İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Çerkes hafızasında saklı gerçekler

Ulaş Sunata’nın ‘Hafızam Çerkesçe: Çerkesler Çerkesliği Anlatıyor’ başlıklı kitabı İletişim Yayınları’ndan çıktı. Bahçeşehir Üniversitesi Göç ve Kent Çalışmaları Merkezi (BAUMUS) kurucu direktörü olan sosyolog Ulaş Sunata’nın kitabı 2014’te yapılan sözlü tarih çalışmasına dayanıyor. Türkiye’de yerleşik olan Kuzeybatı Kafkasya diasporası üzerine yapılan çalışma çerçevesinde Adige (içerisinde Kabardeyler, Şapsığlar, Besleneyler, Abzehler, Bjeduğlar, Hatukaylar ve Çemguylar), Abaza (içerisinde Abhaz ve Abazinler) ve Ubıh (Wubıh) halklarına mensup kişilerle, Samsun, Maraş, Eskişehir, Balıkesir gibi farklı şehirlerde görüşmeler yapılmış. Bu görüşmelerden 30’u kitapta yer alıyor. Yapılan görüşmelerde Ulaş Sunata’nın yanı sıra Bahar Ayça Okçuoğlu, Sercan Saydam, Nazlı Hazar ve Narod Avcı da görüşmeci olarak yer almış. Sosyolog Ulaş Sunata ile kitabından yola çıkarak Çerkes-Ermeni ilişkilerine uzanan bir söyleşi yaptık.

Kitapta yer alan görüşmelerden anladığım kadarıyla, genç Çerkeslerin Kürtler ve Kürt sorunu üzerine yaklaşımları yaşlıların yaklaşımlarından farklı. Gençler, Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözümüne yaşlılara göre çok daha olumlu yaklaşıyorlar. Ermenilerle ilgili olarak da böyle bir farklılık var mı? Yüzleşme konusunda Genç Çerkeslerin yaşlılara göre daha farklı bir yaklaşımı olduğunu söyleyebilir miyiz?

Evet, gençlerde yüzleşme konusunda daha farklı bir yaklaşım egemen, diyebiliriz. Bir örnek vereyim: Bir köyde annesi ve kızı aynı anda görüşmeye dahil oldular. Kızı sürekli annesini düzeltmeye toparlamaya çalışıyordu. Konu da aslında o köyün daha önceden bir Ermeni köyü olduğu gerçeğinin yansıtılması idi. Genç kız durumun farkında ama annesinin bu gerçeği söyleyemeyişinin de farkındaydı. Genç kız bu konuyla yüzleşerek hakikati okumaya çalışıyordu. Bu tür durumlarla pek çok görüşmede karşılaştık. Gençlerin yüzleşmeyle ilişkisi çok daha sağlıklı. Tabii biz daha çok taşrada, köylerde görüşmeler yaptık. Taşradaki hafızanın çok da eskimemiş olduğunu gördük. Ermenilerle ilgili ciddi bir hafıza olduğuna tanık olduk. Çerkesler ve Ermeniler arasında da önemli karşılaşmalar olduğunu, üzerinde çok da konuşulmayan, tarihin pek de yazmadığı bu konunun taşra hafızasında yerleşik olduğunu gördük. Yaş dışında toplumsal cinsiyet de bir başka göstergeydi. Kadınlar çok daha açık ve deyim yerindeyse “dobra dobra” bu konu hakkında konuşabiliyorlar. Karşılaştırmalı baktığınızda kadınlar erkeklere göre bu konuda konuşmaya çok daha açıklar.

Sizce neden böyle?

Bunun formasyonla, eğitimle ilgili olduğunu düşünüyorum. Eğitimde resmi milli tarih anlatısı bize belli “doğru”ları öğretiyor. Taşrada ise görece izole bir yaşam olduğu için orada hafıza daha çok işliyor. Kuşaktan kuşağa yerel hafıza taşrada daha sansürsüz aktarılıyor.

Çerkeslerin Ermeni algısı daha çok Anadolu’da mı şekilleniyor? Kafkasya’dan gelirken Ermenilerle ilgili belli bir öteki algısını da beraberinde getiriyorlar mı?

Bence bu iki ayaklı. Kafkasya’dan zorunlu olarak göç etmelerinin nedeni olarak Hıristiyan kimlik göze çarpıyor. Yaptığımız bazı görüşmelerde Kafkasya’dan Anadolu’ya göçün “hicret” olarak tanımlanması da bundan. Sanki din için harekete geçiyor gibiler. Hıristiyan zulmünden kaçıldığına dair bir öfke var. Bundan dolayı da Hıristiyan kimliğine ilişkin bir öfke var. Bir kısmı da Anadolu’ya gelmeden önce Balkanlara yerleştirilmiş. Orada da ciddi sıkıntılar yaşamışlar. Bunun da etkisi olduğu söylenebilir.

Öte yandan Çerkesler yeni geldikleri yerlere adapte olma konusunda oldukça başarılılar. Anadolu’da Müslüman-Hıristiyan fay hattının farkındalar ve buna göre tavır alıyorlar. Bu tarihsel mirasa rağmen Çerkesler son yıllarda yüzleşme anlamında önemli adımlar attılar. Özellikle genç kuşakların yol açıcılığı sayesinde bir yüzleşme yaşandığının farkındayım.

Kitabın sonuç bölümünde şöyle diyorsunuz: “Bu çalışma diasporik sosyokültürel hafıza olarak nostaljik ve otantik olarak yapılandırılan Çerkes köyü kurgusunu eleştirir. Bunun yerine diasporik hafızanın (Çerkes köyünden ziyade) Çerkes köylerinin köyötesi ilişkilerinin zenginliğinde olduğunu öne sürer.” Bunu açar mısınız?

Genel olarak Türkiye’de köy yalıtılmış, izole bir şey olarak algılanıyor. Çerkes köyleri için bu geçerli değil. Çerkes köyü son derece canlı ve dinamik. Tabii tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de köy nüfusu azalıyor ve nüfus yaşlanıyor. Öte yandan Çerkes köylerinde festival, düğün gibi aktivitelerle insanlar sürekli bir araya geliyor. Çerkesler arasında köyleri dinamik tutan unsur köyler arasındaki ilişkilerin sürekli ve canlı olması. Çerkesler Anadolu’ya geldiklerinde ağırlıklı olarak köylere yerleştirilmişler. Pek çok köy soy yakınlığı nedeniyle her zaman ilişki içerisinde olmuşlar. Böylece ortaya Çerkes köyleri ‘network’ü çıkıyor.

Peki, köyden şehre göç bunu olumsuz olarak etkilemedi mi?

Hayır. Bu da sivil toplumun Çerkeslerdeki yerini gösteriyor. Köylerde çeşitli dernekler var ama daha önemlisi şehirlerde, hem gençleri hem de yaşlıları bir araya getiren dernekler çok önemli mekânlardır. Dernekler, köyle şehir arasındaki bağlantının sürekli kılınmasını sağlıyorlar. Bunu fark ettiğimde aslında Çerkes hafızasının nasıl korunabildiğini de kavradım.

Kitapta yer alan görüşmelerden anladığım kadarıyla Çerkes Ethem anlatısı da Çerkes hafızasında önemli bir yer tutuyor. Çerkes Ethem adeta devlet tarafından Çerkesleri asimilasyona zorlayan bir araç olarak kullanılmış sanki… Böyle diyebilir miyiz?

Evet, doğru aslında. Çerkeslerin Türkiye’de “makbul vatandaş” olma sürecinde Çerkes Ethem anlatısının önemli bir yeri var. Ethem Bey, bir kahramanken bir anda ihanet eden Çerkes Ethem’e dönüşmüş. Bu da Çerkesler içim bir tür ötekileştirme anlamı taşıyor. Aslında Çerkes hafızasındaki Çerkes Ethem algısına dair ayrı bir çalışma yapmak gerekiyor.

