İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Edebiyat bir bütündür, bölünemez

***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***
Bilgehan Uçak

Artık en son Ali Atıf Bir’de görünce dayanamayıp yazmaya karar verdim. Ali Atıf Bir, herkesin bildiği bir akademisyen, profesör. “Türk edebiyatı mı denmeli yoksa Türkçe edebiyat mı,” meselesine dair şöyle söylemiş -imlasını düzeltiyorum:

“Türkçe şair nedir ya gerçekten! Saçmalık. Orijinali Türkçe yazılan her şey Türk edebiyatıdır! Diğer konuda da Türk’ün iki anlamı vardır 1) T.C. vatandaşı olan herkes 2) Irkı nedeniyle kendini Türk sayan herkes. Anlamı bağlam belirler!”

Ali Atıf Hoca devam ediyor:

“ABD’de vatandaş olana Amerikan derler. Amerikalı. Meksikalı ise Meksikan American olur. Bizde de Türkiye’de yaşayana Türk derler. Kürt, Laz, Çerkesse kendine Kürt-Türk, Laz-Türk, Çerkes-Türk diyebilir.”

Mesut Varlık’ın başlattığı K24’teki bu diziyi ilgiyle takip ediyorum. Bana göre kim nasıl yazmak istiyorsa öyle yazsın, kimse karışmasın diyerek geçiştirilebilecek bir konuyken hayli dallanıp budaklandı.

Önce şunu söylemek istiyorum. Ali Atıf Bir’in yaşadığı kafa karışıklığını ben de yaşamıştım, onyedi-onsekiz yaşlarında olmalıyım, Baskın Oran’a “neden Türkiyeli demek gerekiyor?” diye bir mail yazmıştım. Almanya’da yaşayana Alman, Fransa’da yaşana Fransız deniyorsa, bu Türkiyeli de neyin nesi?

Baskın Hoca bana kısa bir cevap yazarak anlattı ama ben tabii gene anlamadım. Sonra oturup Türkiye’de Azınlıklar’ı okudum. O gün bugün her şey yerli yerine oturdu.

Ali Atıf Bir’in sözlerini tek tek ele almanın faydalı olacağını düşünüyorum. Evvela, “Türkçe şair” diye bir şey olmaz. Bunun sebebi de çok basit, öyle Türklük konusu falan da değil, böyle bir tamlama olmaz. “Saçmalık” derken Ali Atıf Bir çok haklı.

Sonra ne diyor? “Orijinali Türkçe yazılan her şeyin Türk edebiyatıdır.” Acaba? Bir de, Türk’ün iki anlamından bahsediyor. “TC vatandaşı olan herkesi” kapsıyormuş. Güzel. Bunlara bakacağız. “Bizde de Türkiye’de yaşayana Türk derler. Kürt, Laz, Çerkesse kendine Kürt-Türk, Laz-Türk, Çerkes-Türk diyebilir.” Diyemez. Yani, demek istese bile diyemez.

Bir metnin Türkçe yazılması Türk olması için gerekli unsursa yurtdışında yaşayan Türkiyeli birinin o dilde yaptığı edebiyatı buraya almamamız gerekiyor. Peki, bu çizgiyi bu kadar kolay çekebilir miyiz? Misal, Kafka’nın durumu ne olacak?

Fakat temel sorun “Türklüğü” tanımlamak. Ali Atıf Hoca kusura bakmasın ama söylediği her şeyin üstünden geçmek istiyorum. Bir toplum, genellikle iki -belki üç de diyebiliriz- şekilde isimlendirilir: Bunlardan biri teritoryal, yani toprağa bağlı isimlendirmedir. Ötekiyse, ırksal. Teritoryal olanın örneğini Fransa, Fransızlık olarak gösterirsek, ikincisi için de Almanya ve Almanlığı örnek verebiliriz. Aralarında balina ile fil kadar büyük fark var.

Şimdi, Fransa’da yaşayan istisnasız herkes Fransızdır ama Almanya’da yaşayan herkes Alman değildir. Neden? Bir örnekle açıklama çalışayım: Varsayalım ki, Ali Atıf Bir, bir işçi ailenin oğlu olarak Strasbourg’da dünyaya gelmiş ve Fransız pasaportu olmuş. Ali Atıf bir Fransız Türküdür. Ali Atıf’ın “objektif kimlik” diye tanımlanan Türklüğü hiçbir koşul altında değişmez, değiştirilemez. Fakat, “sübjektif kimliği” olan Fransızlıktan vazgeçebilir. Gidip Rus vatandaşı olabilir, çocukken ailesiyle Petersburg’a göçüp, oranın kültürüyle yoğrulduğu için votkaya ve borşa aşık bir Rus olabilir… mi? Olamaz. Rusyalı olabilir. Sebeplerine Almanya örneğinden sonra döneceğiz.

Peki, Ali Atıf nehrin öteki yakasında doğup Alman olabilir mi? Fransız olduğuna göre Alman da olması gerekir. Lakin Ali Atıf istese de Alman olamaz. Fransa’da Franklar vs gibi bir ırk yaşamadığı için orada yaşayanlar coğrafyanın adını almıştır. Fransız olmakla Fransalı olmak aynı şeydir. Mesela, Ali Atıf Bir’e “hocam sen nerelisin?” diye sorsak, “İstanbulluyum, Erzurumluyum, Malatyalıyım,” gibi bir cevap verecek. Neden böyle diyecek? Çünkü kendini bir coğrafyaya bağlamak gereksiniminde. “Objektif kimliğin” değişmez, değiştirilemez olduğunu söylemiştim. Ali Atıf, Türkse Türktür. Ama pasaportuna bakıyoruz, ay-yıldız yok. Bu durumda Ali Atıf’ın kimliği nedir? “Almanyalı Türk”. Almanyalı dediğinde, ırk değil coğrafyayı kast ettiğin için kişinin “sübjektif kimliğinden” söz etmiş oluyorsun. Zaten “anavatan” kavramıyla nitelendirdiğin yer farklıysa bunu göstermek kolaylaşır.

Gelelim, Türkiye’ye. Ali Atıf Hocanın örneklerine. Osmanlılık bir şemsiyedir -üçüncü dediğim isimlendirme buydu, hanedan üstünden. Osmanlı coğrafyasındaki herkes Osmanlıdır. Türklük de bu şemsiyenin altındaki meşhur yetmiş üç milletten biridir. Türk’le Çerkes, Kürt’le Laz birer ırkı temsil eder -Çerkeslik de aslında bir “orta şemsiye”, irili ufaklı birçok boy Çerkeslikte buluşuyor. Osmanlılık -ya da Fransızlık, Almanyalılık- ırkları kast etmediği için orada yaşayan herkesi kapsar. Erzurumlu, Fenerbahçeli gibi sözlerde de bunu görüyoruz. Mesela, 19 Temmuz’da kutlanan Fenerbahçeliler Günü, bütün Fenerbahçelilere bir davet içerir. Oysa, ırkı temel aldığınızda, sorunlar sınırın dışına çıkar çıkmaz çetrefilleşir.

Türklük, bu yetmiş üç milletin arasından hiyerarşiyi bozup yukarı çıkınca yetmişiki milletin huzursuzluğu başladı. Türk dedin-demedin tartışmasının altında bu ilişkiye karşı çıkmak yatıyor. Şayet, Ali Atıf Hocanın dediği gibi olsaydı, “yurtdışındaki Türkler” dediğimizde bu ülkede bir dönem beraber yaşadığımız herkesi kast etmemiz gerekiyordu. Peki, öyle mi? Çin devletinin zulmüne uğrayan Uygurlar için ses verirken onların Türk olduğunu söylüyoruz. “Soydaş” diyoruz. Ama bu engin gönüllülüğü Charles Aznavour için göstermiyoruz. Neden? Uygurlarla hiçbir zaman aynı ülkede yaşamadık ama Aznavour’un ailesi Sakaryalı. Aznavour, Ermeni çünkü. Ve, bir Ermeni olarak Türk olamaz -insanın iki “objektif kimliği” olamaz. Türkiyeli Ermenilerin ürettiği sanatı nerede konumlandıracağız?

O yüzden “soydaş” diyemediğimiz bu insanlardan Müslüman olmayanlara farklı bir terimle hitap edilir: “Gayrimüslim vatandaş”. Gündelik dilde ilk kelime örtbas edilir, geriye “vatandaş” kalır: “Vatandaş Türkçe konuş!”

Ya diğerleri? Müslüman olanlar? Onlar Boşnak, Arnavut ya da Çerkes olduğunu söylemekte daha özgürdür. Ama “Boşnak Türkü” de olmaz. Yani, bir çitanın aynı anda misal karga da olamayacağı gibi. “Kürt sorununun” temelinde bu yatıyor. “Türk oldurulma mücadelesi”. Biz Türkler için hiçbir sorun yok. Ben zaten Türküm. Bana dayatılan herhangi bir şey yok. Objektif ve sübjektif kimliklerim burada çakışıyor. Ama yarın bir gün bana sen Almansın, Kürtsün, Japonsun derlerse iş değişir. Ben kendim istersem “sübjektif kimlik” olarak Almanyalı, Kürdistanlı, Japonyalı olabilirim. Benim isteğime bağlı. Mesela, Milli Takımları düşünelim. Elvan Abeylegesse diye bir koşucumuz vardı. Etiyopyalı. Buraya geldi, “sübjektif kimliğini” kendi rızasıyla değiştirerek Türkiyeli oldu. Basketbol Milli Takımı da benzer: Scottie Wilbekin’den sonra Shane Larkin de Türkiye pasaportu aldı. İyi de, onlar Türk mü oldu? Hayır. Türkiyeli oldular, “sübjektif kimliklerini” değiştirdiler. Hepsi bu.

Ali Atıf Bir, Meksika’da yaşayana Meksikalı -“Meksikan”, “Mexican”- dendiğini söylüyor. Bunda bir tuhaflık yok. Amerika’da yaşayan Meksikalının bir “Amerikalı-Meksikalı” olmasında da bir sorun yok. “Sübjektif kimliklerden” söz ettiğinizde kapsayıcılığı bozmazsınız. Yani Ali Atıf, Tijuana’da doğsaydı Meksikalı bir Türk olacaktı. Duvarın öte yanında doğsaydı, bu sefer Amerikalı bir Türk olacaktı. Ama Ali Atıf, gidip de Bratislava’da doğarsa Slovak olamaz. O ülkeye ve topluma kendini tamamen ait hissetse, en fazla Slovakyalı Türk olabilir. Bunun bir mahsuru var mı? Tabii ki yok. Çünkü insanı “gönüllü vatandaş” yapan “sübjektif kimliğidir”, onunla ilişkisidir.

Edebiyata girelim. Lise sınav sorusu: “İlk Türk romanı hangisidir?” Elcevap: “Şemsettin Sami’nin 1871’de yayınlanan Taaşşuk-u Talat ve Fitnat romanı.”

Şemsettin Sami, aslen Arnavut bir Osmanlı. Sözlük yazarı -sözlükle milliyetçilik arasında çok yakın bir ilişki vardır. Peki, Şemsettin Sami’den yirmi sene kadar önce yazılmış Vartan Paşa’nın Akabi Hikâyesi’ni nereye koyacağız?

Vartan Paşa, Ermenidir. Akabi Hikâyesi de Ermeni toplumu içinde geçer. O zaman “Ermeni edebiyatı” içinde mi? Yoksa bu coğrafyada yazıldığı için “Türk edebiyatının” bir parçası mı? Dahası, Vartan Paşa, romanı Ermeni harfleriyle Türkçe olarak yazmış! Al buyur, bir sorun daha.

Dönelim tartışmanın sorusuna: Türk edebiyatı mı Türkçe edebiyat mı? Ne Türk edebiyatı bir bütün, ne de Türkçe edebiyat. Türkçe edebiyat denince de sorunlar bitmiyor. Irvin Cemil Schick’in bu konudaki yazısından bir alıntı yapayım:

“Hattâ bırakın ‘Türkçe edebiyat’ demeyi, belki ‘Türkiye Türkçesi edebiyatı’ demek en doğrusu olur, bilmiyorum. Ne de olsa Azerî edebiyatı, Türkmen edebiyatı, Almanyalı Türklerin Türkçe edebiyatı vb. de var.”

Edebiyatı edebiyat olarak sevmek ve benimsemek bence en mantıklısı. İsteyen Türk edebiyatı desin, isteyen Türkçe edebiyat. Ne Türkçe edebiyat dendiğinde ülke bölünüyor ve Türklüğe halel geliyor ne de Türk edebiyatı deyince bütün sorunlar berhava oluyor.

Ali Atıf Hocanın şansı Türkiye’de Türk olarak doğmuş olmasından ibaret. Ezkaza yukarıda saydığım şehirlerden birinde doğsaydı, belki Meksikalı olmayı daha kolay kabullenirdi de, “sen Almansın!” dediklerinde kıyameti koparırdı. Nereden mi biliyorum? E Batı Trakya’daki Türklerin hakkının savunurken yüz sene öncesine kadar burada yaşayan “Türk tohumlarıyla” -“Turchosporos”- ile hiç ilgilenmiyoruz da oradan.

Hiçbir millete ait olmayan Edebiyat, insanlığın tamamının ortak malıdır. Keşke bu sonsuz ayrışma işinden vazgeçsek ve edebiyatı da rahat bıraksak…

© Ahval Türkçe

Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır. Ahval’in yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.


Ahval News

Yorumlar kapatıldı.