İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Piyango

Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi’nde bir bölümü ‘tombala’ ve ‘Milli Piyango’nun merkezinden geçtiği yılbaşı adetlerine ayırmıştı. Çünkü piyango, Türkiye’de milyonlarca kişinin gönüllü olarak dahil olduğu ulusal bir oyundu. Edebiyatta, tarihte ve gündelik hayatta yeri olan bir ‘adet’…

Cem Erciyes

“1976’yı 1977’ye bağlayan yılbaşı gecesini, Keskinlerin evinde tombala oynayarak geçirdim.” Masumiyet Müzesi’nin ‘Tombala’ başlıklı 58. bölümü bu cümleyle başlar. Orhan Pamuk burada orta sınıf Türkiyeli ailelerin gündelik hayatından, akşam eğlencelerinden bilhassa yılbaşı kutlamalarından söz eder. Bu alışkanlıkların merkezinde yıllar boyu hem Nişantaşı’nda hem de Çukurcuma’da, sınıflar ötesi bir alışkanlık olarak sürdürülen, yetişkinlerin bir tür istihza ile oynadıkları ama yine de vazgeçmedikleri tombala oyunu vardır.

“Kemal, bak 27 çıktı, sende var!” demişti Füsun. Benim oyuna dikkat etmediğimi görünce, tombala kartımın üzerine kendi eliyle bir kuru fasulye koyup 27’yi örtmüş, gülümsemiş, “Dalga geçme” demiş, dikkatle, endişeyle hatta şefkatle bir an gözlerimin içine bakmıştı.”

Roman kahramanı Kemal’in Füsun’dan beklediği ilgiyi nadiren gördüğü anlardan biri de tombala vesilesiyle olur. Kemal bize, Masumiyet Müzesi’nde sergilediği tombalanın sekiz yılbaşı akşamı Füsunların evinde oynadıkları işte bu tombala takımı olduğunu söyler. Benzer bir takımın annesinin evinde de 1950’lerden 1990’ların sonuna kadar neredeyse yarım asır boyunca yılda bir kez çıkartılıp kullanıldığını ve sonra tek tek taşları sayılıp fasulyeleri torbalanarak bir kenara kaldırıldığını hatırlar. Orhan Pamuk tombala adetinin tarihine de birkaç satır için uğrar:

“İtalyan ailelerinin Noel akşamları toplanıp oynadıkları bir Napoli oyunu olan tombala, pek çok yılbaşı töreni ve alışkanlığı gibi, Atatürk’ün takvim reformundan sonra Levanten ve İtalyan ailelerden İstanbul’a yayılmış, kısa sürede evlerde yılbaşı gecesi eğlencelerinin vazgeçilmez bir parçası olmuştu. 1980’lerde gazeteler, yılbaşından önce okurlarına ucuz kartondan yapılmış, plastik rakamlı tombala takımlarını hediye ederlerdi. (…)”

Orhan Pamuk’a göre 1980’li yıllarda “hayatımızın ağır akan alçakgönüllü müziğini” hatırlatan nesnelerden bir diğeri de Milli Piyango biletleridir. Masumiyet Müzesi’nin kahramanı Kemal’in Nişantaşı’ndaki annesi de Çukurcuma’daki Nesibe Halası da her yılbaşı mutlaka bir tane çeyrek bilet alır ve bunu tombalada kazananlara gidecek hediyelerin arasına katarlar. Çünkü o yıllarda Milli Piyango bileti almak milyonlarca insan için tıpkı tombala gibi bir yılbaşı eğlencesiydi. Elbette herkes biletlerini alırken içten içe büyük ikramiye kazanmanın o küçücük ihtimalini de hesaba katar, çıkmayacağına kendini inandırsa bile ‘adettendir’ diyerek çeyrek bir bileti kenara koyardı. Bu biletleri kentin, hatta Türkiye’nin farklı yerlerinden almak da ayrı bir adetti. Yılın ilk günü gazeteler mutlaka tirajlarını artıracak ‘sıralı Milli Piyango listesi’ verir, günün ilk işi biletlere o listeden bakmak olurdu.

O biletler kentin dört bir yanında karşımıza çıkan seyyar piyango bayilerinden alınır, bilet satıcıları Masumiyet Müzesi’nde anlatıldığı gibi daha çok satış yapabilmek için ilgi çekici yöntemler bulmaya çalışırdı: “Yılbaşlarına doğru Milli Piyango biletlerini satmak için İstanbul sokaklarına dağılan on binlerce satıcıdan bazıları, Noel Baba kılığına girip zengin mahallelerine giderlerdi. 1980 yılında bir akşamüstü Füsunlara götüreceğim tombala hediyelerini seçerken, okuldan dönen kızlı-erkekli, üç-beş liseli öğrencinin, bizim evin karşısında piyango satan Noel babayla alay ettiklerini, pamuktan sakallarını çekiştirip gülüştüklerini gördüm.”

Noel baba kostümü ya da en azından klasik milli piyango şapkasıyla yılbaşı öncesi kentin tüm sokaklarını ve köşe başlarını kaplayan piyango satıcıları, bu yıl yoktu. Ben de pek çok tanıdığım gibi, kendi geleneğimize uygun olarak senede bir kez Milli Piyango bileti alıyorum. Yıllardır süren bu alışkanlığımın istisnası, yıl içinde meyhane masasına gelen piyangocudan alıverdiğim bir bilet olur en fazla. Yine böyle akşamlardan birinde, masadaki arkadaşım uzun yıllardır her çekiliş için mutlaka bilet aldığını söylemiş, biraz şaşırdığımı görünce ‘çok ucuza hayal satın alıyorum’ diye durumu izah etmeye girişmişti…

Bu geleneğin içimizdeki kumarbazla ne kadar alakası var bilmiyorum. Ama aşikâr olan bir şey varsa o da piyangonun bir ulusal ortak eğlence, hep birlikte oynadığımız bir oyun olduğudur. Bu oyunda büyük ihtimalle kaybedersiniz, ama kimse kaybettiği para için üzülmez. Çünkü bilir ki kaybedilen paralar bir araya gelir ve yoksulların, muhtaçların ya da herkesi ilgilendiren ulusal bir meselenin hizmetine sunulur. Bu da kaybetmenin sanıyorum ki en büyük tesellisidir.

Piyangonun tarihi de zaten bu kolektif ruhu harekete geçirebildiği, ortak bir kültür yaratabildiği dönemlerden geçerek günümüze kadar gelir. Ulusal kimliklerin, milliyetçiliklerin kendini gösterdiği 19. asrın icatlarından biridir ulusal piyango.

Türkiye’de piyangonun tarihini yazan Mete Tunçay’ın kitabından da yararlanarak kaleme alınmış, İstanbul Ansiklopedisi’ndeki ‘piyangolar’ maddesine göre bu topraklarda çekiliş faaliyeti Levanten ve gayrimüslimler arasında başlamış. Bilinen ilk çekilişlerden biri 1853’te (muhtemelen atlattığı ilk yangından sonra) sıkıntıya düşen Naum Tiyatrosu’nun düzenlediği eşya piyangosu. 1856’da Ermeni Katolik kilisesinin himayesindeki Ayestefanos Piyangosu, 1870- 1910 yılları arasında gerçekleşen Şark Şimendiferi Piyangosu, 1898 Osmanlı-Yunan Savaşı gazileri için düzenlenen İane Sergisi Piyangosu, Rus savaşından sonra gelen göçmenler için düzenlenen 1906 Ziraat Bankası Piyangosu… Osmanlı döneminin belli başlı piyangoları. Cumhuriyet döneminde ise 1925’te Türk Tayyare Cemiyeti yararına Tayyare Piyangosu başlıyor. Bu daha sonra Türk Hava Kurumu Piyangosu’na dönüşüyor. Hatta ilk özel yılbaşı ikramiyesi bu piyango tarafından 1932’de veriliyor. 1939’da Milli Piyango İdaresi kuruluyor ve ulusal piyango da bu adı alıyor.

Bu piyango biletlerini satan ünlü bayiler de var. İstanbul Ansiklopedisi onlara da geniş yer ayırmış: Tek Kollu Cemal, Uzun Ömer, Cüce Simon ve günümüze kadar varlığını sürdüren Nimet Abla gibi… Burada verilen bilgiye göre 1994 yılında İstanbul’da 1470 seyyar bayi varmış. Bu bayilere ne oldu bilmiyorum, ama 2020’deki son çekilişten önce hiçbiri sokaklarda değildi…

Şişli’de yıllardır görmeye alıştığım seyyar bayileri yerinde bulamadım. Postanenin hemen önünde, eski YKM’nin köşesinde, Pelit pastanesinin önünde bilet satanlar yok olmuş. Aynı şey Kadıköy, Beyoğlu ya da başka semtler için de geçerli. Kentin her köşesine yayılan piyango bayilerine ne olduğunu ise internette kısa bir araştırma yaparken bulduğum şu Sözcü haberinden öğrendim. Meğerse piyango idaresini devralan özel şirket bayi komisyonlarını yarıya indirince 15 bin bayinin 14 bini işi bırakmış, sözleşmesini yenilememiş…

Milli Piyango özelleştirmesine dair çıkan ‘KDV kıyağı tartışması’ndan, ikramiyelerle ilgili yayılan çeşitli şaibelerden ister istemez pek çok kişi etkilendi ve tahmin etmesi güç değil, müdavimleri için bu oyunun tadı kaçtı. Bazı insanlar kaybettikleri paranın artık ulusal bir mesele yararına harcanacağına inanmıyor olmalılar ki oynamayı bıraktılar.

Türkiye edebiyatında, tarihinde, gündelik hayatında kendine özgü bir yeri olan Milli Piyango da memleketin kutuplaşmasından payını aldı gibi görünüyor.

Ben mi? Ben arayıp tarayıp bir sabit bayi bulmuş ve yine de bir çeyrek almış olabilirim… Adetlerden vazgeçmek kolay değil.


Gazete Duvar

Yorumlar kapatıldı.