İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Cehenneme giden yoldaki günahlarımız üzerine

Nazlı Temir 

Fransa’da yaşayan, Paris’te INALCO’da (Institut National Des Langues Et Civilisation Orientales) Ermeni tarihi ve kültürü üzerine dersler veren Sosyolog Dr. Nazlı Temir, Dağlık Karabağ’da yaşanan savaşın düşündürdüklerini kaleme aldı.

“Cehennemdeki en kaynar yer, ahlaki kriz sırasında tarafsızlıklarını koruyanlar için ayrılmıştır…” 

Tekrardan dizelerini okuma fırsatı bulduğum, Dante’nin meşhur ‘İlahi Komedyası’ndaki bu sözler bizi Dağlık Karabağ savaşında olup bitene dair bir kez daha düşündürüyor. 

İlk kez lise yıllarında, Ermeni edebiyatı dersinde Oryort Armine’den duymuştum, Dante’yi. ‘Tihe Divine Comedy’ demişti, aksanlı İngilizcesiyle, meşhur ‘İlahi Komedya’ için. O günkü edebiyat dersinin konusu Dante değildi elbette, ama ondan çok da uzak biri değildi. ‘Bizim Dante’mizdi konu: Batı Ermeni edebiyatının en önemli şairlerinden Bedros Turyan’dı. Turyan’ın ‘Serzeniş’ (Drdunçk) adlı şiirini inceleyecektik. “Bizim Dantemiz de Turyan’dır” demişti edebiyat hocamız. Hafızamda yer etmişti Turyan ve onun isyankâr şiiri Dırdunçk. 

Bugünlerde içinden geçmekte olduğumuz deneyimlerin ışığında, tekrar tekrar okuyorum Turyan’ın şiirlerini. Başka bir bakışla, bu sefer, daha bir olgunlukla, belki de daha isyankâr bir gözle. Sorguluyorum varoluş nedenimizi, düşünüyorum, ‘öteki’ ve Tanrı üzerine, sorumluluk üzerine, affetmeye dair. 

Sonra, ‘öteki’ne tahammülsüzlüğümde yakalıyorum kendimi, eleştiriyorum başkasına yıktığım sorumluluk fikrini ve dönüyorum kendime. Sorumluluğuma odaklanıyorum kendi günahlarıma, hesaplaşmaya başlıyorum kendimle sonunda…

Turyan’ın ‘Drdunçk’u 

Genç yaşta verem olan ve erkenden hayata gözlerini yuman Bedros Turyan’ın şiirleri yaşına rağmen büyük bir olgunlukla yazılmıştır. Özellikle de ‘Dırdunçk’, Tanrı’ya isyan, bir başkaldırı şiiridir. O, 21 yıllık yaşamında, ilk kez Tanrı’ya şikâyet etme cesaretini göstermiştir Ermeni edebiyatında. Kara bahtlı Turyan da Dante gibi adalet hesaplaşmasına girmiştir, şiirlerinde, yazılarında o kısacık ömründe. Turyan da Dante de farklı nedenlerle Tanrı’ya başkaldırma cesaretini gösteren iki önemli şairdir. Turyan genç yastaki hastalığını adaletsiz bulurken, ‘gerçek’ arayışındaki Dante yaşam sonrası hayata yolculuk ederek, Tanrıyla hesaplaşmaya, adalet tartışmasına girer. 

Şöyle başlar ilk mısrası Dırdunçk’un; “Elveda size ruhumu mum misali aydınlatan Tanrı ve güneş…” Turyan gençti, verem hastalığına yakalanmıştı ve yakında öleceğini biliyordu. Bu yüzden kara alınyazısına, yaratana, Tanrı’ya uzun bir serzenişte bulunmuştu şiirinde. Tabii bundan 150 sene evveli için bu çok cüretkârdı. Kim Tanrı’yı eleştirebilirdi? Hemen ertesi gün Turyan, ‘Pişmanlık’ (Ziğçum – or mı verç) adlı kısa şiirini kaleme almıştı. Bu sefer pişmanlığını dile getirecekti, Tanrı’ya. Neden o isyankâr şiiri yazdığını söyleyecek, af dileyecekti ondan.

Özetle şunlardı o mısralar: “Tanrım dün soğuk terler dökerken ben, annemin sesini duydum, ağlıyordu, sonsuz acısıyla. O kara acısı bendim anamın. Beni affet Tanrım, sana isyan ettim çünkü ben anamın gözyaşlarını gördüm…”
Öleceğini biliyordu Turyan, az vakti kalmıştı ama asıl onun yüreğini dağlayan, Tanrı’ya isyan ettiren annesinin çaresizliği idi, onun gözyaşlarıydı. Tanrı ne Turyan’ı görmüştü ne de annesinin gözyaşlarını. Unutmuştu onları…
Bu şiiri tekrar tekrar okuyorum ve analar geliyor aklıma, bugün hâlâ gözü yaşlı analar. Tahakküme boyun eğmemek için, doğdukları kaderin kurbanları olmak zorunda kalan gençler, yeni yetme çocuklar ve anaları.  Karabağ Savaşı’nda yitip gidenlerin gözü yaşlı anaları…

Tüm dünya o anaların gözyaşlarını görmezden geldi bugün. Yalnız ve çaresiz bırakıldılar bu tahakküm dünyasında. Serzenişleri duyulmadı. Tekrardan o coğrafyada doğmuş olmanın bedelini ödediler bile bile. 
Bugün, Ermenileri yalnız bırakanların sorumluluğu hakkında bir daha konuşmaya gerek yok elbette. Her 24 Nisan’da göstermelik siyasi diskurlar en az 100 yıl önceki kadar samimiyetten yoksun. Neye bedeldi peki o kadar gencin ölmesi? Peki ya anaların gözyaşlarının sorumlusu onlar mıydı sadece? 

Dante de Turyan da peşi sıra günahı olanları sorgulatıyor bize. İsyan ettiriyor bu sessizliğe, dünyanın görmezden gelmesine… Lakin sadece ‘öteki’ne olan isyandan öte, kendimize de ayna tutuyor edebiyat, şiir. Cehennemin ta kendisini tecrübe ettiğimiz bu günlerde, oraya giden yolda bizim kendi günahlarımızı da sorgulatıyor.

Üç ayrı yer. Üç ayrı isyan

Sessizlik, sanki bir isyan ama aynı zamanda kabulleniş, hatta inkârın ta kendisi bazen. Aynı Türkiye’de sıkışmış kalmış, sessizliğe bürünmüş, konuşmamayı ödev bellemiş Ermeniler gibi. Öte yandan, konuşmanın tabu olmadığı yerlerde yetişmiş haykırarak, avaz avaz bağırarak, anarak, hafıza ödevini icra etmeye çalışan Diaspora. Bu da bir isyan biçimi elbette, tahakküme başkaldırı, tanınma talebi. Bunlarla beraber, bir de en az 30 yıldır yönetmek yerine, bir tahakküm de kendi kuran iktidardakiler ve sonunda isyan eden mazlum halk, Ermenistan. Üç ayrı coğrafya, üç farklı ama bir halk ve üç ayrı isyan biçimi.  Tek sorumlu ise, ‘öteki’ ya da unutmuş olan ‘Tanrı’. 

Gerçekten tek sorumlu, kendisinden samimiyetle medet umulan ‘öteki’ mi? Tarihin hiçbir döneminde yaralara merhem olmamış ‘öteki’. Merhem olması da güç çünkü bu yara ona ait değil, bir başkasının yarası. Bu bizim kendi yaramız. O halde ‘öteki’nden beklenilen, bize ait olan kendi yaralarımızı sarması mı? Yaşanan acıların başkası eliyle telafi edilmesi mi? Buna samimiyetle inanmak, bugün isyan ettiriyor birçoğumuzu. Turyan’ın şiirinin son dizelerindeki gibi: “Hepsi benimle dalga geçiyor, Tanrı da zaten dünya ile alay ediyor”.

Peki, ya kendi sorumluluğumuz üzerinde düşünme vakti gelmedi mi? Kendi cehennemimizi kendi ellerimizle nasıl yarattık bugün? Cehenneme giden bu yolda, susarak, bazen bağırarak ama nafile isyanlarla ya da tahakküme boyun eğerek, ötekine sorumluluk yükleyerek bizler de birer taş koymadık mı o yola? Yeterince ağıt yakmaya, yas tutmaya, gidenlerin ardından gözyaşı dökmeye, doymadık mı? Ya Tanrı’ya yakarmaya, ondan medet ummaya? Başkasına suç bulmaya, ötekine kızmaya? 

Tüm bu haykırışlar, yakarışlar, sessizlik, tarafsızlık Ermenilerin üzerindeki ölü toprağının kalkmasına yardımcı olamadı. Yeniden dirilmelerine olanak sağlayamadı. Aksine ‘öteki’ne yıktığımız ‘sorumluluk’ cehenneme giden yolun ta kendisi oldu. Oysa, insan ‘öteki’ üzerinden kendini tanımlar. Onunla aşk ve nefret ilişkisi yaşar. Başkasına duyulan hoşgörü, sadakat, sevgi kadar kabahat bulma, onu suçlama da insanın varoluş felsefesinde yatar. Fakat bugün var olabilmenin, tahakküme boyun eğmemenin, geleceğe dönmenin yolu artık buradan geçmiyor. Bugün hâlâ, gençler heder oluyorsa savaşta, hâlâ anaların gözü yaşlıysa, öfkeliyse halklar yaşadıkları cehennemin azabına ve fakat hâlâ sadece ve sadece ötekinde arıyorsa sorumluluğu, başkasında umuyorsa medet, burada üzerine düşünülmesi gereken çok şey var demektir. 

Şunu sormalıyız kendimize: Bunca yıl sonra tahakküm karşısında ayakta durabilmek için, ölmek ya da ölmemek mi? Yoksa bunun ötesine geçmek ve düşünme vakti mi? Asıl meselenin ölmek değil de var olmak ya da olmamak düğümünde olduğunu idrak etmek mi? 

Cevabı düşünürken, William Saroyan’ın umut dolu sözlerine sarılmak, “insan doğasının iyiliğine sığınmak” istiyorum. Evet, her zamanki gibi ve her şeye rağmen iyiliğe sığınmalı ve fakat gerçekleri görerek ve özümseyerek, sorumluluk almaktan kaçmadan, cesaretle o umuda sarılmalı. Hrant Dink’in dediği gibi, yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye aday insanların varlığına inanarak. 

(temirnazli@gmail.com)

http://www.agos.com.tr/tr/yazi/24994/cehenneme-giden-yoldaki-gunahlarimiz-uzerine

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın