İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Maraş’a mangala giderken ‘evdeki’ Kıbrıs’tan olmak

DUVAR – “Sayın Çavuşoğlu, kapalı Maraş’ta diyorum ki bir piknik yapabiliriz, mani bir şey var mı? … O gün orada herhalde şöyle birlikte bir piknik yapmakta fayda var, biz buradan çünkü ekranlardan izliyoruz, bizzat yaşayalım istiyoruz”.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu ilginç fikri, KKTC’nin yeni Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’la ortak basın toplantısında ortaya attı. 15 Kasım’da KKTC’nin kuruluş yıldönümü vesilesiyle adaya gidecek olan Erdoğan, 1974 yazından beri sivillere kapalı olan Maraş’ı ziyaret etmek istiyor.

Maraş’ın sahil bandının bir kısmının belirli saatlerde sivillere açılmasının hemen ertesinde bölgeyi ziyaret edecek olan Erdoğan, Kıbrıslı Türklerin lideri ile beraber Kıbrıs sorununun ve Doğu Akdeniz’in geleceği ile ilgili önemli mesajlar veriyor. Bu mesajların irdelenmesi, gerek Ankara’nın yeni süreçte izleyeceği politikaların tahlili, gerekse de Türkiye-KKTC liderliğinin gündeme getirmeye çalıştığı fikirler dizisinin eksikliklerinin daha iyi anlaşılması açısından önemli. Bu bağlamda, Erdoğan’ın verdiği mesajlara yeniden bir göz atmakta fayda var.

KKTC HÂLÂ TÜRKİYE’NİN SEÇİME MÜDAHALESİNİ TARTIŞIYOR

Erdoğan Tatar’la ortak basın toplantısına ‘seçimlerin Kıbrıs Türk halkının demokrasi kültürünü gözler önüne seren bir şeffaflık ve siyasi olgunluk ortamında gerçekleştiği’ vurgusuyla başladı. Söz konusu mesaj, Kıbrıs’ta son haftalarda yaşananlar temelinde epey sorunlu. Zira KKTC’de seçim sürecinin sona ermesine rağmen toplum hâlâ, Türkiye’nin seçimlere yönelik müdahalelerini tartışıyor. Lefkoşa’nın güneyindeki diplomatik temsilcilikler de, bu müdahaleleri, kanıtlarıyla beraber ve ayrıntılı olarak dış başkentlere raporluyor. Kıbrıslı Türk muhalif kesimlerde ve yabancı misyon kulvarlarındaki ortak kanı, ‘Ankara’daki muhafazakâr-milliyetçi iktidarın seçimlere yoğun bir şekilde müdahale etmiş olduğu” yönünde.

SUÇLAMA OYUNU ÇIKMAZI

Erdoğan açıklamalarının devamında, Kıbrıs sorunundaki tıkanıklığın tek sorumlusu olarak Kıbrıs Rum tarafına işaret etti. “Rum tarafının Kıbrıs Türk halkının eşit ortaklığı temelinde bir çözümü kabul etme niyetinin bulunmadığı aşikârdır. Rumlar 1963 yılında gasp ettikleri devleti Kıbrıs Türk halkıyla paylaşmak istemiyorlar” çıkışı, “Kıbrıs Türk halkının demokrasi kültürü” mesajı kadar sorunlu.

Zira Kıbrıslı Rumların kendilerini “adanın mutlak çoğunluğu” pozisyonunda görmeye devam etmelerine rağmen, 50’li yıllardan bugünlere taşınan sorunun birçok boyutu söz konusu (Soğuk Savaş, eski sömürge yönetimi, garantör devletler, bölge koşulları, vs). Tartışmasız bir biçimde Ankara da (aynen Londra ve Atina gibi) çözümsüzlüğün hem parçası, hem sorumlusu konumunda olmaya devam ediyor. Kaldı ki geçmişte Birleşmiş Milletler, Kıbrıs sorununun karşılıklı suçlama oyunlarıyla çözülemeyeceği uyarısında bulunmuştu…

İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜM KİMİNLE MÜZAKERE EDİLECEK?

