İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Türkçe edebiyatta ‘ötekileştirme’ ve ‘nefret’ söylemi

Azınlıklara karşı işlenen nefret suçlarının nasıl bir ortamın ürünü olduğunu doğru ve eksiksiz kavramak için, edebiyata da bakmak zorundayız.

Hüseyin A. ŞİMŞEK

Türkçe edebiyattaki ‘ötekileştirme’ ve ‘nefret’ söylemini, öyle sadece kıyıda köşede kalmış edebiyatçıların eserlerinde değil; cumhuriyet döneminin ilk başeserlerini veren yazarlarda da yaygın olarak görüyoruz. Halide Edip Adıvar, Memduh Şevket Esendal, Yakup Kadri, Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin, Ömer Seyfettin, Hüseyin Rahmi Gürpınar…

Ulusal, inançsal, sınıfsal, kültürel, cinsel vb boyutlarda bir toplumun egemen veya çoğunluk kesiminin, içinde barındırdığı kendisi gibi olmayanlara yaklaşımının adıdır “ötekileştirme”. Aşağılama, horgörme, dışlama, ezip sömürme, akla gelebilecek binbir yol ve yöntemle mağdur etme biçiminde tezahür eder. Tarih boyunca dünya toplumlarının çoğunda örtük ya da açık, “ben” ve “öteki” mevzilendirilmesi işlevsel kılınageldi. Yahudiler cimridir, İngilizler soğuk olur, Almanlar çocuk sevmez, Batılılar aile nosyonundan yoksundur, Türkler barbardır, Çingeneler hırsızdır, kadınlar zayıftır, Müslümanlar gericidir… Bir edebiyatçı olarak biriktiregeldiğim ilgi dolayısıyla, hayatın diğer alanlarındakilerden ziyade, Türkçe edebiyattaki “ötekileştirme söylemi”ni irdelerim zaman zaman.

Gündelik hayatın akışı içinde ‘masum’ gibi görünen espri, şaka ve bilhassa genellemeler çoğunlukla ‘öteki’ üzerine bina edilince, edebiyatın (fıkra, öykü, roman, şiir gibi) farklı türlerinde azınlıkları ötekileştirerek tipleştirme adeta kaçınılmaz oldu. Cumhuriyetin etnik temelde Türk, dinî temelde Sünni (Hanefi) bir eksen esas alınarak kurulması, yeni olmayan “ötekileştirme” pratiklerine yeni özler ve biçimler kazandırdı. Kurucu idare ve irade, 1923’te başlayıp 1925’ten sonra kesin olarak rayına oturacak şekilde, “güdümlü” bir basın-yayın ve edebiyatı tercih etti. Bu yöndeki ilk önemli adım, Mustafa Kemal’in 5 Şubat 1924 günü, başlıca günlük gazetelerin temsilcileri ve başyazarlarını İzmir’de toplantıya çağırmasıdır.

Öyle bir toplantıya neden gerek duyuldu? Kendilerini cumhuriyetin yegâne kurucuları gören kadrolar, kalem erbabına “beklentilerini iletmek” istedi. Nasıl bir beklentiydi bu? Basın-yayın camiası, iktidarının etrafında çelikten bir kale vücuda getirmeliydi! Bunu yapıyor sayılmak için, iktidara karşı yayın yapmamak yeterli değildi; iktidarın ateşli bir propaganda aracı olmak şarttı. Sadece gazete ve dergileri değil, kitapları ve yayınevlerini de kapsayan bir uygulamaydı bu. Hüseyin Cahit, Halikarnas Balıkçısı, Zekeriya Sertel, İskilipli Akif Efendi, Nâzım Hikmet, Aziz Nesin, Kemal Tahir, Orhan Kemal, Atilla İlhan, Sabahattin Ali… Bunlar ve daha birçoklarının başlarına, “beklenti”yi karşılamadıkları için nelerin geldiği biliniyor.

Cumhuriyet döneminin ilk eserlerinde, çok ağırlıkla söz konusu olan aşırı oranda bir tekyanlılık ve güdümlülük, en çok “ötekileştirme ve nefret söylemi değirmeni”ne su taşıdı. ‘Öteki’ saydıklarına (etnik kökeni, dini, dili, cinsiyeti/cinsel tercihi, kültürü farklı olan herkese) üstten bakma, hakir görme ve aşağılama gırla gider yayımlanan eserlerde. ‘Öteki’, her zaman korkak, ihanetçi, ikiyüzlü roldedir. İdeal tiplemelerin, “Türk ve Sünni Müslümanlar”dan seçilmesi kuraldır. Ermeni, Rum, Yahudi, Kürt, Süryani, Arap, Roman; hıristiyan, musevi, kızılbaş/alevi, ezidi; doğulu, köylü, baldırıçıplak topluluklar ise, bu idealleştirmeyle ters orantılı bir tarzda, ‘öteki’ olarak yazıldı, çizildi. Cümle kötülükler, onların hanesine kaydedildi. Onlar, ‘iyi olan’ın ‘kötü olan’dan ayırt edilmesi için birer araçtı. Türk ve Sünni bir tiplemeye eleştirel bir yaklaşım mı söz konusu, onun karşısındaki ideal tip de mutlaka yine Sünni ve Türk oldu genellikle. Türk’ün eleştirildiği bir edebi metinde, örneğin bir Roman övülemezdi.

Türkçe edebiyattaki ‘ötekileştirme’ ve ‘nefret’ söylemi, öyle sadece kıyıda köşede kalmış edebiyatçıların eserlerinde değil; cumhuriyet döneminin ilk başeserlerini veren Halide Edip Adıvar, Memduh Şevket Esendal, Yakup Kadri, Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin, Ömer Seyfettin, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Peyami Safa gibi yazarlarda da söz konusu. İşini ciddiye alan, entellektüel vicdanının sesine kulak veren birçok edebiyat araştırmacısı ve eleştirmeni, yukardaki yazarların her birinin ‘‘aşırı milliyetçi bir söylem’’ kullanıldığını ifade eder. “İlklerin en iyisi” sayılan Refik Halit Karay’ı, açık açık “ırkçılık”la itham eder. Sıraladığımız yazarların en azından bir kısmından, “ötekileştirilme”ye somut örnekler aktaralım:

Halide Edip Adıvar, örneğin ‘Sinekli Bakkal’ romanında, Mevlevi olan şeyhleri aydın, hoşgörülü, engin bilgili kişiler şeklinde anlatır. Alevi baba ve dedelere biçilen rol ise her türlü olumsuz tiplemeler üzerindendir.

(Halide Edip, hâtıralarında “yabancıya” ya da “öteki“ye karşı algının, 1. Dünya Savaşı ile değiştiğinden söz eder.)

Yakup Kadri gibi Halide Edip de “öteki” olarak genellikle Yunanlıları görecektir.

Yakup Kadri’nin ‘Nur Baba’ romanına, Fuat Bozkurt’un yaklaşımı şöyle: “Yakup Kadri gibi bir yazar, Nur Baba adlı romanında Alevilerin dinsel törenlerinde cinsel ilişkide bulunduklarını işler. Romanın bölüm başlarından birinin adı şöyle: ‘Bir Bektaşi Tekkesinde Mumlar Nasıl Söner’…“ Aynı yazarın ‘Millî Savaş Hikâyeleri‘ (1947) kitabındaki örneğin “Hem Katil Hem Müttehim” adlı hikâyede Yunanlılar/Rumlar paragöz, kibirli, Türk düşmanı, edepsiz, köpek ve soysuzdur.

Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın ‘Toraman’ adlı romanından: “… Karşısında dolaşan ay gibi evlatlığı görünce kendini tutamadı. Mezhebi geniş adam… Kızılbaş mıdır nedir?” (Sa: 11) Gürpınar, ‘İki Hödüğün Seyahati‘ kitabındaki “Nasıl Öldürdüler” adlı hikâyede ise Rumların paraya ne kadar düşkün ve hayvanlara eziyet eden bir halk olduğunu anlatır.

Haldun Taner’in ‘Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu’ adlı öykü kitabından: “Bırak alasen müdür bey. Bazen kanıma dokanıyor vallaha. Sen onun oruçlu olduğuna inanıyor musun? O ne hinoğluhindir o, ne kahpe dinli kızılbaştır o! Müslüman olsa acımak bilir.” (Sa.46, 47) Aynı eserden: “…Ve iste o anda, tövbeler olsun, abla-kardeş, Kızılbaşlar gibi sarmaş dolaş oluverdik.” (Sa.61)

Reşat Nuri ‘Sönmüş Yıldızlar‘ adlı kitabındaki “Sevda ve Mantık” hikâyesinde Yunanlıların zorbalıklarını konu eder. Karakterlerinden Saniha “şu Yunanlıların âlimlerinden bile insana zarar geliyor…“ der ve ekler: “yalancı olurlar… Bu istidlâl gibi en doğru görünen şeylerine bile mutlaka hile, yalan karıştırırlar.”

Ömer Seyfettin’in ‘Harem’ adlı öykü kitabından: “…Evvel zamanda, insanlar daha hayvanlara pek yakın iken, ferdi izdivaç yokmuş. Sürü halinde yaşarlarmış. Kabilenin bütün erkekleri, bütün kadınların musavi surette kocası imiş… / Bu hal ayin gibi hala bazı cemaatlerde devam eder. Mesela Kızılbaşlar gibi… Ne ise…” (Sa. 29)

Fuat Bozkurt, Alevi inancına yönelik aydın iftiralarını teşhir etmeyi, Müsahipzade Celal ile sürdürür: “Müsahipzade Celal, ‘Mum Söndü’ adlı oyununda bu suçlamayı daha ileri götürür. Bu durum Anadolu insanı adına bir utanç tablosudur.”

Örnek olarak zikredilen bu eserler, Milli Eğitim Bakanlığı’nın, ilk ve ortaöğretim öğrencilerine önerdiğini “100 Temel Eser” arasında yer almıştır.

Virginia Woolf’un dünya edebiyatının geneli için yaptığı, “Edebiyat gri takım elbiseli bir beymiş” belirlemesi, Türkçe edebiyattan çok sayıda örnek sıralamak en kolay iş. Azınlık kadınlarından bahsederken muhakkak bir hafifmeşreplik yakıştırması yapılır. Sadece, “deli gibi âşık olup Türk erkeğine bağlanmış” az sayıdaki kadın, o kötü tanımlara maruz kalmaz.

Bir başka belirlemeyi, Stella Acıman’dan aktaralım: “Üzerimize yapıştırılan bir takım sözler var mesela. ‘Korkak Yahudi’, ‘Cimri Yahudi’ gibi. Korkak olmadıkları kesin. Peki hiç mi cimri Müslüman, Hıristiyan yok? Ticareti iyi bilirmişiz… Bunun nesi suç? Kitabı yazarken Rıfat N. Bali’nin kitaplarında o dönemin dergilerinde yayımlanan bazı karikatürler görmüştüm. İçim sızlayarak okudum hepsini. Sonrasında, ‘Bir ırk nasıl bu kadar aşağılanabilir?’ diye düşündüm…”(1)

Muktedirlerin ifşaları var bir de. Türk Dil Kurumu’nun (TDK ) internet üzerinden hizmet veren sanal sözlüğünde, “Ermeni gelini gibi kırıtmak” deyimi vardı. İtirazlara, TDK Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın’ın cevabı şu oldu: “Eğer, bir dilin söz varlığında bir deyim kullanılıyorsa ve yazı diline geçmişse örneklerini edebi metinlerde görebiliyorsak, bu deyimlerin sözlüklere alınması gerekir.” O deyim, Türkçe edebiyatın tanınmış hangi yazarlarından alındı? Önce, Ahmet Vefik Paşa 1890 basımı “Lehce-i Osmani” eserinde kullandı; ardından, cumhuriyet edebiyatının tanınmış simalarından Salah Birsel.

Madem ki bir dilin söz varlığı, edebi metinleri o kadar bağlayıcı kabul ediliyor; Arapça, İngilizce, Yunanca, Rusça, hatta Osmanlıca yazında Türklerle ilgili ötekileştirici deyimlere karşı neden kıyamet koparılıyor o zaman?

Herkül Millas, 450’ye yakın edebi eser incelediği özgün bir çalışmasında Türk edebiyatının çeşitli safhalarında Yunan/Rum kimliğine biçilen kaftanı ele alır. “Öteki kıyı”dan ilginç bir değerlendirme: “Önce Yakup Kadri’nin Milli Hikayeler’ini okuyarak başladım. Yunan imajı çok çarpıcı geldi bana. İlk okuduğum, İstiklal Savaşı’yla ilgili korkunç bir hikâyeydi. Yunanlılar canavar gibi resmediliyordu. Daha sonra Halide Edip, Sait Faik, Ömer Seyfettin okumaya başladım. Ondan sonra işte 450 romanla, Türk romanının profili çıktı… İki yüz tane Yunan karakter varsa hepsi kötüdür.”(2)

Kürt isyanlarının fon olarak kullanıldığı romanlara Esat Mahmut Karakurt, Refik Halit Karay, Mükerrem Kamil Su, Halide Edip Adıvar’dan örnekler sıralamak mümkün. Hepsi, Kürt bireyi ve toplumuna karşı devletin resmi ideolojisine uygun tanımlar yapar. Söz konusu olan Kürtse, karşı-anahtar sözcük “medeniyet” olur genellikle. “Kaba, cahil, ilkel, medeniyet karşıtı Kürt”ü, kendi “medeni, aydınlanmış ve modern kimlikleri”ni tarif etmek için çok uygun bir araç sayarlar.

Türkçe edebiyatın inançsız Romanları sünnet olmaz, nikah yapmaz, hırsız ve ahlaksızdır. Üstelik, çadır hayatından kurtulamadıkları için derileri de kokar. Cenaze namazları kılınmaz. Kur’an ve Hadis emirleriyle yasaktır, onlarla evlenilmez. Velevki cinsel ilişkide bulunuldu, “cünüplük”ün temizlenmesi için, 40 adet kiremit veya tuğlanın erimesine kadar ısıtılacak su ile yıkanılması gerekir. Edebiyat alanından örnek olarak

TDK ve Milli Eğitim Bakanlığı’nca hazırlanan sözlüklerde dile getirilen başka bazı aşağılama ve nefret tanımlamaları şöyle: Çingene: Kıpti, esmer, cimri, elisıkı, hasis, hayasız, arsız, yüzsüz, çığırtkan kimse… Çingene parası: Bozuk para, ufaklık… Çingene borcu: Tutarı pek önemli olmamakla birlikte ufak ve dağınık borçların tümü… Çingene düğünü: Gürültülü toplantı… Çingene kavgası: Önemsiz bir sorun üzerine başlayıp gittikçe kızışan, yakası açılmadık küfürlere yol açan kavga…(3)

Balık Ayhan ve orkestrası, 3 Nisan 2004’te İş Bankası’nın İş Kuleler adıyla bilinen İstanbul Levent’teki sanat merkezinde bir konser vermişti.(4) Konserden üç gün sonra Star gazetesinin sanat sayfasındaki bir haber-yorumda şu satırlar yer aldı: “Çingene adam olmuş da İş Kuleler’de korser veriyor. O mekâna Balık Ayhan’ı sokan, konser verdiren yöneticilerden hesap sorulmalı!”(5)

Ekim 2005’e kadar yayımlanan 240’a yakın romanı değerlendiren ve “romanda içerik değişip sağcılaşıyor, hatta ırkçılaşıyor” tespitini yapan Ömer Türkeş’e kulak verelim: “Uzun yıllar boyunca kendisini edebi anlatılarla ifade eden sol kesimin eski ağırlığı yok. İslami romanlar da azalmış. Buna karşılık moderninden muhafazakârına, grisinden kapkarasına milliyetçi ideolojinin bütün tonlarını sergileyen romanlar otuzu bulan sayılarıyla büyük bir sıçrama gösteriyorlar… Rum, Yahudi, Ermeni vatandaşlarımızın ve Ermeni meselesinin romanlara eskiye göre daha çok yansımasının bir nedeni de bu zaten. Onlar çoğunlukla Türk kimliğini kurmanın ve Türk’e karşı kurulan hain komploları sergilemenin aracı durumundalar.”(6)

Azınlıklara karşı işlenen nefret suçlarının nasıl bir ortamın ürünü olduğunu doğru ve eksiksiz kavramak için, edebiyata da bakmak zorundayız. Bunu yaparken de böyle bir “ayıp”ı içeren eserlerin ve yazarlarının üzerine toptancı bir yaklaşımla çizgi çizmek değil, özeleştirel bir sürece yöneltmek amaçlanmalıdır. İlgili her bir eserin genel edebi değeri ve yine yazarın yazın alanındaki genel başarısı yok sayılmamalıdır. Yoksa, bir yanlıştan başka bir yanlışa savrulunmuş olunur.

………………………………………………………..

Kaynaklar:

1) biyografi.net, 03.12.2006

2) Herkül Millas, Türk Romanı ve Öteki: Ulusal Kimlikte Yunan İmajı

3) Hürriyet, 12 Temmuz 2001

4) https://www.hurriyet.com.tr, son güncelleme 02.04.2004

5) Star’ın 6 Nisan 2004 günkü nüshasından söz konusu yorumunu aktaran Nazım Alpman, Roman Halkına Karşı İkiyüzlülük, 7-8 Mayıs 2005, 1. Uluslararası Roman Sempozyumu, Edirne

6) Edebiyatta Rumlar, Yahudiler, Ermeniler, Romanların “ötekileştirilmesi”yle ilgili önemli bir tez çalışması var. Ensar Kesebir, Türk Hikâyesinde Azınlıklar ve Yabancılar, 2014- Çanakkale. Çok sayıda örnek anlatılır.


Artı Gerçek

Yorumlar kapatıldı.