İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Türklüğü benimsemeyen Ermeni’ye de mi ‘Türk’ denecek!

***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***

MURAT SEVİNÇ

Yirmi ikinci yazı…

Sonuncu yazı anayasalarımızdaki yurttaşlık tanımının kökeni üzerineydi. ‘Türklük’, çok kimlikli Osmanlı’nın dağılma sürecinde, özellikle Balkan Savaşları’nda yaşanan büyük travmanın ardından güçlü bir biçimde gündeme geldi ve 1924 Anayasası ile kurulmak istenen ‘ulus-devletin’ yurttaş tanımı olarak kabul gördü. 

1924 Anayasası’nın yapım aşamasında, yeni devletin uyruğunu tanımlamak üzere ‘önerilen’ sıfatlardan biri ‘Türkiyeli’ idi.

Gerek 1924 Anayasası’nın ‘metnine’ (lafzına), gerekse sonraki iki anayasanın (1961 ve 1982) yapım süreçlerindeki tartışmaların yer aldığı meclis tutanaklarına bakıldığında, ‘Türk’ adının devlet ile kurulan ‘yurttaşlık’ bağını anlatmak için kullanıldığı kabul edilebilir. 

Ancak tutanaklara ve anayasa komisyonlarının raporlarına bakıp bunu görmek, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında ve özellikle 1930 sonrasının kültür devrimi aşamasındaki ‘ulus yaratmak’ hedefi yolunda yapılanları, konuşulanları, yazılanları, ezcümle, yeni devletin insanına bir kimlik bulma gereksinimiyle ahaliyi ‘Türkleştirme’ çabasını da görmeyi engellememeli. 

Bir de tabii, Cumhuriyet’in ilk anayasası olan 1924 Teşkilat-ı Esasiye’deki yurttaşlık tanımı kabul edilirken, meclis tartışmalarında ‘Türklüğe’ verilen gerçek anlamı ve özellikle Ermeni karşıtlığını! Sözcüklerin tarihi üzerine düşünmek bu nedenle önemli. Cumhuriyet tarihine şöyle bir göz atıp da “İmparatorluk’tan miras kalmış ahaliden Türk olmayanlar da Türklüğü kabul etmek için can atıyordu” demenin gerçekle bağdaşır bir yanı yok.

Önceki yazıda, günümüzde de zaman zaman gündeme gelen ‘Türkiyeli’ sıfatının Türkiye anayasacılığında (ve toplum ortalamasında) kolaylıkla kabul görmeyeceğini/benimsenmeyeceğini tahmin ettiğimi, bu nedenle yurttaşlık tanımı olarak ‘Türkiye Cumhuriyeti’ adlandırmasının daha uygun olabileceğini, ancak ‘Türkiyeli’ sözcüğü uydurulmuş gibi davranmanın da saçma olduğunu söylemiştim.

Bugün önereceğim ve başvuracağım çalışmalardan biri olan Baskın Oran’ın, ‘Etnik ve Dinsel Azınlıklar- Tarih, Teori, Hukuk, Türkiye’ (Literatür, 2018) kitabında konuya ilişkin ayrıntılı bilgi var. Ben, ilk kez 1920’lerde kullanıldığını düşünüyordum, ancak Baskın Hoca’nın verdiği bilgiye göre, ‘Türkiyeli’adlandırmasının geçtiği en eski resmî metin 07.11.1935 tarihli Yabancı Okullar Yönergesi’ne de temel oluşturacak olan Ağustos 1915 tarihli ‘Mekatib-i Hususiye (özel okullar) Talimatnamesi.’ Mustafa Kemal ise ilk kez, General Frunze’nin talimatnamesini sunma töreninde, 20.12.1921’deki konuşmasında ‘Türkiyeli’ demiş.

Mustafa Kemal 1919-1923 arasında, Türk kimliğinin etnik temelli kullanımından genellikle kaçınıyor. Kurtuluş Savaşı’nın, başta Kürtler olmak üzere Osmanlı’dan kalan diğer etnik unsurlarla birlikte verildiği hatırda tutulmalı. Baskın Oran, Mustafa Kemal’in Cumhuriyet öncesi ve sonrasında, konuya ilişkin hangi sözcükleri ne sıklıkta kullandığını bir tabloda göstermiş. Buradan, Cumhuriyet öncesinde çoğunlukla Türkiye Milleti, Türkiye Halkı, Türkiye Devleti, Türkiye Hükümeti gibi kavramlarını tercih etiğini görmek mümkün. 

Başka bir yazıda anlatacağım ‘Mustafa Kemal’in Anayasa Taslağı’nda da (1923 sonbaharı) ‘Türkiyeli’ kavramı birden çok maddede kullanılmıştır.

Kurtuluş Savaşı anayasası olup bu ay 100. yılını dolduran 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda ‘Türk’ sıfatına yer verilmemişti. ‘Türk’ adlandırması sonraki üç anayasada giderek daha fazla kullanılmıştır. Tahmin etmek zor değil, en çok başvurulduğu metin 1982 Anayasası!

Cumhuriyet’le birlikte ‘ulus-devlet’ yaratma hedefiyle söz konusu çabadan ve daha kapsayıcı sözcük tercihlerinden vazgeçiliyor. Türkçesini yazalım; Kürtlere, ‘Kürt olarak’ ihtiyaç kalmıyor! 

Gelelim yazının başlığına…

İlk Cumhuriyet anayasası yapılırken, sıra ahaliye bir isim verip yurttaşlık tanımı yapmaya geldiğinde, “Ne diyeceğiz” sorusuna yanıt aranır. Meclis’te uzunca tartışılır. Madde, Komisyon’dan Genel Kurul’a şu şekilde gelmiştir: “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın (Türk) ıtlak olunur.” Maddenin bu haline itirazlar yöneltilir.

Bozok mebusu Ahmet Hamdi Bey, hükme ‘Türk harsını (kültürünü) kabul edenlere’ ifadesinin eklenmesini ister. Komisyon adına konuşan Celal Nuri Bey, Lozan’a atıf yaparak, tanıma ‘hars’ sözcüğünün eklenmesinin mümkün olmadığını, gayrimüslimlerin de hak ve özgürlüklerden eşit şekilde yararlanacağını belirtir. Tartışmada, İstanbul mebusu Hamdullah Suphi Bey de maddeye yönelik itirazlarını sunar. Hamdullah Suphi metni yadırgamıştır, çünkü‘Türk’ denenler, o yıllarda bir yandan da ülkeden ‘çıkarılmaya’ çalışılan insanlardır. 

Suphi Bey der ki: “Lâfzen bir tefsir bulabiliriz. Maddeye tefsir ile geçebilir, fakat bir hakikat vardır. Onlar Türk olamazlar. Hatta Meclis de firari Rum ve Ermenileri Türk yapamaz. Onlar da olmaz, imkanı yoktur… Arkadaşlar… toprağımızın içinde yaşayan bir Ermeni ki, bilhassa Anadolulu olanlar, bunun pek güzel şahididirler. Ayrı bir mektebi yoktu, ayrı bir terbiyeleri yoktu, ayrı bir lisanları yoktu. Türk şiirlerini yazdılar, Türk mânilerini söylediler… fakat araya propaganda girdi, araya nifak girdi… Şimdi asırların Türkleştirmiş olduğu Ermenileri bizden ayırmaya başladı. Şimdi ayrı bir lisanı var, ayrı bir mektebi var, kalbine ayrı bir şey sokmuşlardır.” 

Celal Nuri Bey, Fransa’daki bir Musevi nasıl ki Fransa’yı benimsemişse, Türkiye’de yaşayan bir Ermeni’nin de aynı tavrı sergilemesi gerektiğini iddia eder:“…mekteplerinizi kapatınız, Ermeniliği terk ediniz, Türk harsını kabul ediniz. Ondan sonra size Türk deriz. Fakat siz lisan ayrılığı, mektep ayrılığı, Devlet ayrılığı güdünüz; ondan sonra geliniz ve bana deyiniz ki, bizi Türk telakki et. Eğer böyle muhalif iseniz, elimden gelmez. Çünkü ruhumun inanmasına imkan yoktur.” 

Celal Nuri Bey şöyle devam eder: “Eskiden bir Osmanlı sıfatı vardı, bu sıfat cümleye şâmildi. Bu sıfatı ortadan kaldırıyoruz. Yerine bir Türkiye Cumhuriyeti kaim olmuştur. Bu Türk Cumhuriyeti’nin de bilcümle efradı Türk ve Müslüman değildir. Bunları ne yapacağız? Ortada bir Rum var, bir Ermeni var, bir Yahudi var, türlü türlü anasır var. Lehülhamd ki ekalliyettir. Bunlara eğer ‘Türklük‘ sıfatını vermeyecek olursak ne diyeceğiz?”

Soru üzerine mecliste, “Türkiyeli” sesleri duyulur. Celal Nuri Bey: “İstirham ederim, Türkiyeli hiçbir manayı müfit değildir.” Yine Lozan’a atıfla, “Bunlara Türklük sıfatını vermeyelim de ne yapalım, elimizde ikinci bir imkan var mıdır” sorusunu yöneltir.

O esnada Konya mebusu Naim Hazım, Türk yerine ‘Türkiyeli’ kullanılması için önerge verir. Kabul edilmez. Ardından Hamdullah Suphi Bey’in önergesi kabul edilir. Buna göre: “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk ıtlâk olunur (denir).” Böylece ilk öneriye ‘vatandaşlık bakımından’ sözcükleri eklenmiş olur ve madde oylanarak kabul edilir.

Görüldüğü gibi, 1924 Anayasası’ndaki yurttaşlık tanımının ‘lafzı’, köken vurgusunu reddeder. Herkese, ancak ‘vatandaşlık bakınından’ Türk denir. Ayrıca, Anayasa’nın diğer maddelerinde geçen ‘Türklük’ ile de ‘yurttaşlık bağının’ kastedildiği açık. Örneğin, bugün temel haklar diye bildiğimiz kısmın o zamanki başlığı, ‘Türklerin Hukuku Âmmesi’ (kamu hakları). 

Buna karşın, vatandaşlık maddesinin ilk fıkrasına ‘vatandaşlık bakımından’ifadesinin eklenmesinin nedeni, herkesin Türk sıfatına layık olmadığı, olamayacağı kanaatiydi. Ermeni’ye vb. Türk demeyiz, onlar ancak ‘vatandaşlık bakımından’ Türk sıfatını hak edebilir! Cumhuriyet’in sonraki yurttaş kimliği siyaseti de, ‘Türkleştirme’ doğrultusunda devam edecektir.

Anayasa tartışmaları/açmazları bakımından temel sorun, metinlerdeki sözcüklerin neden tercih edildiği ve yıllar içinde hangi anlamları kazandığı, bunun‘eşit yurttaşlık’ idealine bir katkısı olup olmadığı. Bir metne ‘Türk/Türk milleti’ yazılmasıyla, ifadenin herkesi kapsar bir duygudaşlık yaratıp sınırlar içinde yaşayan insan topluluğunun ‘ulus’ haline gelmesi arasında, on yıllar geçmesi gerekebilir. Bunlar, içerikleri tamamlanmamış, oluşan, değişen, zenginleşen ve bazen, yoksullaştırılan sözcükler.

Tarihimizde her şey böylesine apaçık gözümüzün önünde duruyorken, görmek isteyen herkes görebiliyorken, yine de okuduğu şu yazıya sinirlenen ve “Hayır efendim, anayasadaki ‘Türktür’ ifadesi etnik kökeni kastetmez, Türklük hem lafzen hem uygulamada herkesi kapsayan bir sözcüktür” düşüncesinde ısrar eden okura, basit bir soru yöneltilebilir: Devlet memuriyetinde, yargıda, TSK subayları içinde vs. neden gayrimüslim yurttaş yok? Bunu engelleyen nedir? Anayasa’daki hükmün lafzı mı? Öyle ya, eşit yurttaşlar değil miyiz! Bu ‘hukuksal’bir sorun mu? Bırakalım hukuku, sizce bu bir ‘sorun’ mu?

“Canım kendileri istememiştir hâkim, bürokrat olmayı” mı diyorsunuz? Güzel. Geçen yıl vefat eden Ermeni milletvekilinin ardından, bir iktidar partisi vekilinin anma konuşması yaparken “Türkiye’de yaşayan bir Ermeni’nin hayatının nasıl olması gerektiğini…” deyişi? Ne dersiniz? Cumhuriyet’in yurttaşlık siyaseti nasıl daha gerçekçi biçimde dile getirilebilir! İkna olmadınız mı? Boşverin o zaman.

Devam edecek…

Bir metin önerisi: Tunalı Hilmi Bey’in, 1902 tarihli Halkçı ‘Türkiye Anayasası’ önerisini merak ediyorsanız, meslektaşımız Tolga Şirin’in sayfasından okuyabilirsiniz. Buraya bırakıyorum.

Video önerisi: 65 yaş üzerine ‘hukuka aykırı’ biçimde çile çektirilen şu süreçte, Ulaş Bayraktar ve Kent Rasathanesi’nden çok güzel, kısa bir ‘Yaşlıların Kenti’programı. İnsanın, dünya üzerinde bize benzemeyen birilerinin yaşadığını bilmesi çok iyi bir şey!

http://www.diken.com.tr/turklugu-benimsemeyen-ermeniye-de-mi-turk-denecek/

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın