İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İran’ı da bir şiir ile hallettik!

Fehim Taştekin

“Altı üstü bir şiir, bu kadar alıngan niye?” diye soranlar çıkabilir. Lakin Türk dış politikasının müdahaleci seyri ve Erdoğan’ın Bakü’de başka zaferler vaat etmesi dikkate alındığında bir şiir bir sürü şeye dokunabiliyor.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Bakü’de zafer coşkusuyla Bahtiyar Vahapzade’den bir şiir okudu ya ortalık fena karıştı.

“Aras’ı ayırdılar,

Kum ile doldurdular,

Ben senden ayrılmazdım,

Zor ile ayırdılar.”

Şiir İran’ın ‘korku’ teline dokundu. Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, “Kimse Erdoğan’a, Bakü’de yanlışlıkla okuduğu şiirin, Aras Nehri’nin kuzey bölgelerinin İran’ın ana topraklarından zorla ayrılmasıyla ilgili olduğunu söylememiş. Azerbaycan Cumhuriyeti’nin egemenliğine zarar verdiğinin farkında değil miydi?” diye iğneledi.

Ardından Tahran’daki Türk Büyükelçisi, Dışişleri’ne çağrıldı. Türkiye misliyle yanıt verdi. Bir de AKP, hükümet, saray ve meclisten sert açıklamalar geldi.

İran da alttan almadı. Meclis’te 286 vekilden 225’i ortak açıklamayla “Erdoğan’ın ayrılıkçı bir dil kullanmasını şiddetle kınıyoruz” dedi. Üstelik bazı yetkililer, Erdoğan’ı İran topraklarına göz diken son diktatör Saddam’a benzetip akıbetini hatırlattı! Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu yanlış anlamayı düzeltmek için Zarif’i aradı. İran tarafına göre Çavuşoğlu, Erdoğan’ın içerdiği hassasiyetlerin farkında olmadan şiiri okuduğunu söyledi. Bu kısım Türk tarafının açıklamasında yok tabii.

Irak’tan Suriye’ye, Hizbullah’tan PKK’ye kadar nice ayrılık konularını, bir Tahran-Ankara bunalımına dönüştürmeden geçiştirmiş iki ülkeyi bir şiir fena halde karşı karşıya getirdi.

“Altı üstü bir şiir, bu kadar alıngan niye?” diye soranlar çıkabilir. Lakin Türk dış politikasının müdahaleci seyri ve Erdoğan’ın Bakü’de başka zaferler vaat etmesi dikkate alındığında bir şiir bir sürü şeye dokunabiliyor. İran’ın toprak bütünlüğü ile ilgili korkularının yersiz olup olmadığına bakmadan önce Erdoğan’ın sınırı teşkil eden Aras’a gönderme yapmasını Anadolu Ajansı’nın şu yorumuyla birlikte okuyalım:

“Güçlü bir Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Tebriz’de ilham kaynağı olduğu gerçeği hafife alınamayacak kadar önemli… Türkiye’nin bu süreçte her anlamda Azerbaycan’ın yanında yer alması İran Türkleri için de geleceğe yönelik umut kaynağı haline geldi.”

İlişkilerde epey zamandır artan gaz sıkışması sonunda bir mısra ile infilak etti. Şiir İran’da idrak edilendir, mısraların tesiri açısından bunu da not etmeli.


Gelelim bir şiirin nerelere kadar gidebildiğine…

Her şeyden önce Karabağ savaşıyla Türkiye’nin Güney Kafkasya’da denkleme girmesi ve statükonun bozulması sadece İran’ın ekonomik çıkarlarını değil başka etnik fay hatları ve sınırlarla ilgili kaygılarını canlandırıyor.

İran, SSCB sonrası 1991’de aynı gün bağımsızlıklarını tanıdığı Azerbaycan ve Ermenistan’la ilişkilerini birini diğerine feda etmeden götürmeye çalıştı. Bu haliyle İran’ın tarafsızlığı, Bakü’nün nazarında Ermenistan’ı kayıran bir çizgideydi. Ankara da bunu hep böyle gördü.

Tahran 30 yıldır Güney Kafkasya’daki meselelere etnik, dini ve mezhebi bağların ötesinde stratejik gerçeklikle yaklaşıyor. Azerbaycan’la mezhebi ve etnik paydaşlık Bakü ile ilişkilerde katalizör etkisi değil karşılıklı temkinlilik hatta kuşku yarattı. Bakü tarafında İran’ın Şii kanaldan rejim ihraç etmesi korkusu; Tahran tarafında ABD ve Türkiye’nin ‘Kuzey Azerbaycan’ üzerinden ‘Güney Azerbaycan’ı kaşıması endişesi belirleyiciydi. Ayrıca Azerbaycan’ın stratejik ortaklıkta tercihini ABD’den yana koyup İsrail’le askeri işbirliğini derinleştirmesi Tahran’ı hep uyanık pozisyonda tuttu.

Bir taraftan da yıllarca bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti’nin İran’daki Azerbaycan Türkleri arasında etnik farkındalığı canlandırma potansiyeli üzerinde durula geldi. CIA de 1979 sonrası Tahran’la hesaplaşırken Türkiye üzerinden İran Azerbaycan’ını karıştırmak için az çaba sarf etmedi değil. Haliyle geçmişi de olan bir hassasiyetten söz ediyoruz. Bu geçmişte Güney ve Kuzey Azerbaycan’ın yeniden birleştirilmesini öneren Ebulfez Elçibey gibi liderler de var.

İran güvenlik stratejisini, dış müdahalelerin etnik hatlar üzerinden geleceği senaryosuna göre kuruyor. Batıda Irak sınırlarına yaslanan Kürdistan, güneybatıda Arapların yaşadığı Huzistan (Ahvaz), yine güneyde Arap yoğunluklu Hürmüzgan, güneybatı ve güneyde Luristan ve yine Lurların yaşadığı Kohkiluye ve Buyer Ahmed, kuzeybatıda Türkiye, Irak ve Nahçıvan (Azerbaycan) sınırında Batı Azerbaycan, kuzeyde Ermenistan ve Azerbaycan sınırlarında Doğu Azerbaycan, kuzeyde Mazandaran, yine kuzeyde Türkmen yurdu Gülistan ve Kürtlerin yaşadığı Kuzey Horasan, doğuda Türkmen, Peştun ve Belucların yaşadığı bölgeler İran’ın dış sınırlarını çevreliyor. Bu tam anlamıyla etnik bir çember. Bu çemberde bir halkanın düşmesiyle etnik çözülmenin yaşanacağı korkusu İran siyasetine hem esneklik hem sertlik katıyor.


İran’da Azerbaycan denilince akla Kaçar Hanedanı’nın Güney Kafkasya’yı Çarlık Rusya’sına bırakan Gülistan (1813) ve Türkmençay (1828) Antlaşmaları geliyor. Yani Aras’ı sınıra dönüştüren anlaşmalar. İran Meclisi Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu Başkanı Mücteba Zünnur, “Erdoğan tarih, edebiyat ve coğrafyada sınıfta kalmamış olsaydı, bu şiirin, Azerbaycan’ın ana vatanı İran’dan ayrılışının yasını tutarken yazıldığını bilirdi” diyor. Yani milliyetçi saiklerle arada sırada güncellenen ‘Büyük Azerbaycan’ ülküsündeki toprakların büyük kısmı İran’da. Azerbaycan nüfusunun en az üç katı kadar Azerbaycan Türkü de İran’da yaşıyor. İran’da da birileri eğer ‘Büyük Azerbaycan’a gönderme yapacaksa kendisini Güney Azerbaycanlı olarak niteliyor. İran’ın etnik fay hatları endişesi gerçek ama aynı zamanda etnisiteyle ilişkisi Rusya Federasyonu’ndan geri, Türkiye’den çok ileri. İran idari sisteminde Azerbaycan Türklerinin yaşadığı eyaletlerden ikisi Batı Azerbaycan ve Doğu Azerbaycan isimleriyle etnisiteye matuf. Batı Azerbaycan’ı Kürtlerle paylaşıyorlar. Bir de Kürdistan eyaleti var. İranlıların yanında ‘Büyük Azerbaycan’ tartışmasını açarsanız gülümseyerek “Ana gövde İran’da olduğuna göre korkuya mahal yok” derler. “Büyük Azerbaycan kurulacaksa kuzey güneye katılır, tarihte olduğu gibi.”

Ama asıl korku, İran’ı birleştiren üst çatının sihrini yitirmesi. Hep denir ki Farslar ile Azerbaycan Türkleri Şiilik üzerinden ittifak kurdu. Bu ittifakı savunulabilir ve sürdürülebilir kılmak için ‘İranlı’ üs kimliği öne çıkartıldı. İranlı kimliği diğer mezhebi, dini ve etnik azınlıkları da bir arada tutuyor. Kaçarlardan sonra Pehlevi Hanedanlığı, Perslik üzerinden ulus devlet inşaya yönelince Azerbaycanlılar biraz ötekileştirildi. 1979 İran İslam Devrimi ise Azerbaycanlıları değişim beklentisine sokmuştu. Ne var ki Azerbaycan Türkçesinin resmi dil olarak tanınması, anadilde eğitim ve kültürel özerklik gibi beklentiler karşılanmadı. Anayasa’nın 15’inci maddesi Farsçayı resmi dil olarak belirlerken “Ancak etnik unsurların dillerinin basın ve medyada kullanılması ve okullarda Farsçanın yanında eğitilmesi serbesttir” diyor. Bugüne kadar yapılanlar şunlarla sınırlı kaldı: Azınlık dillerinde kitap, gazete, dergi basılması; azınlık dillerine has kanal değil devlet TV ve radyolarında programlar, Ruhani döneminde üniversitelerde Azerbaycan Dili ve Edebiyatı bölümlerinin açılması, azınlık dillerinin okullarda seçmeli ders olarak okutulması vs.

Kendisi de bir Azerbaycan Türkü olan dini lider Ayetullah Ali Hamaney ailelerden çocuklarına anadillerini öğretmelerini istese de bu çağrı tam anlamıyla devlet politikasına dönüşmüyor. Tabii Türkiye’de “Kürtlerin siyasal varlığını yok edilmesi gereken haşereler” olarak görenler dahil tekçi zevatın İran’da azınlık haklarını gündemleştirmeleri de ayrı bir ironi.

Buna karşın İran’ın tarih bagajında soykırım gibi acı bir yük olmadığı için Ermenilerle ilişkileri farklı bir boyutta. İran bölgede Ermenilerin rahat yaşadığı ülkelerin başında geliyor. Ermeniler kota ile mecliste iki milletvekili gönderiyor, kendi okullarında anadillerinde eğitim yapabiliyor, İsfahan’daki soykırım müzesi ve anıtı gibi 1915’e dair hatıralarıyla varlık gösterebiliyor. Bu ilişkiler Ermenistan’la temaslara da yansıyor.


Karabağ’da savaş patladığında İran’ın denge politikası, belli kentlerde Azerbaycanlı Türklerin gösterdiği hassasiyet karşısında hafif sendeledi. Hamaney’in Tebriz, Erdebil, Zencan ve Urmiye vilayetlerindeki temsilcileri yani cuma imamları Karabağ’ı İslam ve Azerbaycan toprağı ilan etti. Hükümet temsilcileri de BM Güvenlik Konseyi’nden çıkmış 4 karara uygun olarak Ermenistan’ın işgal ettiği topraklardan çekilmesi gerektiğini vurguladı. Tahran’ın çözüm önerisi bunun savaş değil diyalogla halledilmesi yönündeydi.

Belli ki İran, Karabağ siyaseti yüzünden Azerbaycan Türkleri arasında sistemden kopuş yaşanmasını istemedi. Zaten ülke adeta sırat köprüsünden geçiyor; içeride rejime karşı öfke alttan alta kaynıyor, yaptırımlar yüzünden ekonomi ecel terleri döküyor. Dış müdahale senaryoları gündemden düşmüyor. Böylesi bir zamanda evvela etnik fay hatlarının harekete geçirileceği korkusu daha da derinleşiyor. Son iki yılda Ahvaz ve Kürdistan bölgelerindeki saldırılar bir deneme olarak kayda geçti.

Her şeye rağmen Tahran’ın da yarıdan fazlasını oluşturan Azerbaycan Türkleri hâlâ rejimin en paydaş etnik azınlığı olarak görülüyor. Öteden beri direngen Türkçü bir damara ilaveten rejime duyulan öfke ve ümitsizliğin etkisiyle artan milliyetçi arayışlar bir vakıa. Ancak bu eğilim Şiilik ve İranlılık kimliğinin belirleyici rolünü ortadan kaldırmıyor. Azerbaycanlı Türkler sadece merkeze değil sistemin içine ziyadesiyle taşınmış durumdalar. Bu açıdan Türkiye’nin Kafkasya macerasının İranlı Türkler için de umut verdiğini düşünenlerin belki İran atlasına, tarihine, kültürüne, mimarisine ve elbette şiirine yakından bakmaları faydalı olabilir. En azından diplomatik felaketlere yol açmamış olurlar. Elbette bölünme korkusunu biraz abartsa da mevcut tablo Tahran’ın seyirci kalamayacağını gösteriyor.


Gazete Duvar

Yorumlar kapatıldı.