İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Ayasofya’ meselesi (3) – Mıgırdiç Margosyan

Kirvem,

Geçen haftaki mektubumda Ayasofya’nın tekrar camiye tebdiliyle ilgili ben özüm de, “Kambersiz düğün olmaz” misali kendimce iki satır karaladıktan sonra, alınan bu kararın “hayırlara vesile” olmasını canı gönülden dilemiştim ama, olmadı…

Nitekim benim hilesiz, hurdasız, halisane bu dileklerimin yüce tanrının katına daha ulaşır ulaşmaz asla sümen altı edilmeyip, tam aksine derakap, tez elden, son sürat işleme konulacağını umut ederken, bu arada işin içine belki de son anda balıklama atlayan kör şeytanın müdahalesiyle, yüceler yücesi tanrımızın gök kubbedeki ikametgahına özel ulak postaladığım mektubum galiba ya yerine ulaşmadı ya da belki de kayboldu…

Belki kayboldu diyorum; zira tüm insanlık aleminin, tabii ki öncelikle de halkımızın hayrına olan böylesine “tarihi” bir olayın hemen akabinde, başta tüm küffar diyarlarında koparılan yersiz, saçma sapan, incir çekirdeğini ya da ufak tefek Karamürsel sepetini bile dolduramayacak kertedeki kimi vıdı vıdıların yanı sıra, bir de üstüne üstlük Misakımillî sınırlarımız dahilindeki bazı vatandaşlarımızın bu mesele tahtında kendi aralarında sürdürdükleri nahoş laflara bakılırsa; anlaşılan o ki, benim özenip bezenip sonra da her bakımdan “hayırlara vesile” olmasını dilediğim mektubum, gerçekten de yüce tanrımızın mübarek ellerine ulaşmamış veya uçsuz bucaksız uzayın boşluğunda Astronot Niyazi’ye dönüşmüş…

Aslında benim sabit kalemle yazıp, kırmızı mürekkeple kimi satırlarının altını da, daha çok dikkat çeksin diye çizdiğim bu mektubum, geç de olsa günün birinde tanrının hanesine ulaşır mı tabii ki bilemiyorum ama, öte taraftan özüme kalırsa; daha da doğrusu öyle sanıyorum ki, her şeye kadir, sulh sükundan yana olan yüce Rab’bimiz, Ayasofya meselesinin durduk yere dal budak sarmasından kesinlikle üzgün!

Çünkü, ilk andan itibaren mülkiyeti zaten kendisine ait olan tüm evrenin yanı sıra, keza mevcudiyeti sadece ufacık bir toplu iğneden farksız olan Ayasofya lakaplı bu mabedin etrafında esen, estirilen bu fırtınaların eninde sonunda havanda su dövmekten öteye gidemeyeceğini, dolayısıyla hangi “dil”de, hangi “yön”de olursa olsun buradaki ayinlerin, edilecek tüm duaların nihayetinde sadece kendisini ilgilendirdiğini, bu nedenle de hepsi de öz be öz “kul”ları olan insanların entipüften bahanelerle kendi aralarında maraza çıkarıp, bunu da “tanrı adına” kılıfıyla bir bakıma tövbe tövbe pazarlamalarından galiba hiç mi hiç memnun değil…

Memnun değil, zira kullarının kimileri kendilerince inşa edip ardından da “tanrı evi” diye niteledikleri bu “kutsal” mekanlarda, kendi inançları doğrultusunda dua etmek yerine, hemen her fırsatta illa da bu tapınakların adlarını, bir nevi yazboz tahtasına dönüştürmek için arada bir ölümüne sürdürdükleri bu kavgalardan da galiba bıkıp usandı…

Nitekim irili ufaklı eleklerden elene elene, imbiklerden süzüle süzüle gele gele şimdilik zaman tünelinin gelinen bu safhasında tek tanrılı dinlerin önderliğinde yol almaya çalışan insanların iki yakaları doğru dürüst bir araya gelmiyorsa, o zaman kabahat; asıl sorun, asıl mesele acaba minarelerde, çan kulelerinde ya da tüm ibadethanelerin kendilerine has “kıble”lerinde mi, yoksa din, iman, mezhep adı altında giyilen gömleklerin yanlış iliklenen ilk düğmelerinde mi, kim bilir Kirvem!


Evrensel Gazetesi

Yorumlar kapatıldı.