İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ali Özgür Özkarcı’dan ‘Sonu Yoktur’

Günümüz koşullarında kurumsal kimliği ve yapısı olmayan, arkasında bir büyük sermaye grubunun desteği bulunmayan yayınevlerinin faaliyetlerini sürdürebilmeleri için büyük ölçüde yoğun emek, büyük özveri, kişisel çaba ve olağanüstü gayret gerektiği bir gerçek.

Bu tür yayınevleri için, eğer bir de şiire özel ve ağırlıklı yer veriyorsa koşulların daha da ağırlaşarak aleyhte olması kaçınılmazdır.

Edebi Şeyler yayınevi, çok yeni değil. Ama çok eski de değil. Bir süredir sessiz ve derinden, arkasında bir büyük sermaye grubunun desteği olmadan, tamamen kişisel çaba, gayret, emek ve özveriyle önemli kitaplar yayımlıyor.

Her yeni oluşum, girişim beraberinde bazı soruları da getirir: Örneğin, hangi boşluğu dolduracak ya da dolduruyor gibi? Edebi Şeyler, yayın alanında “önemli” bir boşluğu dolduruyor; biz bu kadarını söyleyelim. O önemli boşluğun ne olduğunu ve daha fazlasını merak edenlere ise önerimiz, yayınevinden çıkan kitaplar olacaktır.

Edebi Şeyler, butik manada bir şiir yayınevi değil. Ancak yayın listesine bakarak bugüne kadar azımsanmayacak sayıda yeni ismin, genç şairin kitabını okurla buluşturduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca yayınları arasında şiir üzerine deneme, eleştiri kitaplarının yanı sıra şairlerin yaşamlarını inceleyen biyografiler, monografiler de bulunmakta. Edebi Şeyler’de çıkan kitaplar da gösteriyor ki yayımlanacak yapıtların seçimi ticari ve kâr amaçlı değil; edebiyat, sanat, kültürel duyarlılık ve idealler doğrultusunda benimsenen değerler, beğeniler ölçütüne göre yapılıyor.

Dikkati çeken bir başka husus da yayınevinin şiir yayınını belli bir poetika çerçevesinde sürdürüyor oluşu… Bu özelliği Edebi Şeyler’i, şiir yayımlayan diğer yayınevlerinden ayırıyor, farklılaştırıyor. Dahası, yayınevinin bu tavrıyla alanında tek olduğunu da belirtmeden geçmeyelim.

İki binli yıllarda şiir için en önemli gelişme, galiba “şiir güneşinin altında yeni bir şey olduğu” yönündeki iddiaya dayalı girişimlerdi.

Modern Türkçe şiirde uzun zamandır kendiliğinden bir genç şiir dalgasının kıpırdanışıyla başlayıp birbirini etkileyerek genişleyen yükselişe tanık olmamıştık. İki binli yılların başından geriye dönüp bakınca, son yirmi yıllık süreçte daha çok bireysel arayışların, yönelişlerin ön plana çıktığı görülür. Şiirde, özellikle doksanlı yıllar, birey olma, bireysellik yıllarıydı… Herkesin kendisinin şiirini aradığı, bulduğu kadarıyla da yazdığı yıllardı.

İki binli yılların şiirde, önceki yıllara göre dikkat çeken farkı birçok eğilimin, yönelimin, birçok genç isim tarafından denenmiş olması ve bu yöndeki girişimlerdir. Bu dönem hem görsel hem deneyselci hem lirik hem antilirik şiirleri deneyen genç isimler, deyim yerindeyse gruplar oluşturdular; değişik yayınlarda, dergilerde, fanzinlerde bir araya geldiler.

Çıkardığı kitaplar da gösteriyor ki Edebi Şeyler antilirik şiirden yana; özetle poetikası bu anlayışa dayanıyor. Yayın faaliyetini antilirik şiiri genişletme, derinleştirme, güncel ve tarihsel bir boyuta taşıma çabasına bağlı bir biçimde yürütüyor. O nedenledir ki çıkan şiir kitapları da yayınevinin poetikasını yansıtan örnek yapıtlar olma özelliğini taşıyor.

Yayınevinin yıl içinde okurla buluşturduğu kitaplardan biri de Ali Özgür Özkarcı’ya (1979) ait. ‘Sonu Yoktur’ adıyla yayımlanan kitap Özkarcı’nın sekizinci şiir kitabı. İlk şiir kitabı ‘Kırbaç’ (Vakasız Tarih Üçlemesi) 2006’da yayımlanmış.

Ali Özgür Özkarcı, iki binli yılların en verimli, en çok çalışan, şiirle en çok uğraşan şairlerinden biri oldu, halen de öyle. Onun ilk kitabından söz ettik. İkinci kitabı ‘Yamuk’ 2009’da okurla buluşur. Daha sonraki yıllarda yayımlanan ‘Yetmez Ama Hayır’ (2011), ‘Dikkat Köstebek Çıkabilir’ (2011), ‘Bi Müddet Aranızda Olmayacağım’ (2015), ‘Bitik Ülke Son Atı/Türkiye Üçlemesi 1’ (2017), ‘Yaşayan Sebepler’ (2019) adlı şiir kitaplarının yanı sıra onun, önemli eleştiri ve inceleme kitaplarına da imza attığını belirtelim.

Sonu Yoktur, Ali Özgür Özkarcı, 72 syf., Edebi Şeyler, 2020.

‘Sonu Yoktur’, üç bölüm, on şiirden oluşuyor ve yetmiş iki sayfa. Kitabın ilk iki bölümünde, bu bölümlere adını veren iki uzun şiir bulunuyor. Üçüncü bölümde birbirini tamamlayan sekiz “parça” şiir yer alıyor. Roma rakamıyla yirmi iki “part”tan oluşan ilk şiirin adı “Ortasından Otoportre”. Şiirin adından da anlaşılacağı üzere Ali Özgür Özkarcı, şiir anlayışını biraz daha belirgin hale getirecek biçimde, o çerçevede bir otoportre çalışmasına girişmiş bu bölümde. Nasıl bir otoportre olduğunu biz anlatmayalım; onun yerine şiirden bir bölüm okuyalım:

Ben alışığım merdivenlerime.

Hep aynı kattayım.

Kendimi inip çıktığım.

Bu yüzden karanlığımla hep iyi anlaştım

İnsan kendine atılmış en büyük kazıktır

Böyle de söylenebilir.

Ama artık en büyük arzum.

kendimden kovulmayı beklemek

kovulursam eğer sevgilim yaşam, sakın tasalanma,

yine yanlış durakta inmeyi umuyorum.

“Ortasından Otoportre” başlıklı kitabın ilk bölümünü oluşturan şiirin roma rakamıyla yirmi birinci parçasını okuduk. Bu parçayı alıntılamamızın nedeni, bölümün en çarpıcı şiiri olması değil. Bize kalırsa bölümü oluşturan ve aynı zamanda bir bütünü tamamlayan parçaların tümü aynı değerde. O nedenle gelişigüzel bir seçim yaptık. Ali Özgür Özkarcı, yirmi iki bölümde şiirin diline sözcüklerin aynasını tutarak çizdiği otoportresini kısa ama açık sözlü bir özür dilemeyle bitiriyor. Aktarıyoruz:

Kısa bir ara verelim.

Dağınıklığım için herkesten,

Ölümlü olduğum için tanrıdan özür dilerim.

Özkarcı, iki binli yıllarda deneye, arayışa dayalı yönelişlerle birlikte güncellenen antilirik şiir çizgisi içerisinde “eleştirel toplumsalcı” söylemiyle dikkat çeken isimlerinden oldu. Onun için milenyum çağıyla birlikte devinim kazanan “yeni şiir” arayışının önemli temsilcilerinden biri oldu da diyebiliriz:

Yeri gelmişken antilirik şiirin saptayabildiğimiz bazı özelliklerinden söz edelim. Antilirik şiiri her ne kadar lirik karşıtı şiir olarak tanımlamak mümkün görünse de aslında bu özet, poetikanın tamamını ifade etmekte yetersiz kalmakta. Çoğunlukla yüksek sesli, söylevi, savsözü dışlamayan antilirik şiirin anlatısal, betimlemeyici, söyleşiye açık oluşu da önemli gibi. Antilirik şiirde, sözün aktarımında, sözü sanata olduğu kadar zanaata boğmaktan da kaçınılması dikkat çekiyor. Epik ve dramatik olabildiği gibi düzyazının sınırlarını ihlal etmekten çekinmiyor. Sanatın diğer türleriyle de sağladığı ilişkide her türlü sınır ihlaline yatkın… Ancak tüm bunlarla birlikte antilirik şiirin, şiirde şiirşizleşme gibi bir tehlike oluşturduğu söylenemez. Genellikle düşünce şiiri olmamakla birlikte şiirde düşünceyi, düşünsel farkındalığı geri planda tutmaması da antilirik şiirin bir başka önemli özelliği olarak görünüyor.

Öte yandan antilirik şiir, tam anlamıyla uçta bir şiir değil. Ama sınırda bir şiir… Özkarcı da uçta bir şair değil, ama sınırda bir şair. Her sınır uç değildir diyebiliriz herhalde. Özkarcı sınırda olmayı ilk şiirlerinden, ilk kitabından bu yana sürdürüyor. Onun bu konudaki tavrı açık ve artık oturmuş gibi. O şiire yönelik hamlelerini uçlara kaymadan, kaçmadan, oralara gitmeden sınırdan yapmaktan yana. Sınır, aslında karşıt olanın da başladığı yer değil midir?

Ali Özgür Özkarcı benimsediği antilirik şiir anlayışına dayanan eleştirel toplumsalcı söylemini son kitabında da sürdürüyor. ‘Sonu Yoktur’un ilk bölümünde otoportresini çıkardıktan sonra ikinci bölümde bakış açısını toplumsala doğru genişlettiğini söyleyebiliriz. Kitaba ve ikinci bölüme adını da veren şiirden bir betik okuyalım:

Ben sana dolanan halatlarımdan başka

Seni çekmeliyim sıralı kıyılarıma

Hrant Dink’in rütbesi sökülmüş

Ve saçları üçe vurulmuş askerlik fotoğrafında

Bak öyle durmadan kendine saplandığında bir son yoktur

Teybet Ananın ölüsü günlerce sokaklarda bırakıldığı sırada

“Uygun şüphenin” öldürülme bahanesi sırasında

Boşluğuna sığamamana hayat denmesi sırasında

Denizatı olsaydın anneni daha az severdin belli ki

Çünkü taşınmanın bırakılmaktan daha hayati olmasında

Katip Bartebly’nin iskemlesinin

Varlığa doğrulttuğu silahla eşitlenmesi sırasında

Necatigil’in sen olmadan ben olamama sıralarında

Şair ilk bölümdeki bağını koruduğu ve yeni temalar ekleyerek ana izleğini genişlettiği bu bölümdeki şiirlerde yeni bir alt metin oluşturarak sözü sanki şunu demeye getiriyor: Portremi çizdim, size nasıl biri olduğumu söyledim, artık biliyorsunuz. Öyleyse benim de bilmek hakkım: Mümkün mü, ben nasıl eşitlenerek sizinle birlikte olabilirim? Benim ben olarak sizinle eşitlenmeme, sizinle olmama izin verecek misiniz, veriyor musunuz, verdiniz mi?

Kitapta ikinci şahıs hem tekil olarak hem çoğul olarak şiir öznesinin muhatabı… Şair aşağıdaki betikte ikinci tekil şahısla konuşuyor:

Demiştim tam ortasından başlayalım sonu yoktur

Karıncalarımı sana bıraktım sana eğilmenin sırasında

Boşluklar boşlardan yapılmaz oysa

Gölgemi bahane etmem bundandır muhtemel

Herkesin huzursuzluğuna gömülmesi sıralarında

Sonu yoktur.

Tüm ikiliklerin ve ikimizin arasında

Özkarcı, çatışmaya hazır, daha doğrusu çatışma hattında. Ama uzlaşmak için gerekli pazarlığa açık olduğunu da ima ediyor. Neyin pazarlığı, çatışma hangi güçlerle mi? Sorunun karşılığı; hiçbir hak, hiçbir kazanım bahşedilmez gerçeğiyle iç içe diyelim ve… Üçüncü bölümün “Ortalı Parçalar”ından “Taşrada Bir Lahza”nın son iki dizesini aktaralım:

Taşra sinsi bir hayvandır

soluğu durmadan kemirir yalnızlıkları

Kitabın okura düşündürdüğü soruların karşılığı için kaynak olarak ‘Sonu Yoktur’u göstermekten daha fazla ileri gitmeyeceğimizi belirtelim. Şunu da kaydedelim: ‘Sonu Yoktur’ için hem sorular hem karşılıklar kitabı da diyebiliriz…

Yıl bitiyor; ‘Sonu Yoktur’u okumadıysanız okumak için, okuduysanız bir daha okumak için yeni yılın şiir kitaplarının arasında, elinizin altında bulunsun…


Gazete Duvar

Yorumlar kapatıldı.