İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Tanrı istemezse…’ meselesi (4) – Mıgırdiç Margosyan

Kirvem,

Henüz takvim yapraklarının esamesinin okunmadığı o eski, o küflü, o rutubetli “zaman tüneli”nin karanlık girdaplarından geçip, nihayetinde gele gele gelip dayandığımız bu zaman diliminde; ucunun nerede başlayıp bucağının nerelere uzandığını henüz kesinlikle çözemediğimiz “evren”in, özellikle var oluşuyla ilgili mesele hakkında şimdiye kadar yeryüzünde söylenmedik, kaleme alınıp yazılmadık, “darbımesel” acaba kaldı mı bilmiyorum.

Ancak ahı gitmiş vahı kalmış bu yaşıma veya giderek sağırlaşan kulaklarıma rağmen, yine de sağdan soldan, oradan buradan duyabildiğim kadarıyla, her şeye kadir ulu tanrımız, evreni “yoktan var etmiş…”

Yine şundan bundan tesadüfen işittiklerime göre, kimi “zındık”ların bir nevi elebaşılığını da sanki üstlenen, affedersiniz Fransız Kimyacısı Antoine Laurent Lavoisier lakaplı bu zatın, “Hiçbir şey vardan yok, yoktan var olmaz; sadece değişir, dönüşür” diye piyasaya sürdüğü bu “tuhaf” düşüncesi, bir vakitler ortalıkta serseri mayın misali dolanıp durduktan sonra nihayetinde tam isabetle hedefini bulup, rayına oturmuş…

Hatta bu Fransız gavurunun fikrine ilaveten, yine kimi aklı evvellerin bu mesele doğrultusunda yumurtladıkları laflara bakılırsa; ortalıkta un, su, şeker yokken “helva” yapmanın asla mümkün olmadığını bir taraftan alay valayla belirtirken, öte yandan da aksini savunmanın amiyane deyimiyle boşuna bir telaş, dikine tıraşın ötesine geçmediğini, geçemeyeceğini de dillendirip duruyorlarmış…

Kirvem, bu bapta, bu konu tahtında kimler ne demiş, ne buyurmuş, bundan kellim bu işin gidişatı nereye varır, finişi nasıl gelişir, bunu bilse bilse tabii ki evvelemirde yüce tanrımız bilir, ancak bu meseleyle ilgili benim de bir zamanlar çocukluğumun geçtiği, şimdilerde kara bahtı nedeniyle maalesef viraneye dönüşmüş olan Diyarbakır Gavur Mahallesi’ndeki Surp Giragos Kilisesi’nin top sakallı Papazı Der Arsen’in, her hafta sonu pazar ayinlerinde İncil’den okuyup aktardıklarından hayal meyal aklımda kaldığına göre, ulu tanrımız altı gün zarfında birbirinin peşi sıra verdiği emirlerle evreni yaratıp, yedinci gün istirahate çekilmiş…

Kirvem, sen Papaz Arsen’in yanı sıra saf tutup, onun inançları doğrultusunda yürümeyi tercih eder misin, bu, tabii ki senin bileceğin bir iş ama, özüme kalırsa; din, iman gibi konularda isteyen, dileyen herkes, kendi itikadının “köle”si kesilmeyi arzu edip, bunu da bir nevi yaşam biçimi olarak benimserken başı hoş, gönlü refah ise, o zaman hariçten gazel atıp, onun bunun inançlarını mıncıklayıp durmak en hafifinden sanki ayıp mı ne!

Vee… İşin bu faslını geçip sadede gelirsek; görünen o ki, şu cavalacoz alemin çarklarının şu veya bu şekilde dönmesiyle başlayan süreç içinde, evreni mesken tutmuş bilumum yıldızların yanı sıra, keza kendisi de aynı soyun sopu olan, hatta önceleri şekli şemaili kadayıf tepsisi ya da yuvarlak bir siniyi andırırken, daha sonraları tıpkı oyuncak bir topaç misali dönüp dolaşan dünya dediğimiz bu yıldızın geçmişini bir nebze de olsa es geçip, geleceğinden dem vurmak gerekirse; kendi payıma lafı daha fazla uzatmadan diyeceğim şu ki; şu kırtıpil alemde elimizin altında Halil İbrahim bereketi sayesinde hepimize yetecek kadar “un, su, şeker” varken, dolayısıyla “helva“ yapıp birlikte paylaşmamız mümkünken, bunun yerine hepsi de maşallah birer akıl küpü olan insanlar olarak beceriksizliğimizin nedenlerini kendi acemi aşçılığımızda aramaktansa, tövbe haşa bunun sorumluluğunu tanrının sırtına yükleyip, sonra da, elimizdeki tamburlar eşliğinde, “Tanrı istemezse yaprak düşmezmiş” diyerek bu perişan halimizi, bu andavallıca zavallılığımızı daha ne zamana kadar çalıp çığırıp dururuz, bilmiyorum, bilemiyorum Kirvem!


Evrensel Gazetesi

Yorumlar kapatıldı.