Erdoğan’ın, “Yarım asrı geride bıraktığımız müzakere sürecinde artık mevcut parametrelerle bir neticeye varılamayacağının anlaşılması gerekiyor. Temmuz 2017’de Crans-Montana’daki görüşmelerin sona ermesinin ardından artık iki devletli çözümün de gerçekçi bir yaklaşımla masaya getirilmesi gerektiğine inanıyoruz” çıkışı da uluslararası konjonktür açısından başlı başına bir sorun.

Aslında esas mesele basit: Türkiye’nin neredeyse tüm komşularıyla sorunlar yaşadığı, Batı’yla restleştiği, Moskova-Washington hattında gelgitler yaşadığı, ABD’de iktidar değişiminin olası göründüğü, Atina’yla sıcak çatışmanın eşiğine gelindiği bir süreçte, Ankara “iki devletli” çözümü hangi muhataplarla hangi koşullar altında müzakere edecek? Dahası Kıbrıs Rum tarafı böylesi bir gelişme karşısında nasıl bir tavır sergileyecek? Kıbrıs’ın tümünü ‘kendi toprağı’ olarak gören AB bu fikre nasıl yaklaşacak? Kıbrıslı Türklerin kendileri bir bütün olarak bu fikri kabul etmeye meyilli mi? Anlaşılacağı üzere an itibariyle Ankara’nın yanıtlamakta zorlanacağı birçok soru söz konusu.

‘HÜCUMBOT DİPLOMASİSİ’ İLE NEREYE KADAR?

Ve son bir nokta. Erdoğan açıklamalarını sonlandırmadan evvel “Bu bölgede hidrokarbon kaynakları nedeniyle iştahı kabaran uluslararası enerji şirketleriyle arkalarındaki güçler de bu oyunun parçası olmakta beis görmemişlerdir. Ancak bu oyun artık bozulmuştur. En başından itibaren söylediğimiz gibi bölgede Türkiye’yi ve Kıbrıs Türk’ünü hesaba katmayan hiçbir girişimin başarı şansı yoktur ve olmayacaktır” mesajını verdi. Bu mesaj da Ankara açısından önemli bir sorun teşkil ediyor. Atina ve Lefkoşa ikilisinin 2000’li yıllardan başlayarak Ankara’nın doğalgaz için iş birliği tekliflerine sırtlarını çevirmiş olmalarına rağmen, enerji meselesini yakından takip eden tüm uzmanlar söz konusu sorunun sadece ve sadece diplomasi ve anlaşmayla çözülebileceği noktasında birleşiyor. Hal böyleyken, Ankara’nın bugünlerde takip ettiği “hücumbot diplomasisi (gunboat diplomacy)” bir ayağı boşlukta sallanan sandalye görüntüsü vermeye devam ediyor.

‘NEFES DARLIĞI’ ÇEKEN KIBRISLI TÜRKLER

Sözü fazla uzatmayalım. “Yol kazaları” ya da şimdiden tahmin edilmesi mümkün olmayan gelişmeler yaşanmazsa, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz er ya da geç, en az iki uluslararası zirveye tanıklık edecek. Gayrı resmi bir toplantı statüsünde Kıbrıs sorununun geleceği masaya yatırılacak. Uluslararası Doğu Akdeniz zirvesinin odağındaysa enerji olacak.

Ankara’nın bu toplantılara yukarıdaki stratejiyle gitmesi, gerek sorunların çözümü açısından gerekse de Türkiye’nin ve Kıbrıslı Türklerin geleceği açısından yeni sıkıntılar ortaya çıkarabilir. Dimyat’a pirinç almak için giden bir tüccarının başına bindiği gemide ve sonrasında gelenlerin bir benzeri, bölge halklarının başına gelebilir. Böylesi bir durumdaysa, gerek Türkiye’nin Kıbrıs özelindeki tezleri ve çıkarları, gerekse de hali hazırda siyasi ve ekonomik açıdan “nefes darlığı” çeken Kıbrıslı Türklerin geleceği açısından ortaya yeni tehlikeler çıkabilir.


Gazete Duvar

Yorumlar kapatıldı.