Çerkeslerin Osmanlı’da ve Cumhuriyet döneminde devlet içinde ciddi ağırlığı olduğu söylenir. Çerkes hafızasında bunun yeri nedir?

Bu konuda çok temkinli bir tavır var. Çerkesler kendilerini Cumhuriyet’in kurucu unsurlarından biri olarak görüyorlar. Buna inanıyorlar. İlginçtir, Suriye’deki Çerkesler’de de buna benzer bir algı var. Türkiye’de de Suriye’de de devletin belli birimlerinde ağırlıkları olduğu söyleniyor. Bunun askeri olarak daha kalifiye olmalarından kaynaklandığını düşünebiliriz.

Gelecekte bu konuda ne tür çalışmalar yapmayı düşünüyorsunuz?

İki alanda çalışma yapmak istiyorum. Çerkes-Ermeni ilişkileri ve Çerkes Ethem üzerine çalışmak istiyorum. Elimizde çok geniş bir görüşme havuzu var. Ayrıca aradan geçen sürede sahayı yeniden irdelemek isterim.

Kitaptan

‘Bu bölgede de Çerkesleşmiş Ermeniler yaşıyor’

“1914’te Maraş’ta da çok Ermeni yaşıyormuş. Bir tane arkadaş burada dedi ya bir tarafım Ermeni diye, onun dışında bizim köylerde gezdiğiniz zaman da büyük ninelerimizden Ermeni olan çok görürsünüz. Daha doğrusu Ermeniler öldürülürken küçük kızların bazıları evlatlık olarak burada kalmış. Şu an Göksun Büyükçamurlu Köyü’nde önceden Ermeni olan Çerkes benim tanıdığım bir var mesela. Ermeni olduklarını, kendilerini zaten bildirmemişler, ama Müslümanlaşmışlar da. Diyelim ki mesela o zaman büyük bir kıyım olmuş, o kıyımlardan kurtulan küçük çocuklar, Malatya’da olmuş bu, Tunceli’de olmuş, Türkiye’nin her tarafında olmuş, bu küçük çocuklardan bazılarını sırf öldürülmesinler diye evlatlık olarak almışlar. Fakat onlar Çerkeslerin içinde kala kala Çerkesleşmişler artık bir yerde, hâlâ da bu bölgede de Çerkesleşmiş Ermeniler yaşıyor. Tabii gayrimüslim yabancı olarak sadece Ermeniler varmış burada, ama onlar dışında Türkler, Kürtler, Avşarlar, Türkmenler de varmış. Avşarlarla pek ilişkimiz olmamış. Çünkü dediğim gibi şimdi bizim köyün çevresi tamamen Kürt ve Ermenilerle kaplı. Orada iki tane Çerkes köyü var sadece.

Bir de zaten Ermenilerle ilişkimiz ta Bingöl’de yaşadığımız zamanlara dayanıyor. Bingöl’deki köyümüzde, komşu köylerde hep Ermeniler varmış. Bizim Çerkesler onlardan sanatı öğrenmişler, mesela Bingöl’de kendi köyümüzde o zaman, demircisi var, nalbandı var, silah tamircisi var, tüm bu sanatları oradaki Ermenilerden öğrendik. O zaman 1800’lü yıllar daha. Sonra gerçi göçmüşüz bu tarafa, ama o sanatları hep orada öğrenmişler. Bu tarafa geldiklerinde de sanatlarına devam etmişler, mesela benim amcam nalbanttı. Bizim iş yerimiz vardı, nal çakardı mesela, onu da Ermenilerden öğrenmişti. Hatta dedemlerin şu an oturdukları ev Ermenilerden kalma bir ev. Şu an evimiz hâlâ duruyor. Bugün orada oturuyoruz, amcalarım falan orada kalıyorlar. Biz daha sonra tahsilimiz dolayısıyla Türkiye’nin çeşitli yerlerine dağılmışız. Şu an İstanbul’da yaşıyoruz.”

(Erkek, 61 yaşında, Evli, Maraş, Necko, Abzeh) Sayfa: 176


Agos

Yorumlar kapatıldı.