İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Herkes önce ruhunu bulsun, sonra vatanını

Beyrut’taki patlamanın yarattığı yıkım sürüyor. Lübnan Ermenileri’nden Kayane Madzounian, patlama sonrası gittiği Ermenistan’da kendi facebook sayfasından duygularını, izlenimlerini kaleme aldı. Geçtiğimiz hafta Ermenice sayfalarımızda yer verdiğimiz bu çarpıcı yazının Türkçe çevirisini sunuyoruz.

KAYANE MADZOUNIAN

Yerde oturuyorum. Ayaklarımın ağırlığı belimi büküyor. Sanki beni aşağıya çekiyor ve ancak zemin beni eriyip yok olmaktan koruyabilir. Zeminin güçlü bir şekilde sarsıldığı, o sarsıntıyla birlikte yaşamın anılarını, inançlarını ve beklentilerini de sarstığı o günün üzerinden bir hafta geçti. Ben, fizikî veya maddî bir kayba uğramadım. Bir pencere camı kırıldı, o da zaten çoktan değişmesi gereken bir camdı. Ben o gece evimde uyudum (ya da uyur gibi bir şey yaşadım). Ertesi sabah kahve içtim. Ne ilaca ihtiyacım var ne de gıdaya. Ben bir Lübnanlıyım ve ayağımın altında mütemadiyen hareket halinde olan toprak bir hafta önce denizde ve zamanda büyük bir boşluk yarattı.

Bir haftadan beri bütün bir ülke sersemlemiş halde. Bir haftadır içtiğim suyun yudumları ağrı veriyor. Bir hafta oldu, Beyrut limanından cehenneme açılan uçurumdan aşağı yuvarlanıyor ruhlarımız. Ses, koku, sarsıntı, gürültü, feryat, merdivenlerden yalınayak aşağı doğru koşanlar, benzi atmış yüzler… Çocuk, yetişkin, yaşlı yüzleri. Evin kapısını kapatıp aşağı doğru koşma arasındaki o birkaç saniye içerisinde evini bir daha göremeyecek olma düşüncesinin dehşeti. Bir haftadan bu yana küçük bir esinti bile ürpertiyor, sokaktaki köpeğin havlaması bile ölümcül bir tehlike zannı yaratıyor.

Artık Beyrut yok. Söz konusu olan kapılar veya pencereler değil, bugün sersemlemiş ve yere oturmuş Lübnanlılara dair konuşuyorum. Öfkeleri ve umutsuzlukları birbiriyle yarışan ve sanki bir dakika içerisinde çirkinleşmiş, ruhları rıhtımdaki o uçurumda kalmış Lübnanlılar hakkında konuşuyorum.


Lübnanlı tarihçi Levon Nordiguian yıkıntı halindeki evinde

Lübnanlı tarihçi Levon Nordiguian yıkıntı halindeki evinde

Yine bir haftadan beri sosyal ağların farklı mecralarında değişik ülkelerde yaşayan Ermeniler, evlerinin temizliğini henüz yeni bitirmiş Lübnanlı Ermeniler’e ne yapmaları, nereye gitmeleri konusunda akıl satıyorlar. Biri yaralandığında öncelikle en görünen yaralara odaklanırız. Sonra, görünmeyenlerin tedavisine geçeriz. Bir hafta içinde kırılan pencereler onarıldı, duvarlardan düşmüş aile fotoğrafları tekrar yerlerine asıldı ama bedenlerinden dışarı fırlamış ruhlar daha uzun süre ait oldukları bedene kavuşamayacaklar.

Hayatta kaldığı için müteşekkir olmak
Çoğu gibi ben de Lübnan’ın Ermeni mahallesinde, iç savaşın en çetin yaşandığı günlerde doğdum. Çocukluk anılarımda özgürlük, masumiyet ve tasasızlık içeren anılara rastlanmaz. Daha küçük yaşlarda mutluluğun israf olduğu gibi bir kanaat edinmiştim. Nitekim, Ermeni hayatta olduğu için dahi müteşekkir olmalıydı. Mahalle arkadaşlarımızla böyle büyüdük. Bomba parçaları toplayarak, pencereden top atışlarını maytap gibi izleyerek ve her an daha kötüsüne hazır olmamız gerektiği düşüncesiyle büyüdük. Evlerde, kapı arkalarında saklanan gıda kutularını herkes anımsar. ‘Maling’, ‘Smeds’ peynir, yani teneke kutularda salt hayatta kalabilmek için saklanabilecek en usandırıcı gıda.

‘Garbiye’ ve ‘Şarkiye’ anlatılarını hepimiz hatırlarız. Babam, evimizden sadece 10 dakika uzaklıkta olan bir Beyrut’a dair anlatırdı. Benim 14 yaşıma kadar göremediğim bir Beyrut. Burc, Azariye, Rivoli. Hangimiz bu isimleri anne babalarımızdan duymadık ki? Hem de ne olduğunu bilmeden. Hangimizin anne babaları bugüne kadar “Öte tarafa fazla gitme” diye uyarma gereği duymaz ki? Öteki taraf? Hepi topu bir yüksük kadar Beyrut’un çoğuna yabancı olan ne çok tarafı var? Hepimizin doğum yeri olan Beyrut daha ne sırlar saklıyor bizden?

Hiç bitmeyen bir döngü
Lübnan’ın hayrını görmek kolay değildir. Savaş, hukuksuzluk, güvensizlik, çevresel felaketler, ötekileştirme, dinsel fanatizm ve haksızlıkların hiç bitmeyen döngüsü… Ama tüm bunlar Lübnan’ın evimiz olduğu gerçeğini değiştiremez.

Ya Ermenistan? O da bizim vatanımız değil mi? Onu sevmeyi, dünyaya gözümüzü açtığımız andan itibaren öğrenmemiş miydik? Ermenistan sokaklarının adını daha Ermenistan’a gitmeden doğduğum şehrin ‘öteki tarafı’nı tanımaya onlarca yıl varken bilmiyor muydum? Arapçadan çok daha iyi Ermenice konuşmuyor muyum? 1988 Spidak depreminde Lübnan’da ağır iç savaş ortamında yaşayan bir çocuk olarak zavallı yeni yıl hediyelerimden de mahrum olmamış mıydım? Malum o yıl, Ermenistanlı çocukların yeni yıl hediyesi olmamıştı. 

Okulu bitirdiğimde hiç tereddüt etmeden Ermenistan’a gittim zira başka bir alternatife dair düşünmek bile anlamsızdı. Öyleyse şimdi niye henüz insanların acısı soğumadan vatana çağrı anlamına gelen sözleri duydukça öfkeleniyorum? Felaketten kurtulmak için bir yerden başka bir yere gidenin her daim mülteci kalacağı, asla gerçek yurttaş olamayacağı fikri neden saplandı beynime? Lübnanlı bir Ermeni, bu durumu herkesten iyi bilir. Şimdiyse doğduğu şehrin yıkımının acısını yaşamak yerine sosyal medyada horlanıyor, uzak görüşlü olmamakla ve yaşamını kendi gerçek vatanı dışında sürdürmekle eleştiriliyor. İnsanlar kimlik üzerinden nutuk atarken, vatana çağrı anlamında satırlar karalarken alın teriyle inşa edilmiş yaşamları yok sayıyorlar.

Neresi vatan?
Vatana dönüş şüphesiz ki iyi bir şeydir ama ille bir vatana sahip olmak gerekiyorsa, nerenin vatan olacağına da bırakın birey kendi karar versin. ‘Öteki tarafı’ bilmeyen pek çok Lübnanlı Ermeni için vatan değiştirmek nispeten daha kolay ama doğdukları ülkeyi iyi tanıyanlar için aynı şeyi söylemek zor. 18 yaşımdayken Lübnanlı terk etme fikri benim için de kolay görünüyordu. Tanımıyordum Lübnan’ı. Yedi yıl Ermenistan’da yaşadım ve orası iyisi-kötüsüyle benim evim oldu. Ermenistan’da insan olmayı, Ermenilikle sınırlanmamayı öğrendim. Ermenistan beni birçok dar ve dört köşe ilkeden kurtardı ama uzun bir yoldu bu, gençtim. O ana kadarki yaşamımın fazla bir anlamı yoktu. Yalnızdım, özgür ve bağımsız. Sonrasında Lübnan’a döndüm. Yaşamın yeni bir aşaması başladı. Çalıştım, yarattım, insan olarak yüzlerce insanla çalışarak olgunlaştım. İyiler çoktu. Aynen kötüler gibi, ama hayattı, doyasıya bir hayat. Ben Lübnan’ın farklı yerlerini, farklı sokaklarını, farklı insanlarını tanıdım ve o farklılıklar içerisinde kendimi buldum.

İki gün önce Ermenistan’a geldim. Bu satırları Ararat Ovası’nın köylerinden birinde, huzurlu bir ortamda yazıyorum. Parmaklarım çok hızlı hareket ediyor klavyenin üzerinde ama ruhum yok. Ruhum o uçurumda kaldı. Doğduğum şehrin mezarlığında. Şimdi güvendeyim. Gözüm yeşile ve maviye doydu ama aklım Beyrut’ta, bir toz katmanının altında. Ben Ermenistan’a geldim ama hayatım benimle gelmedi. Sevdiğim birçok insan orada kaldı. Ben şimdi buradayım, ama iyi değilim. Hiçbir Lübnanlı da uzun bir süre iyi olamayacak.

Rica ediyorum, bırakın sağalalım. Rica ediyorum, bizim yerimize kararlar almayın. Rica ediyorum, yaşadığımız hayatı hor görmeyin. Bırakın herkes önce ruhunu bulsun, sonra vatanını.

http://www.agos.com.tr/tr/yazi/24463/herkes-once-ruhunu-bulsun-sonra-vatanini

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın