İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kumhan Irmağı’nda, Karaburun’da…

Ruhi Su, başta Alevi türküleri olmak üzere, marşlar ve direniş ezgileriyle birkaç kuşağın belleğinde önemli yer edinmiş ender sanatçılardandır. O bir anlamıyla, ezilen, yok sayılan, sömürülen bir halkın sesi olmuştur. Halkın yaralarını, acılarını ve umutlarını sanatla ifade etmiş, bunun için ağır bedeller ödemiştir.

SERHAT HALİS

Erzurumlu bir Ermeni olan Mıgırdiç Sanasaryan, Erzurum’daki Ermeni çocukların eğitim masraflarını karşılamak için Sirkeci’de yaptırdığı binada, yıllar sonra başka bir Ermeni’nin ağır işkenceler göreceğini bilemezdi. Evet, Sansaryan Han, yıllar sonra Türkiyeli komünistlerin şiddetli işkenceler gördüğü bir polis merkezine dönecekti ve hayatı büyük acılarla geçmiş Mehmet Ruhi Su da, bir komünist olarak burada işkence görecekti.

Ruhi Su 1912’de Vanlı Ermeni bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir; ancak rengini ölümün belirlediği o çalkantılı yıllarda, büyük acıların yaşandığı 1915 senesinde, anne ve babasını kaybeder. O, gerçek anne ve babasını asla bilemeyecektir. “Birinci Dünya Savaşı’nın ortada bıraktığı çocuklardandık” diyerek bu durumun şiddetini ifade eder. Öksüz ve yetim kalan Mehmet Ruhi Su, Adana’da çocukları olmayan yoksul bir çiftin yanına verilir. Amca ve yenge dediği bu insanlar, O’nun cılız omuzlarına ağır işler yüklerler. Çocukluğunu yaşayamadan, gün doğumundan gün batımına kadar çalıştırılır.

10 Temmuz 1920’de Fransızların Adana’daki işgalinin halka yönelmeye başlamasıyla yörede bulunan halk Toros Dağları’na doğru kaçmaya başlar. Ruhi Su ve yanına verildiği ailesi de bu kafile içindedir. Bu dönem tarihe “kaçkaç yılları” olarak geçecektir. Ruhi Su “kaçkaç olayı” sırasında, Toroslarda çokça türkü duyacak ve türkülerle burada tanışacaktır. Bu olay O’nun müzik hayatını esastan değiştiren bir şeye dönüşür. Ancak yanına verildiği ailenin O’na uyguladığı şiddet, günden güne artmaktadır.

“Kaçkaç olayı” sırasında, kafilenin konakladığı bir noktada yengesi küçük Mehmet’in eline bir testi tutuşturur ve gidip su bulmasını ister. Elinde testiyle dağlarda saatlerce su arayan Ruhi Su, sonunda suyu bulacak ve kafilenin konakladığı yere dönecektir. Ancak döndüğünde kafile yerinde yoktur. Günlerce Toroslar’da aç ve susuz bir şekilde ailesini arar ve günler sonra bulur. Ancak kafileyi bulmasına yengesi pek sevinmez. Kaçkaç olayı bitip Adana’ya döndüklerinde de yengesinin şiddeti devam eder. Yengesi tarafından ağaca bağlanıp kırbaçla işkence görünce, artık evden ayrılması gerektiğini anlar ve komşularının yardımıyla yetimhaneye verilir.

Zorlu geçen çocukluk yıllarından sonra oyunla ilk kez burada tanışır. Daha sonra bu anı; “Oyun denen bir şeyin olduğunu o zaman öğrendim, içim içime sığmıyordu. Şaşkındım” diyerek anlatacaktır. Artık okullu da olmuştur ve askeri okula kadar giden bir süreç başlar. Ancak O, devlet konservatuvarında okumak istemektedir. Bunun için askeri okuldan kaçar, Ankara’ya Ahmet Muhtar Bey’in yanına gelerek yardım ister; ancak Ahmet Muhtar O’nu geri gönderir. Ruhi Su kafaya koymuştur, askeri okulu bırakacaktır. Sonunda bir çürük raporu alır ve askerlikle ilişiği kesilir. 1936’da devlet konservatuarına opera sanatçısı olarak başlar.

1950 yılına geldiğinde daha sonra hayat arkadaşı ve yoldaşı olacak Sıdıka Umut ile tanışır. İkisi de TKP üyesidir ancak bunu birbirlerinden saklarlar. Daha sonra parti binasında karşılaştıklarında ikisi de buna şaşıracaktır. Dönemin sıkı antikomünist atmosferi içinde gizli kalmak zorundadırlar. 11 Kasım 1952’de Sıdıka Umut tutuklanır. Hemen ardından, eşyalarını toplayıp kentten ayrılmak üzere olan Ruhi Su, motosikletli polislerce yolda yakalanır.

5 ay sonra her ikisi de işkenceleriyle namlanmış İstanbul Sirkeci’deki Sansaryan Han’dadır. Ancak birbirlerinden haberleri yoktur. Ruhi su tabutluk denen, binanın mahzeninde bulunan ve oturmanın bile neredeyse mümkün olmadığı küçük zindandadır. 5 ay boyunca ağır işkencelerden geçmiştir. Kanaması durmayan Sıdıka Umut ise doktor gözetimi için mahzene indirilir. Bulunduğu tabutluktan Sıdıka’nın sesini duyan Ruhi Su, o anı asla unutmaz ve daha sonra adına “Mahsus Mahal” denecek olan o meşhur türküyü besteler.

“Mahsus mahal derler kaldım zindanda
Kalırım kalırım gardaş dostlar yandadır
İk›elleri kızıl kandadır kanda
Ölürüm ölürüm kardeş aklım sendedir

Artar eksilmeyiz zindanlarında
Kolay değil derdin ucu derinde
Kumhan ırmağında kara burunda
Bulurum bulurum kardeş öfkem kındadır.

Dirliğim Düzenim dermanım canım
Solum sol Tarafım İmanım dinim
Benim beyaz unum ak güvercinim
Bilirim bilirim kardeş gelen gündedir.”

Sıdıka Umut ile yolları bu andan sonra ilk kez, o yıl Harbiye Cezaevi’nde kesişecektir. İkisi de burada tutukludur. Önce haftada bir gün de olsa görüşebilmek için nişanlanırlar. Daha sonra ise evleneceklerdir. Nikah şahitliklerini ise Behice Boran ve Nevzat Hakko yapacaktır. Böylelikle 1950’de başlayan tanışıklık, hayatlarının sonuna kadar sürecek bir hayat arkadaşlığına ve çalkantılı geçen bir birlikteliğe dönüşür.

Ruhi su, başta Alevi türküleri olmak üzere, marşlar ve direniş ezgileriyle birkaç kuşağın belleğinde önemli yer edinmiş ender sanatçılardandır. O bir anlamıyla, ezilen, yok sayılan, sömürülen bir halkın sesi olmuştur. Halkın yaralarını, acılarını ve umutlarını sanatla ifade etmiş, bunun için ağır bedeller ödemiştir. En nihayetinde Ruhi Su’nun da dediği gibi; “halk söylemek ihtiyacı duyduğu her şeyi trükülerle söyler”. Ruhi Su da bize bunu öğretti, nerede olursa olsun, gidip bulduğu ucu derinde olan acıların sanatçısıydı O. Kah Kumhan Irmağı’nda, kah Karaburun’da…

https://www.birgun.net/haber/kumhan-irmagi-nda-karaburun-da-316224

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın