İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ektiğini biçenler ve biçecek olanlar

***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***

Ohannes Kılıçdağı

Ben de bu toplumun bir parçası olmaktan gurur değilse de memnuniyet duyarım. Fakat ne yazık ki, son on senedir yaşadıklarımız ve bir-iki haftadır ortaya konan kimi söz ve davranışlar yüzünden utanç ama ondan da fazla üzüntü ve öfke duyuyorum.

Milliyet, etnik kimlik gibi kolektif kimliklerimle gurur duymak gibi bir âdetim yoktur. Bir kimsenin Türklüğüyle, Ermeniliğiyle, Fransızlığıyla vs. övünmesini anlamlı da bulmam. Sonuçta bunlar hiçbirimizin seçmediği, içine doğduğumuz kimlikler. 

Gerçekleşmesine hiçbir katkınız olmayan bir durumla gurur duymak saçmadır. Öte yandan, Türkiye Ermeni toplumu hakkında, gurur değil ama takdir diye tarif edebileceğim bir hissiyatım var(dı). Şöyle ki, soykırım gibi bir yıkımdan sonra bir de onun üstüne bir asırdır süren doğrudan, dolayı her tür baskıya, tehdide, zorlu koşullara, malından mülkünden edilmiş olmasına rağmen, kimliğinden, onurundan belli ölçülerde taviz vermek zorunda kalsa da, bu toplum çalışmaya, üretmeye, içinden iyi sanatçılar, bilim insanları, doktorlar, hukukçular, akademisyenler çıkarmaya, görünmez olması ve sonunda yitip gitmesi için yapılan her şeye rağmen, öyle veya böyle varlığını koruyup gösterebilmiş, direngen bir toplumdur. Bu direniş, saygıyı hak eder. Ben de bu toplumun bir parçası olmaktan gurur değilse de memnuniyet duyarım. Fakat ne yazık ki, son on senedir yaşadıklarımız ve bir-iki haftadır ortaya konan kimi söz ve davranışlar yüzünden utanç ama ondan da fazla üzüntü ve öfke duyuyorum.

Hiç kimse tek başına bu yozlaşmanın tek sorumlusu değil elbette. Fakat, sayısını unuttuğum seneler boyunca, hangi yetkiye dayandığı belli olmayan bir şekilde toplum liderliği iddiasını öne süren ve kendinden menkul bu sıfatla eylemlerde bulunan Bedros Şirinoğlu’nun ciddi bir sorumluluğu olduğu açıktır. Konumunun temelsizliği bir yana, kendi kendine üzerine aldığı işi yürütmek için gerekli karakter ve meziyetlere sahip olmaması işleri daha da çıkmaza soktu. Kullandığı dil ve üslup birçok kereler ‘patlak verdi’. Kötü dil iyi dili kovar, kötü dil kötü dili çağırır. Nitekim, kendisine kendisi gibi konuşanlar cevap vermeye başladı ama biz Ermeni toplumu olarak bunları hak etmiyoruz (yoksa ediyor muyuz?). Ermeni toplumunun meselelerini ele alma, tartışma üslubu, dili ve derinliği bu düzeysizlikte olmamalı. Bu toplumun ortalamasının bu olduğuna inanmıyorum, kabullen(e)miyorum. 

Aram Ateşyan da, yaklaşık on yıl boyunca sürdürdüğü ‘Genel Vekillik’ safsatasıyla bu duruma gelmemizde pay sahibidir. Sonuçta, kurumları, kuralları, teamülleri yıpratmıştır. O yıllar boyunca da kendisine yapılan bütün makul uyarılara kulak tıkamış, bildiğini okumuştur. Yaptıklarını unutmamız için henüz çok erken. Sonuçta, o da Şirinoğlu gibi ektiğini biçmiştir. Mesrop Mutafyan’ın rahatsızlığının anlaşıldığı ilk gün, “mucize” vs. demeden seçim olması için çalışsa belki kazanabileceği bir seçimi açık ara kaybetti. Bugün Ateşyan ve Şirinoğlu birbiriyle anlaşamamaktan öte, açık veya örtülü şekilde birbirlerini tehdit ediyorlar. Fakat, ‘vekillik’ tiyatrosunu on sene beraber oynamadılar mı?  

Vakıf yönetim kurulları içinse söylenebilecek en hafif şey, seneler boyunca büyük bir atalet içinde olduklarıdır. Kimileri, bile bile kendilerini bu atalete teslim ettiler, kimileri ise ataletin de ötesinde yanlış işlere giriştiler. Bu yanlış işlerin tepe noktalarından birini geçtiğimiz haftalarda yaşadık. Ortaköy Vakfı’nın başkanı oğlunu, Büyükdere Vakfı’nı başkanı kızını vakıf yönetim kurullarına tayin ettirdi. İskender Şahingöz ve arkadaşlarının bu topluma katkıları azımsanamaz. Hani, Ortaköy’e heykelleri dikilse yeridir. Fakat hiçbir hizmet, birinci derece akrabasını, hele hele oğlunu, kızını, damadını yönetim kuruluna keyfî biçimde almayı, kabul edilebilir bir durum hâline getiremez. Hayatta bazı şeyleri, ne yapsanız, insanların gözünde meşru kılamazsınız. Bir toplumun, yani hepimizin yeri olan bir vakfa oğlunu-kızını tayin ettirmek, bu anlatamayacağınız şeylerden biridir. Ne derseniz deyin, oğlunuzu-kızınızı buraya tayin ettirenin ‘mutlak gerekli’ veya ‘tek çıkar yol’ olduğunu kimseye kabul ettiremez, kimseyi buna ikna edemezsiniz. Bu durum, ister istemez kötü niyet göstergesi olarak algılanacak ve birçok şaibenin doğmasına yol açacaktır. Bu, kendi ayağına sıkmaktır; bununla ilgili olarak da, gelecek yıllarda başka bir ‘ektiğini biçme’ örneği göreceğiz. 

Meselenin, atanan kişinin kişisel özellikleriyle, kalifiye olup olmamasıyla da ilgisi yok. Atanan kişi o işe uygun biri de olabilir ama fark etmez; bir kamu kurumuna sadece siz uygun gördünüz diye oğlunuzu-kızınızı alamazsınız. Asgari bir demokratik düzende bunun asla kabul edilebilir bir tarafı yoktur. “E canım, Türkiye’de bu işler böyle olmuyor mu?” diyorsanız, demeyin. İki yanlış bir doğru etmez. Kaldı ki bu, atanan kişiye de haksızlıktır. Belki çok değerli biridir ama böyle iş başına geldiği zaman ‘babası sayesinde’ yaftasından kurtulması mümkün olmaz. 

Murat Süme’ye gelince; yıllardır ortaya koyduğu profil bu kadar sözü, yorumu dahi hak etmiyor. Herhangi bir Ermeni kurumunun bu profilin eline düşmüş olmasından büyük üzüntü duyuyorum. Ama toplum o kurumları bu tiplerin elinden geri almayı beceremiyorsa, orada da kendimize kızacağız. Bunun için yapılabilecek bir şey de, herkesin bağlı bulunduğu semtin vakıf yönetim kuruluna seçim için dilekçe vermesi. Olumsuz cevap almanız veya hiç cevap alamamanız durumunda hukuki yola başvurabilirsiniz. Bunu tek başınıza yapabileceğiniz gibi, birkaç kişi bir araya gelerek de yapabilirsiniz. Hukukçulardan yardım almakta da fayda var. Düşünce Platformu’nun Facebook sayfasında Aren Dadır ve Margos Efe Karahan’ın hazırladığı örnek bir dilekçe bulabilirsiniz. Yeter ki harekete geçin. 

Vakıfların yönetim kurullarının da üzerlerindeki ölü toprağını artık atmaları gerekiyor. Seçim için Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne resmî müracaatlarını yapmalı, zorlamalılar. Bu artık her vakıf için samimiyet testi durumuna gelmiştir. Bu girişimde bulunmayan vakıflar töhmet altında kalacaktır. Bu girişimde bulunmamış bir yöneticinin söyleyeceği sözlerin inandırıcılığı yoktur. 

Patrik olarak seçilen Sahak Maşalyan’ın da kriz seneleri boyunca, yerinde çıkışlarının yanı sıra yanlışları da oldu. Fakat şu kaotik anda doğru işler yapabilme şansı ve imkânı var. Toplumun da böyle bir inisiyatife ihtiyacı var. Patrikliğin elinde resmî bir yetki olmadığı doğru ama şu anda seçilmiş tek figür olarak Patrik Maşalyan, Bedros Şirinoğlu’na tabi olacak mı olmayacak mı, her şeyden önce ona karar vermesi gerekiyor. O buna karar verirse, herkes de ona göre patriğin etrafında toplanıp toplanmamaya karar verir. 

http://www.agos.com.tr/tr/yazi/24276/ektigini-bicenler-ve-bicecek-olanlar

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın