İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Gene mi Atatürk, off

Sevan Nişanyan

Biri sordu da cevap yazdım. Yoksa bu konuların artık baydığının, bugünün gündemiyle bağı kalmadığının farkındayım.

1.           

Saltanatı kaldırmanın ülkeye bir faydası olmamıştır. Zararı olmuş olabilir. Siyasi sistemde etkili bir denge unsuru olabilirdi; kişisel ve askeri diktatörlüklerin kurulmasına bir ölçüde, belki, bazen, engel teşkil edebilirdi.

‘Saltanat’ deyince çocuk masallarındaki eli palalı manyakları düşünmeyin. II. Mahmut’u (reformcu despot), Abdülmecit ve Abdülaziz’i (entrikacı denge unsuru), Reşat’ı (etkisiz eleman) düşünün.

2.           

Halifeliği kaldırmanın da bilinen bir faydası yoktur. Zaten içi boş, hamasi bir unvandı. Osmanlı’nın Araplara, Rusya Müslümanlarına, Afganistan’a, Hindistan’a yönelik politikasının bir unsuru idi. Osmanlı’nın bu yerler üzerinde hak iddiası kalmayınca halifeliğin de bir işlevi kalmadı.

3.           

Harf devrimi iyi olmuştur. Latin alfabesi şüphesiz Arap alfabesinden daha gelişkin bir sistem; ayrıca dünyanın egemen kültürleriyle aynı kampta olmanın faydaları var, qwerty klavye gibi. Kültürel kopuşun etkisini yumuşatmak için okullarda eski yazı öğrenimi zorunlu olmalıydı.

4.           

Dil devrimi gibi bir şey kesinlikle gerekliydi. Uygulandığı şekliyle, cehalet ve şarlatanlığın kolay giderilemeyecek bir şekilde milli kültüre çöreklenmesine hizmet etti. Fakat genişleyen bürokrasi ve profesyonelleşen teknokrasiye yeni bir yazı dili gerekiyordu. Belki devlet işe karışmasa daha sağlıklı sonuç alınabilirdi.

5.           

Kadın hakları alanında atılan adımlar kaçınılmazdı. Süreç zaten 19. yy’da başlamıştı; Osmanlı’nın son deminde kız mektepleri, kız öğretmen mektepleri kuruldu, üniversitenin diyanet hariç tüm fakültelerine kız öğrenci kabul edildi. Fakat asıl belirleyici olan, cinsel rollerde I. Dünya Savaşı ertesinde tüm dünyada patlak veren devrimdir. Savaşta erkek nüfus kırıldı; kadınlar hastabakıcı, şoför, büro elemanı, vb. olarak ekonomik yaşamda yer tuttular. Savaşı izleyen yıllarda tüm ülkelerde etekler ve saçlar kısaldı; evliliğe ilişkin pek çok tabu kırıldı; seçme ve seçilme hakkı tanındı. Türkiye’nin o trendin dışında kalması mümkün değildi. İstanbul ve İzmir’de işgal yıllarında başlayan devrime Ankara Meclisi önce direndi, sonra boyun eğmek zorunda kaldı.

6.           

Cumhuriyetin ‘laiklik’ politikasının ana unsuru yasama yetkisinin münhasıran devlete devredilmesi, yani şer’i içtihada uygunluk şartının kaldırılmasıdır. Bunun iyi bir şey olup olmadığından – halâ – emin değilim. Kötüdür demeyeceğim; iyi midir bilmiyorum.

Ülkenin yasalarını tamamen devlet erkini elinde tutanlara teslim ettiğin zaman, ya ABD’deki gibi kutsallaştırılmış bir Anayasa geleneği, ya İngiltere’deki gibi güçlü kurumsal gelenekler, ya Fransa’daki gibi özerk bir kilise kurumu, ya Almanya ve İtalya’daki gibi güçlü bir çokmerkezli yapı şart görünüyor. Yoksa sınırsız zorbalığa kapı açmış olursun. Türkiye’de 1961’den sonra Anayasa Mahkemesi yoluyla çözüm arandı; yürümedi. Bugünkü felaket noktasına varıldı.

7.           

‘Laiklik’ başlığı altında İslami hassasiyetlerin bir dizi sembolik eylem ve söylemle aşağılanması politikası doğruydu. Yüzyıllar boyunca kendini tartışılmazlık ve eleştirilmezlik halesiyle çevreleyen İslam’ın kibrinin kırılması gerekiyordu. Etkili olamadı, çünkü arkası getirilemedi, ya da yerine – 1930 modeli vatan millet palavraları dışında – cazip bir alternatif sunulamadı.

Diyanet de prensipte doğru bir adımdı. Burnu sürtülen İslam’ın olası direnişine karşı kurumsal bir kontrol mekanizması olarak düşünüldü. Cazip bir ideolojik alternatif sunulamadığı için etkisiz kaldı; sonuçta kontrole yeltendiği güce teslim oldu.

8.           

Medeni Kanun’un net etkisi özel mülkiyeti pekiştirmek olmuştur. Mülkün serbestçe devri ve kullanımı üzerinde eski hukukun labirentvari kısıtları büyük ölçüde kalktı. Buna karşılık devletin özel mülke tecavüz imkanları da arttı mı? Sükunetle araştırılması gereken bir konu.

9.           

Cumhuriyetin ilk 20 yılı eğitim alanına yapısal bir yenilik getirmemiştir. Eğitimde büyük modernleşme hamlesi 1860-1890 yıllarında gerçekleşti. Zorunlu kamu eğitimi, ilk-orta-lise-üniversite modeli, halen yürürlükte olan müfredat anlayışı, sınav ve not sistemi, milli eğitim bürokrasisi o dönemde şekillendi. Cumhuriyet rejimi, hızla büyüyen bürokrasiye eleman yetiştirmek için (ve keza, savaş yıllarında altüst olan toplumsal yapıyı kontrol altında tutabilmek için) eğitimi tabana yaymaya çalıştı; kısmen başarılı oldu.

Cumhuriyet eğitiminin en büyük fiyaskosu elit eğitimi alanındaki başarısızlığıdır. Var olan kurumlar köreltildi; yerine yeni bir şey konamadı. Sonuç olarak, yurt dışında okuyup topluma yabancılaşan çok küçük bir zümre ile yerli eğitimin gitgide körelen standartlarına göre yetişmiş dev kütle arasına ülke sıkıştı.

10.         

Cumhuriyetin – ve onun ilk perdesi olan 1913-1918 rejiminin – en kalıcı ve kapsamlı başarısı şüphesiz gayrimüslim nüfusun tasfiyesidir. 1913’te %25 oranında gayrimüslim olan Anadolu ve Trakya nüfusundan geriye, 1927’de %99 küsur oranında Müslüman olan bir toplum kaldı.

Bu etkileyici başarının Türkiye toplumu açısından fayda ve zararına ilişkin, tutarlı sayılabilecek çeşitli görüşler mevcuttur.  

http://nisanyan1.blogspot.com/2020/08/gene-mi-ataturk-ooo.html

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın