İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Tütüncülerin Tarihi

Tütüncülerin politik serüveniyle ilgili ilginç bilgilerin yer aldığı Egemen Yılgür’ün çalışmasında çok zor şartlarda çalışan, yaşayan insanları ve buna “Yeter!” deyişlerinin öyküsünü okuyoruz.

AHMET EKEN

Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılının ikinci yarısında tütün üretimi ve yarı işlendikten sonra ihracı önem kazanmış, ülke ekonomisindeki ağırlığı artmıştır. Buna paralel olarak bazı bölgeler sektörün önemli merkezleri haline gelir. Bunlardan bir tanesi de Selanik merkezi, Kavala, Drama, İskeçe bölgesidir ve nüfusun büyük bir kesimi bu sektörde çalışır. Farklı etnik gruplara ve dinlere mensup işçiler bazı yerlerde nüfusun çoğunluğunu oluşturur. Selanik bölgesinin bir başka özelliği de işlek bir limana ve dünya ile ilişkilere/etkileşimlere sahip olmasıdır. Başka ülkelerde yaşananların haberleri kısa bir sürü sonra burada da duyulur, yeni fikirler, siyasal ideolojiler burada da gündem olmaya başlar. Sendikal deneyler ve sosyalist hareketler taraftar bulmaya başlar. Tütün işçileri Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu’na bağlı ilk sendikayı kurar: “Bölgedeki politik hareketler başlangıçta büyük ölçüde Rum ve Yahudi işçilere dayanmaktadır.” Ancak II. Meşrutiyet’ten itibaren Müslüman işçiler de onlara katılır. Aynı tarihlerde büyük bir grev dalgası yaşanır. Grev tütün işçilerinin tanımadığı bir olay değildir. Zaman zaman, görüşmeler sonuçsuz kalınca işçiler grev yapmış ve haklarını korumuşlardır. Kısacası, tütün işçisi bilinçli ve örgütlü bir kitledir. Sendikal ve siyasi deneyime sahip bu işçilerin bir bölümü daha sonra mübadele ile Türkiye’ye gelecektir.
Yakın tarihimizin önemli olaylarından biri de 1923-1924 Türk-Yunan nüfus mübadelesidir. I. Dünya Savaşı sonrası yaşanan gelişmelerin böylesi bir nüfus dizaynını gerektirdiğini düşünen dönemin yöneticileri Lozan görüşmelerinde bu konuda antlaşmış ve Türkiye’de, İstanbul haricinde yaşayan Rumlar ile Yunanistan’da, Batı Trakya haricinde yaşayan Müslümanların 1 Mayıs 1923 tarihinden başlayarak zorunlu mübadelesi kararı alınmıştır. 1923-1927 tarihleri arasında Yunanistan’dan Türkiye’ye 450.000 Müslüman gelirken, Türkiye’den Yunanistan’a 1.200.000 civarında Rum veya Ortodoks gider: “Mübadele din temelinde gerçekleştirilmiştir.”
Göç ettirilen insanların etnik kökenleri dikkate alınmaz, bu nedenle tütüncüler topluluğunun en belirgin etnik kümesini teşkil eden Romanlar da mübadeleye dahil edilir.
Gelenler ağırlıklı olarak tütün üretiminin yapıldığı yerlere yerleştirilir, kendilerine arazi verilir. Ancak bir süre sonra gelenler çiftçilik bilgisinden yoksun oldukları, üretim araçlarının olmaması, oraların yerli insanlarıyla beraber yaşayamama veya dışlanma gibi nedenlerle topraklarını terk eder ve tütün sanayiinin gelişmiş olduğu İstanbul, İzmir ve Samsun gibi şehirlere yerleşir. Bu şehirlerin bazı mahalleleri onların mahalleleri da olarak tanınmaya başlar. Örneğin İstanbul’da Ortaköy civarı, Hacıhüsrev, Tophane, Ahırkapı, İzmir’de Tarlabaşı ve Samsun’da merkez Hürriyet Mahallesi ve Teneke Mahallesi tütün işçilerinin yoğun bir biçimde yerleştiği mahallelerdir.
Osmanlı döneminde olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de tütün üretimi önemli bir ekonomik faaliyettir ve ham tütünün yarı işlenmiş hale getirilmesi ağırlıklı olarak İstanbul, İzmir ve Samsun’da yoğunlaşmıştır. Yani gelenler bu şehirlerdeki tütün depolarında yabancı olmadıkları bir işte çalışır. Bu deneyimli insanlar başlangıçta aranan işçilerdir. Her ne kadar tütün işçiliğinin mevsimlik bir iş olması nedeniyle yalnızca yazın dört beş ay çalışabilseler de, sezon gelince yeniden işe dönebilmektedirler. Ancak bazı gelişmelerle bu durum değişir ve var olan sorunlar derinleşir.
Tütün sektöründe 1930’ların ortalarında önemli bir dönüşüm yaşanır ve işçiler açısından zor bir dönem başlar:
“Geçmişte tütün demetleri renkleri ve cinslerine göre ayrılıp sandıklara dizilmekteyken, bu tarihten itibaren yaprakların herhangi bir tasnife tabi tutulmadan yüklenmesi anlamına gelen tonga usulü yaygınlaşmaya başlar.”
Bunun manası kalifiye tütüncülerin sektördeki öneminin azalmasıdır. Artık tütün işçiliği sanat olmaktan çıkmış, herkes tarafından yapılabilecek bir iş olmuştur. Ayrıca tütün depolarında elek ve harman makineleri kullanılmaya başlanmıştır. Bu gelişmeler emek talebini azaltır. İşçilerin büyük bölümü işsiz kalır. Patronlar ihtiyaç kalmadığı için deneyimli ve kalifiye işçi yerine düşük ücretlerle çalıştırdıkları tecrübesiz işçileri istihdam eder.
Tütün sanayiinde zaten düşük olan ücretler işsizliğin artmasıyla daha da düşer, patronlar daha düşük ücretlerle çalışan genç kızları ve çocukları tercih etmekte, erkekler işten çıkarılmakta, tütün depolarının kapalı olduğu günlerde işçiye yevmiye verilmemektedir. Aileden tek bir kişinin geliriyle yaşamak mümkün olmadığı için, küçük büyük herkes bir iş yaparak eve katkıda bulunmaya çalışmaktadır.
Daha önceleri mevsimlik bir iş olduğu için, sektörde çalışmadıkları dönemlerde başka işler yapan tütüncülerin büyük bölümü sektöre geri dönemez, farklı işlerde çalışmaya başlar. Ancak bu da kolay değildir; işsizlik genel olarak artmış, iş bulmak zorlaşmıştır.
Tütün işçileri az bir ücret karşılığında, kötü şartlarda çalışmaktadır. İş günü çok uzundur, bazı yerlerde işçiler günde on beş saat çalıştırılmakta, hatta gidip gelirken vakit kaybolmasın diye çalışılan yerlerin ortalarına uyduruk apteshaneler konulmaktadır. Kışın iş yerlerinde ısıtma yoktur, tütünlerin ıslandığında çürüyeceğini ileri süren patronlar işçinin su içmesini dahi engellemektedir. Bir de tüm bunların üstüne, işletmelerde havalandırma sistemi yoktur. Öğle paydosu sadece yarım saattir, paydosta oturup yemek için masa ve sandalye bile bulunmayan yerler vardır: “Bir dakika bile geç kalan işçi o gün işe alınmamaktadır.” Depo şefleri ve adamları çalışanlara kötü davranmakta, bazı kadın işçiler taciz edilmektedir… Türkiye Komünist Partisi’nin yayın organı Kızıl İstanbul’da yayınlanan bir işçi mektubunda çalışma şartları şöyle anlatılmaktadır:
“Geçenlerde Tütün İnhisar İdaresi yaprak tütün depolarından bir tanesinde, akşam paydosu saat dört buçukta olması icap ederken, en aşağı beşe kadar çalıştırıldık. Sebep yüklü bir motorun gelmesi idi. Tabii bu fazla iş için bize bir şey verilmez. İçimizden fazla çalışmak istemeyenler işten atılmakla tehdit edilirdi. Elbiselerimizin durduğu odanın kapısı kapatıldı ve biz çalışmaya mecbur edildik.”
Aynı mektupta o sırada iş kazası geçiren bir arkadaşlarının dahi izin alamadığını ve “inleye inleye yarım saat daha çalışmak mecburiyetinde kaldığını” okuyoruz.
Bu kötü şartların değişmesini isteyen işçiler seslerini duyurmak için zaman zaman grevler ve yürüyüşler yapar. Tüm çalışanlar gibi onların da sendikalaşmak gibi bir hakkı yoktur. Tütüncüler tarihinin önemli grevlerinden biri Nisan 1927’de yaşanır. Önce iki fabrikada bin işçi grev başlatır, ertesi gün grevci işçi sayısı üç bine çıkar ve bir süre sonra patronlar işçilerin taleplerinden bazılarını kabul etmek zorunda kalır. Bir başka gelişme, geldikleri yerlerde sosyalist hareketlerle tanışmış olan tütüncülerin Türkiye Komünist Partisi (TKP) ile ilişki kurmaları olur ve kısa sürede parti içerisindeki en kalabalık işçi grubunu oluştururlar. Yazar konuyla ilgili şöyle demekte:
“Çalışma sürecinde sahip oldukları siyasal kültürü yeni kuşaklara aktardıkları gibi, TKP’nin kurumsal yapısının şekillenmesinde önemli lojistik sorumluluklar da üstleneceklerdir.”
Ancak daha önce belirttiğimiz gibi, 1930’ların ortalarında sektör önemli teknolojik gelişmelere paralel olarak kendini yeniden yapılandırır. Tütün depolarında giderek daha az işçi çalıştırılır: “1960’lara kadar devam eden bir geçiş sürecinin sonucunda tütüncüler aşamalı olarak kısmen ayakkabı boyacılığı, müzisyenlik, hamallık gibi enformel ekonomik faaliyetlere” kayar. Tütüncüler üretim birimlerindeki ağırlıklı konumularını yitirince, politik faaliyetlerini de kendi dar çevreleriyle sınırlamak zorunda kalır. Politik yapılar içerisinde bağımsız bireyler olarak faaliyetlerini sürdürürler.
Çalışmada tütüncülerin politik serüveniyle ilgili ilginç bilgiler yer alıyor. Örneğin 1940’ların ortalarında Cemiyetler Kanunu’nda yapılan değişiklerden umutlanan sosyalist hareketlerin kurduğu Sosyalist Parti ve Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü Partisi saflarında yer almaları, İstanbul Tütüncüler Sendikası’nı kurup yaptıkları çalışmalar, ünlü 1951 TKP Tevkifatı ve 1960 sonrası TİP (Türkiye İşçi Partisi) başta olmak üzere, artık eski tüfekler olarak siyasal faaliyetleri kısa da olsa irdelenen konular.
Egemen Yılgür’ün çalışmasında çok zor şartlarda çalışan, yaşayan insanları ve buna “Yeter!” deyişlerinin öyküsünü okuyoruz.

1880’lerde İstanbul Cibali Tütün Fabrikası…


T24

Yorumlar kapatıldı.