İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Günün tablosu: 100 yıl önceye göre ileri, beş yıl önceye göre çok geri bir Türkiye

Beş yıl önceki tabloyla karşılaştırıldığında bugünün Türkiye’si bölünme sancılarının gittikçe ağırlaştığı, uluslararası sahada yalnızlaşmanın dibe vurduğu ekonominin çöktüğü bir tabloya sahip. Bu tablo beş yıl önce çok farklı idi.

2014’ün sonuna kadar ülkede ve uluslararası sahada hüküm süren iyimserlik havası, iç barışın ve huzurun demokratik yöntemlerle sağlanacağı beklentisinin bir sonucuydu. Göreceli de olsa bu beklenti içeride toplumsal yakınlaşmayı, dış politika da geniş bir partner ilişkisi (G20) ve yabancı sermayenin Türkiye’de yatırıma yönelmesini sağlamıştı. Toplumsal yaşamın her alanında etkisini gösteren bu iyimserlik, barış masasının devrilmesi ve Kürtlere karşı savaş ilanıyla sona erdi.

‘Barış’ dönemi, AKP’nin senaryolarına rağmen, Türkiye’nin son yüzyıllık politikasının en başarılı dönemi olmuştur. Son beş yıl ise (2015-2020), Türk devlet tarihinin en beceriksiz, en zayıf ve en kaybedici dönemidir. Bu beş yıl, Türk devletinin mafyalaştığı, terör örgütleriyle işbirliği yaptığı, dünyayı terörle tehdit ettiği, ırkçı saldırganlığı dış politikanın yegâne enstrümanı haline getirdiği, dini iktidar değneği olarak kullandığı bir dönem oldu.

Trump’ın ‘‘Amerika First” çıkışı, ABD gibi güçlü bir ülkeyi dahi son dört yıl boyunca hem içerde, hem de dış sahada büyük sorunlarla karşı karşıya getirdi. Irkçı beyazlar ve ticaret dünyasının bir kesiminden destek alan bu çıkış, ülke içinde kutuplaşmaya, uluslararası düzeyde partnerlerle sorunlu politika ilişkisine neden oldu. Geleneksel devlet politikası hem içerde hem de dışarıda önemli ölçüde zorlandı.

  1. yüzyıl ırkçılık ve faşist diktatörlük hevesli akımlara müsait değil. Çünkü finans-kapitalin 21. yüzyıl için hesapları, planları var. Bu hesap ve planla kesişen her şey er ya da geç finans-kapital sisteminin gazabına maruz kalacaktır. Sınır, dil, din, etnik köken için ya da ulusal alan olarak bölünen dünyanın herhangi bir bölgesinde 20.yüzyıldan kalma devlet formlarının dar çıkarları uğruna 21. yüzyıl ve sonrası için planladığı dünya egemenlik sistemi planlarını boşa çıkaracak hiçbir gelişmeye müsaade edilmez.

Türk devletinin ideolojik felsefesi ırkçılık ve tekçiliktir. Kendi başına bu durum dahi yeni dünya sistemi için bir sorun. Finans-Kapital sisteminin şu anda gösterdiği ‘tolerans,’ dünyadaki gelişmelerin konjoktürel durumundan kaynaklı ve geçicidir. Bu geçicilik kavramını dünya egemenlik sisteminin hesaplarına göre düşünmek gerekiyor. Başka bir deyimle bu geçicilik 10 yıl da, 50 yıl da sürebilir. Sürenin sona ermesi planlananın başarıyla uygulanmasına bağlıdır. Türk devleti ve dengi devletlerin ömrü de bu durumun gereği kısa ya da uzun olur.

İmparatorluk geleneğinde demokrasi ve özgürlüklere yer yoktu. Padişah halife, müslüman olan toplum tebaa, gayri-müslimler ise aşağı bir kategorideydi. idi. Türk devletinin son yüzyıllık sürecine ise, ya “Türk’sün, ya Türk’e kölesin,’’ ‘“ya sünni İslam’sın, ya da İslam düşmanısın’’ diyen Pan Türkist ve Pan İslamist ırkçı zihniyet damgasını vurdu.

Bu manzaranın iç yansıması şöyle oldu: İçerde etnik kimliklerinden ötürü Ermeniler ve Kürtler soykırıma tabi tutuldu. Aleviler inanç kimliğinden, Türk ve İslam olmayanlar etnik ve inanç kimliklerinden ötürü devletin potansiyel hedefi oldu. Etnik ve inanç kimliklerinin soykırımı bir yüzyıla yaydırılarak devam ettirildi.

İnsanlığa karşı suç kategorisine giren bu suçların toplumsal yansıması ise şöyle: Türkiye aydınının ezici çoğunluğu, toplumunun yüzde doksanı Ermeni ve Kürtlerin soykırımdan geçirildiği gerçeğini, azınlık inanç gruplarının (Aleviler, Ezdiler, Hıristiyanlar) katledildiğini kabullenmiyor. Toplum, sorunların esas kaynağı olan ırkçılığı, kendisinin dokunulmaz tabuları arasında görüyor ve sorgulamıyor. Bu naiflik, toplumun günlük olarak maruz kaldığı sosyal sorunlar yumağı olarak toplumun kendisine geri dönüyor. Toplum bu ‘self destruction’la (kendi kendini imha) devleti ve kendisini bugüne taşıdı. Tartışmasızdır ki, bu yolculukta ‘aydının’ rolü büyüktür.

Türk aydını tarihsel görevini, sistem olarak devleti değil, devlet aygıtını dönemsel elinde tutanları eleştirmek olarak görmüş; ya da böyle programlanmış. Aydının bu tavrının sebebi muhtemel iki olgudan kaynaklanabilir. Biri ‘Devletin süreklilik’ ilkesinin yeterince kavramamış olması (zayıf bir ihtimal), diğeri Devlet’e bilinç altı bağlılık (daha güçlü ihtimal).

Ahval yazarı Ergun Babahan bu yönde önemli bir analize imza attı. Ahval’de (10.12.2020) yayınlanan ’’Türkiye’nin emperyal projesi ve muhtemel sonuç’’ adlı makalesinde, geçmiş ve bugün yaşanan olaylar serisinin devletin planlı politikası sonucu gerçekleştiğini, olayların devletin politika bütünlüğü içerisinde cereyan ettiğini anlatan bir yazı kaleme aldı.

Babahan ’’(Ermeni Soykırımı’nın mimarlarından olan Enver Paşa da “Mavi Vatan” benzeri bir hayal peşindeydi…. Soykırımın bir numaralı sorumlusu Talat Paşa ile birlikte Şişli Abide-i Hürriyet Parkı’nda yatmakta ve her yıl törenle anılmaktadır. Talat Paşa’nın cenazesinin 1943 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla Türkiye’ye getirilmiş olması, Cumhuriyet’in aslında İttihat ve Terakki’nin bir devamı olduğunun bir başka göstergesidir.’’ (İ.B)

Bu tespit çok önemli ve Türk aydının bir yüzyıl boyunca söylemeye cesaret edemediği sihirli tanım. Buradan başlanırsa, bugüne kadar topluma yedirilen yanlış tarih ve yanlış Türklük şuuru düzeltilebilir. Ermeni, Kürt, sünni İslam olmayan inanç mensupları, Türk olmayan etnik kimlik mensuplarının ırkçı politikanın kaçınılmaz sonucu olarak soykırım ve katliamlardan geçirildiği gerçeği Türkiye toplumunun gündemine taşınırsa, Türk toplumuna düşman olarak tanıtılan Kürt, Ermeni, Rum etnik, Alevi, Hıristiyan, Ezdi inanç azınlıklarının düşman olmadığı, taleplerinin ‘sorun’ değil, hak olduğu anlaşılacak. Bu, Türkiye’yi toplumsal barışa götürecek tek yoldur. Bu yolu gitmek için demokratik bir topluma ve demokratik bir devlete ihtiyaç var.

Demokratik devlet inşası, devletin ideolojisi temelinde toplumu kutuplaştıran, yüzyıldan beri devleti elinde tutan iktidar ve muhalefet kadrolarıyla mümkün değildir. Bu kesimlerin dışında kalan demokrasi güçleri, aydın, entelektüel, sosyalist, demokrat, liberal, gazeteci, yazar, toplumun kanaat önderleri bu görevi yüklenmenin tarihi sorumluluğuyla karşı karşıyalar.

Irkçı devlet eliyle yaratılan sorunların çözümü, demokratik toplum ve demokratik devletle çözülebilir. Aksi halde devletin ve Türklüğün özgeçmiş karnesinin sayfalarına yeni katliam ve soykırımlar eklenmeye devam edecektir. Irkçılıkla başlayan ‘uygarlaşma’ serüveni, içerde parçalanma, dış dünyadan izole olma durağına varmış bulunuyor. 21. asır dünyası, 20. Asrın dünyasında insanlığa karşı işlenen suçlara gösterilen toleransı gösteremez. Ama daha önemli olan Türk halkı, Türk aydının bu kanlı tarihle yüzleşmeden daha ne kadar yaşayacağı, yaşamak isteyeceğidir.

@Ahval Türkçe


Ahval News

Yorumlar kapatıldı.