurulmasının şart olduğunu belirten arkeolog-editör Nezih Başgelen, dijital teknolojinin olanaklarının kullanılması ancak tümüyle bir sanal dünya yaratılmaması gerektiği görüşünde

Lale Elmacıoğlu

Dijital gelişmeler nedeniyle hayatın pek çok alanında kritik dönüşümler yaşanırken, müzecilik bu etkilerin öne çıktığı alanların başında geliyor.

Teknoloji özellikle pandemi döneminde müzelere sanal ortam üzerinden ‘bir tık ile’ ulaşabilen kişi sayısını artırırken, dünyanın başka noktalarındaki bireylerin internet vasıtasıyla o eseri görüp, daha fazla bilgi sahibi olabilmesine olanak tanıdı.

“Dijital teknolojinin olanaklarının kullanılmasına ‘evet’ ama tümüyle bir sanal dünya yaratılmasına ‘hayır'”

Dijitalleşmenin müzecilik üzerindeki etkilerini konuştuğumuz arkeolog-editör Nezih Başgelen’e göre, hayatın pek çok alanında olduğu gibi müzecilikte de teknolojinin sunduğu avantajları kullanmak gerekli.

Başgelen, dijital çağın imkanlarını müzecilikte görmenin önemine değinse de, eserlerle yüz yüze olmanın ortadan kalkmaması gerektiğini söyledi.

2000’lerden itibaren dijitalleşmenin yayamın pek çok alanını etkilediğini ifade eden Bagelen, pandemi sürecinin, dijital müzeciliği özellikle daha da ön plana çıkardığını ifade etti.

“Dünyadaki pek çok müzeye ve etkinliklerine bu süreçte rahatlıkla ulaşabildik” diyen Başgelen, “Araştırmacılar açısından dünyadaki önemli müzelere ulaşmak, örneğin İtalya müzelerindeki koleksiyonları görebilmek, arkeolojik buluntularını taramak önemli. Ancak her şeyin dijital olduğu bir müzecilik uygulaması da pek rasyonel durmuyor. Örneğin bir Romalı askerin miğferinin nasıl yapıldığını ve kimler tarafından kullanıldığını görsellerle arkada Led ekranda aktarabiliyorsunuz. Hatta Gladyatör filmindeki savaş bölümünde o miğferlerin giyildiği sahneyi bile gösterebilirsiniz. Bunları aktardığınızda, tarihsel contex konusunda izleyici ile etkin bir bilgi köprüsü kurabiliyorsunuz. Müzelerde akıllı dijitalleşmeye ‘evet’ ama klasik müzeciliği tümüyle öldürmeye ‘hayır’. Orijinal eserlerle yüz yüze olmanın ortadan kalkmaması gerekli. O sebeple, dijital teknolojinin olanaklarının kullanılmasına ‘evet’ ama tümüyle bir sanal dünya yaratılmasına hayır” çünkü gerçeklikten de kopmamak gerekli” diye konuştu.

Dijitalleşmenin avantajları kadar dezavantajlarına da değinen Nezih Başgelen, “Bunlardan ilki dijital teknoloji uygulamaya başladığınız aşamada eskimeye başlıyor. Müzelerin sürekli bakım anlaşmalarının olması gerekiyor. Aksi takdirde aletler sürekli bozularak, iş göremez hale geliyor” dedi.

“Teknoloji kullanılmalı ama eserler teşhirden kalkmamalı”

“Dijitalleşen müzelerdeki eserleri sanal ortam üzerinden görebilmek mümkün ancak o deneyimi yüz yüze tecrübe etmekten alınan haz, bu şekilde de duyulabilir mi?” sorusuna ise Başgelen, şu yanıtı verdi:

Bir eser ile o eserin kullanıldığı zaman arasında ziyaretçiye yolculuk yaptırabilmek, önemli bir olanak. Pek çok şeyi, Led ekranlardan 3D olarak görebiliyorsunuz. Teknoloji kullanılmalı ama eserler teşhirden kalkmamalı. Klasik müzeciliğin unsurları da olmalı ki, bu işin bir anlamı olsun. Eseri yüz yüze görebilmek bambaşka, gözlük takıp 3 boyutlu izlemek ayrı. İkisinin de yadsınamaz önemi var ama ben yine eseri karşımda görmek isterim. Örneğin Antalya Müzesi’ne gittiğim vakit, bölgedeki kazılarda bulunmuş tarih öncesinden Selçuklu’ya tüm eserleri görebilmek isterim. Ya da Selçuk’taki müzeyi ziyaret ettiğimizde Efes Artemis heykellerini üzerindeki semboller veya burçlar kuşağıyla yakından görmek farklı bir duygu.

Türkiye’nin dijital müzecilikte geldiği noktayı ve neler yapılması gerektiğini sorduğumuz Başgelen, bu alanda özellikle son 20 yılda ciddi yatırımlar yapılsa da henüz müzecilik işlevleri ve kadroları açısından henüz bunların istenilen aşamada olmadığını belirterek, özellikle depo ve envanter sorunlarına dikkati çekti:

Türkiye müzecilikte ciddi yatırımlar yaptı ama dijital envanterler açısından yol almamız gereken uzun bir yol var. New York’taki Metropolitan Müzesi’nin tüm koleksiyonlarına ulaşabiliyorsunuz ama örneğin bizde İzmir Arkeoloji Müzesi’nin eserlerine ulaşamıyorsunuz. Bu açıdan gerek ziyaretçilere gerekse araştırmacılara yönelik hizmet verme konusunda Türkiye’deki müzelerimiz sıkıntılı. Bakanlık bu alanda yol almaya çalışıyor, ancak daha çok dijital teşhir ve tanzim sergileme projelerine ağırlık veriliyor. Müzelerimizin internet sayfaları güncel ve gerekli bilgiler açısından oldukça kısıtlı bir menü sunabiliyor. Müze binalarının bulunduğu yere, temsil ettiği kültürel değerlere ve coğrafyaya uyumlu ve özgün proje olarak tasarlanması önemli.

“Çanakkale’de başarıyla uygulananı Çukurova’da yapmayı tasarlarken, bölge tarihinin ve coğrafyasının değerlerine duyarlı hareket etmeli”

Nezih Başgelen, başarılı yatırımlar yapılsa da henüz müzecilik misyonunun yerine getirilmesinde özellikle arazide definecilik tahribatının önlenmesinde istenilen aşamada olmadığını, bu sorunları aşabilmek için İtalya ve Yunanistan’daki gibi arazi teşkilatının kurulması gerektiğini belirtti.

Başgelen, “Çanakkale’de başarıyla uygulananı Çukurova’da yapmayı tasarlarken, bölge tarihinin ve coğrafyasının değerlerine duyarlı hareket etmek gerek. Sahadaki tahribat sorunlarını giderebilmek, definecilik hareketlerini önlemek için de arazi teşkilatlarının biran önce kurulması gerekiyor” ifadelerini kullandı.

“Çin çok büyük atak yaptı”

Dünyada dijitalleşmeyi başarılı şekilde gerçekleştirebilen ülkelerin hangileri olduğunu sorduğumuz arkeolog-editör Nezih Başgelen, ilk sırada Çin’in bulunduğunu ifade etti. Başgelen’e göre, Çin, ticaret savaşı içinde bulunduğu ABD’yi kültürel atılım yönünden geçti:

Özellikle Çin, pandemi sürecinde dijital müzecilikte çok büyük atak yaptı. Bu dönemin paradigması, Çin odaklı gelişiyor. Yeni yaşam, vizyonlar, söylem, bakış açısı, İpekyolu rüzgarıyla birlikte müzecilikte de kendisini gösteriyor. Yaptığı binalar doğru, projeler başarılı. Çin’in rakibi ABD de dijital müzecilikte geri kalmıyor ama 60’larda,70’lerdeki öncü rolü örselendi, son yıllarda büyük yatırımlarda gerekli ilerlemeyi kaydedemedi.

“Dıştan bakıldığında bina, geleneksel değerlerini koruyor ama içeride tüm dijital olanaklar mevcut”

Dünyadaki pek çok müzeye internet üzerinden ulaştığını belirterek, bunların arasında Güney Amerika’dan ABD’ye, Birleşik Krallık’tan Almanya ve Fransa’ya pek çok yerin bulunduğunu anlatan Nezih Başgelen, sözlerini şu ifadelerle sürdürdü:

Metropolitan Museum (Müzesi), Chicago Field Museum (Müzesi), British Museum (Müzesi), Louvre gibi onlarca örnek var. Almanya, Müzeler Adası’nı yeniledi, Berlin merkezi çağa uyarlama konusunda atılımda. Fransa’da Louvre bu konuda kendi çapında yenileme programını devreye soktu. Eski klasik sergilemesini de koruyor ama bir yandan da dijital teknolojiyi de uyguluyor, tam da istediğimiz şey. İtalya ise hala klasik gidiyor, onu da seviyorum. Toscana ile tarihi de koruyor. İspanya ise Toledo ile öne çıkıyor. Dıştan bakıldığında bina, geleneksel değerlerini koruyor ama içeride tüm dijital olanaklar mevcut. Müzede de konaklama yapılan otelde de bu böyle. Olması gereken bu.

“Bir ailenin ziyareti 300 liraya çıkıyor”

Bilet ücretlerine de değinen Nezih Başgelen, özellikle özel müzecilikte bir günün ‘halk günü’ sayılması tavsiyesinde bulundu. Başgelen, “Bu işin, yıkıcı bir bütçeye dönüşmemesi lazım. Anne, baba, çocuktan oluşan bir ailenin ziyareti 300 liraya çıkıyor. O zaman da bu iş, bir kültür hizmeti olmaktan çıkıyor” ​​​yorumunu yaptı.

“Tıp öğrencileri, vaka izlemek için hastanelere gittiğinde oraya ücret ödeyip de mi giriyor?”

Nezih Başgelen, arkeolog, sanat tarihçileri, ilgili bilim dallarındaki öğretim üyeleri, müzeciler ve öğrencilerin müze ve ören yerlerini ücret ödemeden ziyaret etmeleri gerektiğini de dile getirdi:

Müze ve ören yerlerine arkeologların, sanat tarihçilerin, emekli müzecilerin ve müzelerle ilgili bilim dallarındaki öğretim üyelerinin ücretsiz girememesini izah etmek oldukça zor. Hele hele emekli müze müdürlerimizin vaktiyle görev yaptığı müze ve ören yerlerine bile bilet almadan sokulmaması ise trajikomiktir. Bu konuda ilginç bir örnek 1966-1979 yıllarında Efes Müzesi Müdürü olarak görev yapan müzeciliğimizin saygın isimlerinden Sabahattin Türkoğlu’nun emekli olduğunda Selçuk’a gelip görev yaptığı dönemde her gün ilgilendiği St. Jean kazısını ziyaret etmek istediğinde, takip kapısından içeri alınmaması bu duruma ibretlik bir örnektir. Bu tatsız durum emekli pek çok arkeolog hocamızın da başına gelmiştir. Arkeologlar ve sanat tarihçilerin yanı sıra bu dallarda eğitim gören öğrenciler de müzelere ve ören yerlerine ücretsiz giriş yapamıyorlar. Tıp öğrencileri, vaka izlemek için hastanelere gittiğinde oraya ücret ödeyip de mi giriyor? Müzeler ve ören yerleri buralardaki eserlerle ilgili bölümlerde okuyan öğrencilerin derslerinde gördükleri konuları daha iyi anlamak ve kavramak için mutlaka ziyaret etmeleri gereken yerlerdir.


Independent Turkce

Yorumlar kapatıldı.