İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

MARKAR ESAYAN’IN CENAZE TÜRENİNDE PATRİK HAZRETLERİNİN KONUŞMASI

Patrik Sahak Maşalyan

22.10.2020

Dostların cenazesinde konuşmak hiç de kolay olmuyor. Neyi, hangi birini anlatacaksınız? İnsan hayatı da coğrafya gibidir. Nehirleri vardır, denizleri, adaları, çölleri, vahaları, dağları, tepeleri ve uçurumları. Böylesi bir zenginliği kısa veda konuşmalarında dillendirmek elbette mümkün değildir. Bu dünya hayatının insan ruhunda bıraktığı izlerin toplamına Karakter diyoruz. Karakter yaşadığımız hayatın ruhumuza basılmış mührüdür. Her insanın tarihi onun karakteridir. Bütün yaptıklarının ve yapamadıklarının toplamı, tüm başarılarının ve yarım kalmış düşlerinin yekûnu, inançları ve şüpheleri, cesareti ve korkaklığı, sevgisi ve nefreti, kısacası tüm anların ve yaşadığı olayların ortak paydasıdır karakter.

Bunun için veda konuşmalarında en doğru yol merhumun karakterinde öne çıkan birkaç çizgiyi vurgulamak olagelmiştir. Biz de böyle yapalım sevgili Markar için.

Burada, bu tabutta fani hayatın bütün cilveleriyle karşılaşmış ve onlardan kendine demir bir karakter oluşturmuş bir dostu uğurluyoruz ebediyete.

Yirmi beş yaşındaydı onunla ilk kez karşılaştığımızda. Kilise korosuyla Kınalı Adaya ayine gelmişlerdi. Kısa sohbetimiz uzun yıllar sürecek dostluğumuzun temellerini attı. Aramızdaki köprü maneviyattı. İlk intibaım bu coğrafyalarda ender bulunan içten, doğal ve samimi nezaketi olmuştu. Onu tanıyan herkes onun kibarlığına ve centilmenliğine tanıklık edecektir. Yakın sohbetlerinde sevimli, sevecen, güler yüzlü ve nüktedan özellikleriyle insanları cezbeden bir yönü vardı. Bir özlü sözün dediği gibi, “Bazıları gelişiyle sevindirir, bazıları da gidişiyle”. O gelişiyle sevindirenlerdendi.

 Markar Esayan iyi kalpli bir insandı. Bu, cenazelerde herkes için söylenecek türden klişe bir “iyi adamdı”, sözünden öte, onun nezaketini tamamlayan doğal bir özelliğiydi. Kutsal İncil’in, verme konusunda “sol elin sağ elinin ne yaptığını bilmesin, iyiliğin gizlice olsun” esasına sıkı sıkıya bağlı olarak iyiliklerini çoğalttı. Kendisi maddi ve manevi zorlukları iyi tanıyan biri olarak bu durumdaki kişilere elinden gelen hiçbir yardımı esirgemeyen bir yapıya sahipti. Bir keresinde bana, milletvekilliğinin en çok manevi haz veren yönünün, başvuran insanların sorunlarını çözmek ve onların, Allah razı olsun” hayırdualarını almak olduğunu belirtmişti. O hayırduaları işte şimdi işine yarayacak. İyilikleri Göksel yargısında şefaatçisi olsun. Nura doğru yürürken kadife bir halı olsun önüne serilen. “İyilik yapmaktan yorulmayın” diye yazar Kutsal Kitabımız. Ermeni şair Vahan Tekeyan da hayatının sonlarında soruyor. “Ah, ne kaldı hayattan bana, ah ne kaldı geriye? Ne tuhaf, başkalarına ne verdimse, sadece o kaldı işte.”

Gençliğinden beri benim tanıdığım Markar Esayan derin düşünen, varoluş sorunlarına kafa yoran, sözde değil özde dindar ve hayata dair her şeyle ilgili araştırmacı bir ruh taşıyordu. Ailesi manevi değerlerle büyümesi için her şeyi yaptı. Henüz beş altı yaşlarında bir çocukken Kuddüs’e manastır eğitimi almaya gönderilmişti. “Jerusalem” romanı o döneme ait bir anı kitabıdır diyebiliriz. Ermeni Getronagan Lisesi mezunu, Feriköy Vartanants Kilise Korosu üyesi ve rahmetli Patrik Mesrop Mutafyan’ın sıkı takipçisi İstanbullu bir Ermeni olarak halkının öz değerlerini tanıdı, özümsedi ve sahip çıktı. Ben genç bir rahipken beş yıl her Pazar ayininde mihrapta muganni olarak yanımda hizmet etti. Bu manevi duruşu siyasal tercihlerini de belirledi. 

Tanrı, Kutsal Kitap, Kilise tüm düşünce dünyasının arka planını oluşturuyordu. Ruhsal konular her zaman merakını celp etmekteydi. Feriköy’deki giysi dükkânını her ziyaretimde mutlaka ruhani bir konu açılır ve uzun sohbetlerimiz olurdu. Ölüm onu hazırlıksız yakalamadı. Sağlıklı günlerinde onunla yüzleşti, hesaplaştı ve imanıyla onunla barıştı. 

Uzun ve cefalı hastalığı imanının artmasına ve pekişmesine vesile oldu. Dini bir hakikat olarak denilebilir ki çekilen acılar ve hastalıklar inançlı kişiyi arındırır ve Tanrı’ya yaklaştırır. Bedenin zayıflaması ruhun güçlenmesini sağlar. Hastalığı süresince son ana kadar iyileşeceğine dair umudunu hiç kaybetmedi. Ama sözlerini her zaman, “ölüm Allah’ın emri. Gerekiyorsa ölürüz de” diyerek tamamlıyordu. İnsanlar kötü günler için para biriktiriyorlar. Ama kötü günler için yüreklerini ısıtacak ve besleyecek maneviyat da biriktirmeliler. Markar Esayan tüm hayatı boyunca, sağlıklı günlerinde manevi hazineler biriktirmişti ve onları hayatının zor dönemlerinde bolca kullandı. Ama asıl şimdi, ebediyet yolculuğunda işine yarayacak ruhunda büyüttüğü ve biriktirdiği manevi değerler. Ettiği dualar, söylediği ilahiler, Tanrı Sözüyle tanışıklığı, yaptığı iyilikler, hakikat yolunda esinlediği insanlar ruhunu cennete taşıyacak kanatlar olsun.

Markar gençlik yıllarında ona samimi olan herkesin fark ettiği bir huzursuzluk ve hayatta yerini bulamamış olma duygusu taşıyordu. Eğer yaratıcı can sıkıntısı diye bir şey varsa, Markar’ın içinden geçtiği ruh halini tarif etmekteydi. Feriköy’de işlettiği giysi dükkânı ona dar geliyordu, ruhunda buhranlar yaratacak kadar dar. Yerini bulamamış bir tohum gibiydi. Bir çınar tohumu düşünün, saksıda büyümeye mahkûm edilmiş. Bu döneme ait daralma duygusu o kadar baskındır ki, ilk romanının adı, “Şimdinin Dar Odası”, Agos’ taki köşesinin adı, “Dar Kapı”ydı. Darlıktan genişliğe açılan bir yol arıyordu.

Hayatın en önemli iki gününden birincisi doğduğun gündür, ikincisi ise niçin doğduğunu keşfettiğin gün (Mark Twain). O küçük dükkânda derin sancılar ve buhranlar içinde niçin doğduğunu keşfetti. Fikir üretmek, yazmak ve konuşmak için doğmuştu. Sessiz sedasız o dükkânda bir yazar ve düşün adamı oluşmaya başladı. Romanlar kaleme aldı. Agos’a makaleler gönderdi. Hrant Dink’le samimiyet kurdu ve ondan esinlendi. Hrant’ın öldürülmesiyle içindeki yazarlık yangını daha da depreşti. Gazetecilik hayatına atıldı. Saksıdaki çınar tohumu artık ormandaki yerini bulmuştu. Dükkanının küçük ama güvenli ortamını bırakıp gazeteciliğin fırtınalı denizlerine atıldı. Risk almaktan kaçınmadı. Görevler ve sorumluluklar üstlendi. Bazen sabahlara kadar mütevazi ücretlerle çalıştı. Yeni çevreler edindi, tanışıklıklarını çoğalttı ve dostluklar büyüttü. Başarı merdivenlerinden basamak, basamak yükseldi. Televizyon ekranlarının tanıdık bir yüzü haline geldi. Sözü ve yorumları ses getirdi. Politik zekâsı ve yetenekleri keşfedildi ve siyasetin zirvesine taşındı. Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekili olarak yerini aldı. Ak Parti kurmaylarından birine dönüştü. Bakanların ve başbakanların dostluk sofrasında kabul gördü. Belki bu kadarını kendi de düşlememişti. Şüphesiz hayatının en büyük başarısı olarak görülmesi gereken şerefli zirve Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsi ve ailevi teveccühlerine mazhar olmasıdır. 

Rahmetli Markar Esayan, yazarlık ve gazetecilik hayatının bir döneminde kendisini tanıyanlarda köklü denecek bir dönüşüm yaşadı. Siyasi tercihlerini sol cenahtan sağa doğru kaydırdı ve bu kendi mahallesinde yoğun eleştirilere yol açtı. Siyaset özü itibariyle tarafını seçmek ve taraf tutmaktır. Siyasetçi herkesi değil, bazılarını memnun eden bir yerde durmaya mahkumdur. Markar Esayan, 1400 yıldır Müslümanlarla birlikte yaşama tecrübesi olan Ermeni halkının bir üyesi olarak ve yüzyılların bilgeliğini özümseyerek durulması gereken en doğru siyasi duruşu benimsedi. Mensubu olduğu ülkeyi ve vatanı varlığının bir kutsalı olarak görmek, sadakat ve bağlılıkla devletine, milletine hizmet etmek, sevincini ve gönencini, üzüntü ve tasayı aynı bayrak altında yaşamak ve hep birlikte mutlu bir ülke oluşturmak ülküsünü benimsedi. Bu topraklarda “Milleti Sadıka” olmanın özü ve anlamı budur. Bu sadece Ermenilerin değil, tüm ülke vatandaşlarının paylaşması gereken en doğal duruş ve seçimdir. 

Markar Esayan pek çok Ermeni’nin aklına gelmeyen ve tercih etmeyeceği ve belki de asla beceremeyeceği bir şeyi yaptı. Bu ülkedeki öteki mahallelere geçti ve komşusu olduğu insanları, onların inanç dünyasını, kaygılarını, korkularını, beklentilerini gördü. Yara sadece Ermenilerde kanamıyordu. Tüm ülkeyi saran yangınlarda bilinçli bir vatandaş ve aydın olarak haklının yanında olmak gerektiğini anladı. Bir makalesinde Markar şöyle diyordu: “15 Temmuz gece yarısı “Ezanlar susmasın” diye sosyal medyada yazarken, ezanların sustuğu yerde, çanların da susacağını bilen kadim bilgiye dayanmıştım.” (Akşam 17.03.2018)

Markar, hep birlikte yükseltilecek ve bu uğurda mücadele edilecek yeni bir Türkiye olması gerektiğini gördü. Kendisinin de bu büyük davada bir payı ve tuzu olsun istedi. Tekrar  şöyle yazmıştı: “Bu ülke hepimizin… Herkes, tüm özellikleri, tüm farkları, renkleriyle kendisini birinci sınıf, özgür ve güvende hissetmeli. Birliğimizin temelindeki en güçlü harç bu duygudur.” Markar Esayan’ın tarafı buydu işte.

Markar Esayan cesaret edip bu ülkenin Ermenilerce az bilinen mahallelerine adım attığında bir sihir gerçekleşti. Ermenilerin de hep arzuladığı güzel bir görüntü oluştu. Ermeniyi iyi tanımayan yada yanlış tanıyan o mahalleler Markar Esayan’da güzel insanı, çağlar boyu bu ülkeyi öz vatanı benimsemiş ve onun refahı için çabalayan dost ve kardeş, mert ve cesur Ermeniyi tanıdılar. Zedelenmiş “Ermeni” sözcüğü, Markar Esayan’da bir nebze de olsa onurlandırıldı ve olumlu bir yankılanma buldu.

Markar Esayan bir köprü adam oldu. Bu günlerde ne kadar çok ihtiyacımız var Markar gibi köprü kuracak insanlara. Ermeniler ve Türkler, Azeriler ve Ermeniler arasında dostluk köprüleri kuracak o mübarek insanlara ekmek gibi, su gibi ihtiyacımız var. Kaç felaket önlenir, kaç can kurtulurdu, kim bilir? Markar Esayan yaşasaydı onlardan biri olurdu mutlaka. Her şeye rağmen, barış derdi. En kötü barış en iyi savaşa yeğlenmelidir derdi.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Size ve bu cenaze törenini katılımlarıyla onurlandıran bakan, vali, milletvekili ve tüm devlet erkanına şahsım, din adamlarımız, kilise yönetim kurullarımız ve Markar Esayan’ın yaslı ailesi adına teşekkürlerimizi sunuyoruz. Böyle bir katılım Türkiye Ermenileri tarihinde bir ilk olma vasfını taşıyor. Markar Esayan’ın vefatı böyle bir hayra vesile olması itibariyle de takdire şayandır. Karabağ çatışmasının bu en sıcak günlerinde bir Ermeni Kilisesinde acımızı bizimle paylaşmanız anlamlı mesajlar içermektedir. Kafkaslardaki bu üzücü savaş bir din savaşı değildir. Hatta Ermeni ve Azeri milletlerinin de savaşı değildir. Bu esasında bir toprak mücadelesi ve emperyalist aklın halklar arasında bıraktığı çözülmesi zor bir düğümdür. Savaşlar ve çatışmalar yüzlerce yıl dostluk içinde yaşama tecrübesi olan komşu halklar için ayrıntılardır. Asıl olan birlikte oluşturulacak kalıcı dostluk havzalarıdır. Bunun oluşmasında Türkiye’nin ve sizin şahsi girişimlerinizin değeri ve önemi tartışılmazdır. Savaşın kara bulutlarının dağılması için Rabbim sizi bir barış ve selamet elçisine dönüştürsün. Sağlık ve afiyetiniz için Ermeni vatandaşlarınız her daim duacıdır.

AK Partiye, Türkiye Büyük Millet Meclisine, Markar Esayan’ın yaslı kızkardeşlerine ve tanıdıklarına baş sağlığı diliyorum. Markar Esayan’ı kaybetmedik. Tam tersine, biz, akrabaları, tanıdıkları, Ermeni cemaati ve Türkiye toplumu onun gibi güzel bir insanı kazandık. Aramızdaydı. Bunca yıl onun güzelliğiyle güzelleştik ve hayatıyla zenginleştik. 

Bugün bu dünya macerası Markar Esayan için son buluyor. Tabutu az sonra “sessiz bir gemi gibi kalkacak bu limandan” ve bizce meçhul bir başka limana doğru yol alacak. Sahne kapandı, perde indi. Bize Markar Esayan’ın 51 yıllık çok ilginç, üretken ve başarılı hayatını alkışlamak düşüyor. Alkışlıyoruz ve saygıyla eğiliyoruz aziz hatırasının önünde. Duacıyız bilerek, bilmeyerek işlediği hatalar ve günahların af bulması için. Allah taksiratını affetsin. Mekânı cennet olsun. Nurlar içinde uyusun.

 Patrik Sahak II

Türkiye Ermenileri Patriği

22 Ekim 2020, Meryem Ana Kilisesi, Kumkapı

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın