İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘İyi Çoban’ Monsenyör Ruben’in ardından

İstanbul Latin Katolik Episkoposu Ruben Tierrablanca Gonzalez geçtiğimiz hafta COVİD-19 nedeniyle hayatını kaybetti. Peder Antuan Ilgıt , Episkopos Ruben Tierrablanca Gonzalez’in Meksika’dan Türkiye’ye uzanan hayatını ve onunla anılarını Agos için kaleme aldı. Katolik Cizvit Peder Antuan Ilgıt, halen Napoli’deki Papalık Güney İtalya Teoloji Fakültesi’nde Hıristiyan Yaşamı Anabilim Dalı’nda, Ahlâk Teolojisi, Biyoetik ve Dinlerarası Diyalog alanlarında öğretim üyesi olarak görev yapıyor.

ANTUAN ILGIT

Sadece İstanbul Katolik Cemaati tarafından değil, Türkiye’deki tüm Hıristiyan cemaatleri tarafından mütevazılığı ve insancıllığı ile tanınan, 2016’dan bu yana İstanbul Latin Katolik Kilisesi Episkoposluğu ve İstanbul Havarisel Vekilliği Temsilciliği görevlerini büyük bir özveri ile yürüten Monsenyör Ruben Tierrablanca Gonzalez, 22 Aralık gecesi saat 23.42’yi vurduğunda haftalardır tedavi gördüğü Koç Üniversitesi Hastanesi’nde Covid-19’a bağlı çoklu organ yetmezliği sebebiyle dünyevi yaşantısına gözlerine yumdu.

Papalık Doğu Kiliseleri Kongregasyonu Başkanı Arjantinli Kardinal S. Em. Leonardo Sandrin Twitter’da paylaştığı taziye mesajında üzüntüsünü “Huzur içinde istirahat et! Sevgili kardeşimiz, İstanbul Havarisel Vekilliği Temsilcisi Monsenyör Ruben Tierrablanca Gonzalez vefat etti. Rab ona sonsuz barış lütfetsin” diye ifade ederken 2018’den beri başkanlığını yürüttüğü Türkiye Katolik Ruhani Reisler Kurulu altmış sekiz yaşında aramızdan ayrılan episkopos kardeşlerini “Türk Katolikler ve onunla çalışma fırsatı bulanlar onu minnetle anıyorlar. Rabbimiz İsa Mesih, kardeşimiz Monsenyör Ruben’e adanmış hayatı ve kiliseye hizmetleri için mükâfatlandırsın, onu Krallığına iyi ve sadık kulu olarak kabul etsin” duasıyla selamladılar.

Monsenyör Ruben, Meksika’nın Celaya Episkoposluk Bölgesine bağlı Cortazar’da 24 Ağustos 1952’de dünyaya gelmiş, 2 Ağustos 1970’te Minör Fransisken Rahipler Cemiyeti mensubu rahip adayı olduktan ve önce Meksika’da Santa Cruz Kolejinde ardından da ABD’denin Texas eyaletinde Saint Anthony seminerinde felsefe ve teoloji öğrenimi görmüştü. 29 Haziran 1977 tarihinde rahip olarak takdis edilmişti. Roma’da prestijli Cizvit Üniversitesi Pontificio Istituto Biblico’da Kutsal Kitap üzerine uzmanlaştıktan sonra çeşitli kademelerde görev yapan Monsenyör Ruben, 2003 yılından itibaren İstanbul Beyoğlu’ndaki Santa Maria Draperis Kilisesi’nde Minör Fransisken rahiplerin başrahipliğini ve Türkiye Ekümenizim ve Dinlerarası Diyalog için Uluslararası Kardeşlik Grubu’nun Başkanlığı görevlerini yürüttü.

‘İstanbullu’ bir Meksikalı

Kendisini Türkiye’ye geldiği andan itibaren ‘İstanbullu’ bir Meksikalı addeden Monsenyör Ruben’in hemşeriliği, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ilk önce bu güzel kentte yaşayan farklı inanç gruplarını anlatan ‘İstanbul’un Renkleri’ kitabı için düzenlenen tanıtım toplantısında sarf ettiği “Her cemaatimizin, her inançtan olan insanımızın, bu şehrin sokaklarına, parklarına, hayatına, yaşamına büyük izler, derin hikâyeler, çok derin miraslar bıraktığının farkındayız” sözleriyle, hemen ardından da Twitter’da paylaştığı taziye mesajı ile de bir şekilde tescillenmiş oldu.

Monsenyör Ruben sayısız erdeminin yanında hiç kuşkusuz yüz çehresine adeta nakışla işlenmiş gülümseyişiyle de hatırlanacak. Onunla aynı kıtada doğan Latin Amerikalı yazar Isabel Allende Llona, yaşadığımız mutluluğun verdiğimiz sevgiden geldiğini yazmıştır. Bu, her Meksikalı gibi Monsenyör Ruben’in de neden hayata, birlikte çalıştığı rahip kardeşlerine ve son anına kadar tüm yaşamını adamaktan imtina etmediği cemaatinin her bir üyesine gülümsediğini en güzel biçimde açıklıyor. Hayat onunla ne denli adaletsiz olursa olsun, her gün kaç sorunla karşı karşıya kalırsa kalsın bir Meksikalı her zaman gülümser. Monsenyör Ruben de bulaşıcı gülümsemesiyle çevresindeki herkesi huzurlu kılarak birleştirebiliyordu.

Bir ‘Pentekost’ günü

Nitekim çok değil, bundan sadece beş sene evvel, 11 Haziran 2016’de, Saint Esprit Katedrali’nde yurdun dört bir köşesinden gelen Hıristiyanların coşkun katılımıyla idrak edilen Episkoposluk takdisi ayininde Monsenyör Ruben’in bu birleştirici özelliği bariz bir biçimde ortaya çıkacaktı. O pırıl pırıl cumartesi günü Katedral sadece Katolik imanlılarla değil, Apostolik Ermeni, Keldani, Süryani Ortodoks rahipler ile Anglikan, Protestan, Luteryen ve Presbiteryen, hatta ve hatta Müslüman din adamlarıyla da dolmuştu.

Saint Esprit Katedrali, Monsenyör Ruben’in İstanbul’da yaşadığı yıllar boyunca mütevazı bir kalple ilmek ilmek ördüğü dostluk ilişkilerinin meyvelerinin toplandığı bir ‘Pentekost’a dönüşmenin yanında Episkoposluğu süresince sürdüreceği ekümenizim ve dinlerarası diyalog gayretlerinin de ilk belirtilerini veriyordu.

‘Eviniz evimizdir’

Monsenyör Ruben’i, bu dönemde, henüz Papa Francis tarafından episkopos olarak atanmamışken tanımıştım. Ankara’da Azize Teresa Kilisesi’nde hizmet verdiğim ve Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde doktoraya başladığım dönemde benim ruhani rehberim olmuştu. Ayda bir İstanbul’a gider, Santa Maria Draperis Kilisesi’nde misafiri olur, tüm kalbimi, sevinçlerimi, sıkıntı ve endişelerimi ona açar, beni teskin ve telkin eden bilge sözleriyle cesaret ve azmimi yeniledikten sonra tekrar Ankara’ya dönerdim. Santa Maria Draperis’te evimdeymişçesine rahat olmamı isterdi. 15 Ağustos 2014’te gönderdiği bir mailinde bana, bu toprakların bir evladı olmama da atıfla “Bize geldiğinizde mutlu olduğumuzu unutmayın, burası sizin eviniz ya da daha doğrusu eviniz bizim evimizdir” diye yazmıştı.

Doktora çalışmalarıma ABD’de devam etmek için Türkiye’den ayrılmak zorunda kaldığımda üzgün olduğumu bildiğinden, bana, “Elbette, bizler sizin ülkenizde yaşıyor ve sizlerin de buralardan ayrılmamanızı temenni ediyoruz. Şimdi düşünüyorum da ben Türkiye’de hizmet eden Meksikalı bir rahibim; oysa hiç kuşkusuz pek çokları bugün Meksika’da görev yapmamı isterdi. Ancak Rab’bin yolları sonsuz ve öngörülemezdir” diye yazarak beni pederane sevgisiyle teselli etmiş, Tanrı’ya güvenmemi salık vermişti.

Hiç kuşkusuz Türkiye’de uzun yıllardır hizmet eden tüm episkoposlar, rahip, rahibe ve diğer adanmışlar gibi Monsenyör Ruben de bu güzel ülkenin, güzel insanlarının, çok kültürlü ve kozmopolit yapısının çekiciliğine kapılmış, bir Türkiye aşığı olmuştu. 2014 senesinde doktora tezim için ‘engellilik’ hususunda Türkiye’deki Katolik episkoposlarımıza yönelttiğim bir anket çalışmasına cevaben yazdıkları bunun kanıtı olmanın ötesinde, İstanbul’da uzun yıllar görev yapıp önce Papa ardından da Aziz ilan edilen 23. Yuhanna’nın hafızalara ve kalplere kazınmış “Türkleri seviyorum” sözünü çağrıştırıyordu: Toplu taşıma araçlarında engelli, yaşlı ya da güçlük çeken herhangi bir insanla karşılaşır karşılaşmaz ayağa kalkıp yerlerini veren gençlerden övgü ile bahsederek “Türkler, günlük yaşantılarında yüksek bir insanlık duygusuna sahipler” yazmış, bu kültürel değerlerin “barış içinde bir arada yaşama ülküsü üzerine kurulu yeni bir toplum yaratmak için” dinler arasındaki işbirliği gayretlerimizde ortak bir fayda olabileceğine inandığını eklemişti.

Kaderin cilvesi

Kaderin bir cilvesidir, Türkiye’deki Katolik Kilisesi’nin aylık kültür ve haber dergisi ‘Présence’ın Ağustos – Eylül 2020 sayısında kendisine ayrılan köşede Koronavirüs üzerine yazdıkları da onun bu barış içerisinde birlikte yasama ülküsüne olan inancını irdeliyor: “Son zamanların hızla büyüyen bireyciliği, aileleri, toplulukları, bir bütün olarak toplumu parçalayan ve Kilise yaşamını etkileyen kayıtsızlığı kışkırttı. Gözlerimizle göremediğimiz bir virüsün bizleri insanlıktan çıkaran, bencilliği öven insan olma değerine aykırı yasam tarzını ve birtakım ahlaksızlıkları ortaya çıkartması gerçekten oldukça şaşırtıcı”. Monsenyör Ruben virüsten istifade ederek, toplumsal yaşama ve dayanışmaya kasteden bireyciliğin ve nemelazımcılığın üstesinden gelmemizi ve her birimizin imkânlarımızı diğer kardeşlerimizle paylaşmamızı salık veriyordu.

Monsenyör Ruben’e göre, virüse karşı verilen mücadelede bütün dikkatimizi sadece ve sadece mendillere, maskelere ve sosyal mesafeye yönlendirip bize yaşam veren Tanrı Sözünü dinlemekten imtina etmek büyük bir hata olurdu. Virüsün bizlere insan olarak yaşattığı deneyim inananlar olarak her birimizi beden almış ve her daim içimizde yankılanan İsa Mesih’in öğretisine hakikat susuzluğuyla dönmemizi gerektiriyordu.

Monsenyör Ruben ne bir dogmatik ne de kelimenin dar anlamıyla bir entelektüel idi. Gerçek, alçakgönüllü ve tutkulu ama her şeyden önce, derin bir inanca sahip mutlu bir rahip idi. İslamı saygı ve hoşgörüyle yakından inceleyerek öğrenmiş, yine aynı saygıyla İslamı yaşayanlarla karşılaşmak için, iddiasız ve projesiz, örnek bir Hıristiyan yaşamı sürdürerek onlara doğru yürümeyi kardeşlik ve dayanışma tesis etmeyi ülkü edinmişti. Filipinli, Suriyeli, Afgan, İranlı, Afrikalı tüm ihtiyaç sahipleri onun ‘benim evim senin evin’ ilkesinde sıcak bir kap yemek ve bir çift battaniyeye kavuşmuştu.

Bugün Kutsal Noel Yortusunun neşesini ‘İyi Çoban’ Monsenyör Ruben’in yasını tutarak buruk bir şekilde geçiren Türkiye Katolik Cemaatleri ve tüm Hıristiyanların önlerinde onun yaşam tarzı ve sözleriyle verdiği tanıklığı özümseyip, Tanrı Sözünün rehberliğinde, kardeşlik sevgisiyle ve birlik beraberlik içerisinde yaşamak için yepyeni bir fırsat var.


Agos

Yorumlar kapatıldı.