İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kilistra: Bir küçük Kapadokya

Saffet Emre TONGUÇ

Bir şehrin ruhunun parçasıdır o şehrin mimarisi, insanların iletişimi, gelenekleri hatta mutfağı… “Ne olursan ol gel” diyen Mevlana Celaleddin Rumi’nin şehri Konya önce çağırır sizi, sonra da ruhunuzun bir parçası olur. Ama bu coğrafyada bir kez ziyaret ettikten sonra hayatınızın bir parçası olacak birçok güzellik var. Onlardan biri de Kilistra…

Konya’ya yapılan ve çoğu kişinin katıldığı hızlı turlar sadece Mevlana’nın göz kamaştıran turkuvaz kubbeli türbesini ve bilemediniz bir ya da iki yerel müzeyi gezmelerine olanak sağlar. Eğer zamanlama doğruysa Kapadokya’ya geçmeden ya da sahile doğru inmeden önce profesyonel dervişler tarafından sunulan bir sema gösterisini izleme şansını da yakalayabilirler. Öte yandan birkaç günlük zamanı olanlar için şehrin çok hoş sürprizler barındırdığını, şehrin civarında gezilesi harika yerler olduğunu belirtmek isterim. Üstelik bu yerleri o kadar az insan geziyor ki kendinizi sessizliğin ortasında gerçek bir kâşif gibi hissedeceğiniz garanti. 

Konya’nın dışına çıkıldığında görülmesi gereken en ilginç yerlerden biri Kilistra… Şehrin aşağı yukarı 50 kilometre kadar güneybatısında. Kilistra, Lystra veya Göktürk isimleriyle bilinse de yerel halkın verdiği ismi Gilisıra. Konya’dan Kilistra’ya doğru giderken, etrafa serpiştirilmiş gösterişsiz köyleri ve oradan oraya zıplayan hayvanlarıyla kendinizi bir tablonun içinde yolculuk ederken bulacaksınız. Kayalık bir platoya oyulmuş evleri ve kiliseleriyle bu antik kente vardığınızda, kendisine göre daha ünlü olan Kapadokya’nın küçük ve orijinal bir versiyonu karşılayacak sizi. Uzaktan bakıldığında birbirinin üzerine yaslanmış küçük tepeleri andırıyor. Platonun dış kısmında göze çarpan büyük ve tuhaf mağara, içeride sizi nelerin beklediğine dair bir fikir veriyor. Kiliseler ve diğer yapıların çoğu devasa bir kayadan meydana gelmiş duvarın arkasına saklanmış. Romalılar döneminde Hıristiyanlığı kabul etmeleri Lystra halkının başına iş açmış belki ama bize şaheserler bırakmalarına da neden olmuş. 

Kilistra: Bir küçük Kapadokya

Çoktanrılı inanışa sahip olanların saldırılarından kaçabilmek amacıyla tüm yaşam alanlarını kayaların içine kurmuşlar. Öyle ki burası gizliliğin esas olduğu, dışarıya tamamen kapalı ve dışarıdan bakanların gördükleri kayaların içinde çeşitli hayatların olduğunu anlamadığı bir saklı kent. Evlerini de yamaçtaki kayaların içine yapmışlar. Kilistra’nın kurulduğu günlerden yüzyıllar sonra üstelik çoğu kişinin ‘çağdaş’ olarak tanımladığı bir dönemde bile insanlığın hâlâ aynı güvenlik kaygısıyla içe kapandığını ve ‘öteki’nden hâlâ korktuğunu görmek ne acı.

Kilistra’ya ilk yerleşimin MÖ 2’nci yüzyılda olduğu düşünülüyor. Antik kent, MÖ 5’inci yüzyılda Pers kralı I. Darius’un günümüz İzmir yakınlarındaki Sardis kentiyle yazlarını geçirdiği başkent olan Persopolis’i (günümüzde İran’da) bağlamak üzere yaptırdığı Kral Yolu’nun iki tarafına kurulmuş. Kilistra’nın da üzerinde olduğu bu yol Konya’dan Yalvaç yakınlarındaki Antiocheia-in-Pisdia’ya kadar uzanıyor. Kimi biliminsanları Aziz Pavlus’un  MS 47-49 yıllarında Anadolu’ya yaptığı ilk yolculukta burayı da ziyaret ettiğine inanıyor. Günümüzde İncil’in bir parçasını oluşturan mektupları yazdığı Timothy ile Kilistra’da karşılaşmış olması da kuvvetle muhtemel, ancak yine de bu bilginin henüz onaylanmadığının altını çizmek gerek. Kilistra’da kazılar 1998’de başladı. Şimdiye kadar kiliseler, büyük bir Bizans sarnıcının dışında bir de şırahane bulundu. Şırahanenin girişindeki 1’inci yüzyıla ait yazıtta kentin adı geçiyor. Arkeolojik çalışmalar hâlâ devam ediyor ve köy sit alanı. 

Geçmiş zaman kiliseleri

Köye vardığınızda etrafa yayılmış mağara evleri ve kiliseleri bulabilmek için bir parça yardıma ihtiyacınız olacağını aklınızın bir köşesinde tutun. Yerli halkın ilk işaret edeceği yapının tamamen tek parça kayadan oyulmuş, haç şeklinde sıradışı bir bina olan Sarıkaya Kilisesi olacağına bahse girerim. Kilise, Kapadokya’nın ilerisinde Soğanlı Vadisi’ndeki Belli Kilisesi’ni çağrıştırıyor. Diğer taraftan yapı Etiyopya Lalibela’daki gizli kaya kiliselerini de akla getirmiyor değil. Sandıkkaya Kilisesi’nin Müslüman ve Hıristiyanların yan yana bir uyum içinde yaşadığı zamanlarda yapıldığı düşünülse de bu konuda tartışmalar devam ediyor. Kilise kendisiyle aynı zamanda yapılan diğer kiliselerden farklı bir tarzda inşa edilmiş. O dönemde kiliseler taştan yapılan görkemli binalarmış. Halbuki Sandıkkaya yekpare bir kayanın içine oyulmuş. Aynı zamanda kilisenin yanındaki mezarlarda ölülere ait eşyalara rastlanması ancak bu âdetin Hıristiyanlıkta yer almaması da şüpheleri onaylar nitelikte. Bu nedenlerle de kilisenin yapıldığı dönemle ilgili tartışmalar bir türlü sona ermiyor. Kilisenin dışında Kilistra’nın geçmişiyle ilgili bilgiler sunan başka yapılar da var. Bunların arasında büyük sarnıçları, üzüm depolama odalarını, antikçağ mezarlarını ve birçok mağara evi sayabiliriz. 

Kilistra: Bir küçük Kapadokya

Üç bölümlü büyük sarnıç

Yerli halkın gösterdiği bir başka yapı da MS 8’inci yüzyıla tarihlenen Sümbül Kilisesi… Bu kilise büyük ölçüde Aziz Pavlus’un ziyaretiyle ilişkilendiriliyor. Sümbül Kilisesi ve etrafındaki bölgeye halk, Aziz Pavlus’u unutmadığını göstermek için olsa gerek, Polönü adını takmış. 
Köyün içinde gezmeye devam ederseniz, Sandıkkaya Kilisesi’ni geçtikten sonra sırasıyla gözcü kulesi, karakol ve sarnıç çıkar karşınıza. En son Kapçı İni’ne varırsınız. Kapçı İni’nde bir zamanlar ev işlerinde kullanılacak çanak çömlek tarzı eşya yapılıyormuş. Üç bölümlü büyük sarnıç da ziyaretçilerin ilgisini çeken yerlerden. Buranın bir diğer adı da Katır İni… Antik kentte bundan başka irili ufaklı sarnıçlar ve onları bağlayan suyolları da var. “Yoruldum, soluklanmak istiyorum” diyorsanız Köy Konağı’ndan daha iyi bir yer bulamazsınız. 
Tüm bu yapıların üzerinde ve çevresinde günümüzün modern Gökyurt’una ait binalar duruyor. Çoğunun insan ruhunu okşadığı söylenemez ama her şeye rağmen aralarında taş ve ahşap malzeme kullanılarak yapılmış birkaç eski zaman evini bulmak çok şükür ki mümkün.

Kadını kurban eden yarışma

Kilistra’ya yaklaşık 4 kilometre mesafedeki Alisumas Dağı’nın dik yamaçları ve tam tepesinde kurulmuş antik bir kente ait kalıntılar var. Hakkında gereken oranda bilimsel araştırmanın yapılmadığı bu antik kent, güçlü surları ve devasa giriş kapısıyla dikkat çekiyor. Dağda, ortasında bir mağara olan kayalıklarınsa ilginç bir efsanesi var. Hikâye bu ya, birbirine ölesiye düşman bir kız ve bir erkek, kendi inşa ettikleri yapıyı daha önce bitirmek konusunda iddiaya girer. Erkek dağın güney tarafına bir bina, kızsa dağın eteklerine kayalıklardan bir mağara yapmaya başlar. İddiayı erkek kazanınca en başta konuşulduğu gibi kızı kendi yapısının önünde kurban eder. O gün bu gündür, dağın yamacında kız tarafından yapıldığına inanılan bu sarp kayalıklar ‘Kız Yapısı’ olarak isimlendiriliyor. Mağaranın önündeki koyu renk lekenin de kızın kanı olduğuna inanılıyor. Erkeğin yaptığı binanın da günümüze sadece duvarları ulaşan kilise olduğu öne sürülüyor. 

Yorgunluk alan üzüm suyu

Gökyurt’u gezerken, kekremsi bir yaban üzümü türünden yapılan ‘gılabba’yı da deneyin. Tadı değişik gelse de tavsiye ederiz, yorgunluk alıyor. Kilistra’yı keşfetmek için birkaç saat yeterli. Bu durumda Konya’ya dönmek ve dumanı üstünde bir fırın kebabı yemek için vaktiniz kalacaktır.

Arabanızla Konya’dan Antalya yoluna doğru ilerleyin ve solda Akören tabelasını gözden kaçırmayın. Buradan itibaren Kilistra-Gökyurt işaretlerini takip edin. Eğer arabanız yoksa Konya’dan tutacağınız bir taksi hayatınızı kolaylaştıracaktır.

https://www.hurriyet.com.tr/seyahat/yazarlar/saffet-emre-tonguc/kilistra-bir-kucuk-kapadokya-41661539

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın