İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hey gidi İstanbul Bulgarları – Ragıp Zarakolu

Stockholm. Postadan bu kez, Gazeteci, Şair Vercihan Ziftlioğlu’nun, Kuzey Işığı Yayınları tarafından yayımlanan,’Kayıp Zamanın Çocukları&İstanbullu Bulgarlar’ kitabı çıktı. Vercihan objektifi bu kez, Bizans’tan bu yana aramızda yaşayan Istanbullu Bulgarlara doğrultuyor. Bundan sonra da keşke, yine anlatılmayan bir hikaye olan İstanbullu Ortodoks Arnavutların kaderini ele alsa.

Kitabın ön sözünü son dönemlerde Süryani, Keldani, Asuri toplumları ve Roma/Sinti toplumu üzerinde yoğunlaşan İsveçli Tarihçi Prof. Dr. David Gaunt yazdı. 2007 İstanbul TÜYAP Kitap Fuarında Belge Yayınlarının misafiri olan David Gaunt, Seyfo’ya ilişkin bir panelde konuşmacı olmuş, yeni çıkan kitabını imzalamıştı (Katliamlar – Direniş – Koruyucular/1. Dünya Savaşı’nda Doğu Anadolu’da Müslüman – Hıristiyan İlişkileri, Türkçesi: Ali Çakıroğlu, 2. Baskı 2015).

Stockholm Södertörn Üniversitesinde uzmanlık alanı Baltık ülkeleri olan (Baltık ülkelerinde Nazi işgaline karşı direniş üzerine bir kitabı da var), aynı zamanda Balkanlar ve Doğu Avrupa uzmanı olan Gaunt, bugüne değin Bulgarlar üzerine Türkiye’de benzeri bir araştırma yapılmamış olmasını büyük bir eksiklik olarak değerlendirdi. Batıda da bu doğrultuda yapılmış bir çalışma olmadığını söyledi.

Bulgarların İstanbul’daki varlığı Bizans dönemine kadar uzanıyor. Kuzey Işığı Yayınları sunumunda, “Bugünkü Makedonya, Yunanistan ve Bulgaristan topraklarından Osmanlı İmparatorluğu’nun başkentine (Konstantiniyye) ‘gurbetçi işçi’ olarak geldiler” diyor. “Henüz sınırlar ulus-devletlere bölünmemişti dolayısıyla yukarda bahsettiğimiz ülkeler de tarih sahnesindeki yerini almamıştı.”

“Gelenlerin neredeyse hepsi zanaatkar, sütçü, bostancı ya da kaftancıydı. Nüfusları bir zamanlar 60 binin üzerindeydi. Günümüzdeyse sadece 180 kişi kaldılar. ‘İşçi’ olarak Konstantiniyye’ye gelen Bulgarlar kentte varlık sürdüren levantenleri, Rumları, Ermenileri, İtalyanları, Fransızları örnek alarak çocuklarına iyi bir eğitim aldırdı. Dolayısıyla kültürel anlamda hızla kabuk değiştirildi. Sarayda hatırı sayılır Bulgar paşa ve beyleri vardı, tahta çıkan sultanlarla ilişkiler de stratejik anlamda iyi tutuldu. Böylelikle Bizans’tan beri süregelen Hellenleştirme politikalarına karşı yeni bir kalkan oluşturulmuş oldu.”

Osmanlı Hükümeti, Yunanistan’ın bağımsızlık kazanmasından yıllar sonra Bulgar kilisesinin Fener’den ayrılmasını onayladı. Viyana’da muhteşem, çelikten bir kilise yapıldı, Abdülhamit’in izni ile ve Haliç kıyısında monte edildi. Ama bu Bulgarların özgürlük arayışını daha güçlendirdi. Bugün hâlâ Fener ile yetki tartışması var Haliç’teki Bulgar kilisesinin.

“İstanbullu entelektüel Bulgarlar imparatorluğun çöküş yıllarında Sofya’ya giderek Bulgaristan’ın bağımsızlaşması için ön saflardaki yerini aldı. Bu açıdan da Bulgar tarihinde İstanbul’un önemi entelektüel açıdan da yadsınamaz. Bulgarlar için iki önemli kırılma noktası oldu. İlki imparatorluğun yıkılması, ikincisi ise modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarını takiben azınlıklara yönelik uyguladığı politikalardı.”

İlk resmi nüfus mübadele anlaşması, Trakya Bulgarlarına ilişkin olarak, Balkan Savaşı’ndan sonra İttihat cunta hükümeti ile Bulgar Hükümeti arasında yapıldı. Ve Bulgaristan 1. Dünya Savaşına Osmanlı devleti ile Almanya/Avusturya cephesinde girdi.

Beş asırdır bu topraklarda yaşamalarına karşın T.C’nin sancılı yıllarında vatandaşlık haklarından mahrum bırakıldılar. Mülkleri istimlak edildi. Bulgaristanla hiçbir bağları olmasa da komünistlikle suçlandılar. 60 yaşında askere çağrıldılar. Bulgar kimliklerini Rum kimliğiyle kamufle ettiler. Öyle ki sonuçta ortaya kimlik bilincini yitiren nesiller çıktı. Kitapta tanıklıklar ışığında pek çok konuşulmayan başlığı sorgulamaya açıyoruz. Bulgarlar kişisel fotoğraf arşivlerini de ilk kez bu kitap için açtı.

Çocukken, Bulgar kilisesinin merkezi olan ahşap konağın önünden geçerdim Osmanbey’de. Bu binayı James Bond “Rusya’dan Sevgilerle” filminde Rus Elçiliği olarak görecektik.

Kadıköy’deki ünlü Beyaz Pastane, Dmitri Stayonof tarafından kurulmuştu. Üsküdar, Sarıyer, Karaköy’de birçok fırında Bulgar emeği vardı. Yine Kadıköy çarşısında bir Bulgar şarküterisinden alış veriş yaptığımızı hatırlıyorum. Harika mezeler yanında küçümen domuz sosisinin tadına doyum olmazdı.

Evet! Bir zamanlar İstanbul çevresinde domuz çiftlikleri vardı.

Hey gidi İstanbul Bulgarları!


Evrensel Gazetesi

Yorumlar kapatıldı.