İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

2019 Uluslararası Dini Özgürlükler Raporu: Türkiye

Yönetici Özeti

Anayasa, vicdan, dini inanç, kanaat, ifade ve ibadet özgürlüğünü öngörmekte ve dini gerekçelere dayalı ayrımcılığı yasaklamaktadır. Devlet kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı (Diyanet), İslam’la ilgili dini konuları idare ve koordine etmektedir. Diyanet’in görevi, Sünni İslam anlayışının desteklenmesi ve gereklerinin yerine getirilmesinin sağlanmasıdır. Hükümet, gayrimüslim azınlıkların, özellikle de sadece Ermeni Apostolik Kilisesi’ne mensup Ortodoks Hristiyanları, Musevileri ve Rum Ortodoks inancına sahip Hristiyanları kapsayan 1923 yılına ait Lozan Antlaşması’nın devlet tarafından yorumlanması çerçevesinde devletin kabul etmediği gayrımüslimlerin haklarını kısıtlamaya devam etti.  Medya kuruluşları ve sivil toplum kuruluşları (STK’lar) Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayan Protestan cemaati önderlerine yönelik ülkeye giriş yasaklarının ve sınır dışı etme faaliyetlerinin hızla arttığını bildirdi. Hükümet, askerlik yapmak istemeyenlere vicdani ret hakkı  tanımadı. Ocak ayı içinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Yedinci Gün Adventistleri’nin vakıf kurmasına izin vermediği için Hükümetin Avrupa İnsan hakları Sözleşmesi’ni ihlal ettiğine karar verdi. Ekim ayında, bir mahkeme İçişleri Bakanlığı’nın Malatya Valiliğinin, Hristiyanlara ait bir yayın evine yapılan saldırıda üç kişinin öldürülmesine ilişkin 2007 yılına ait bir davada kusurlu olmadığına karar verdi. Ermeni Apostolik Ortodoks cemaati, Aralık ayında yeni bir patrik seçti; cemaatin mensupları ve insan hakları kuruluşları hükümetin seçim sürecine karışmasını eleştirdi. Azınlık cemaatleri, dini vakıfların yönetim kurullarına yapılacak seçimlerin engellenmesine itiraz etti. Hükümet, dini azınlık gruplarının kendi din adamlarını eğitmesine de kısıtlamalar getirmeye devam etti ve Rum Ortodoks Heybeliada Ruhban Okulu kapalı olmayı sürdürdü. Dini azınlıklar, ibadethane işletmek ya da açmak, arazi ve mülkiyetle ilgili anlaşmazlıkları çözüme kavuşturmak; arazilerini daha evvel hükümetin kamulaştırdığı kiliselerin karşılaştığı hukuki sıkıntılar ve okullardaki zorunlu din derslerinden muaf olmak gibi konularda zorluklarla karşılaştıklarını ifade etti. Hükümet, önceki yıllarda el konulan kiliseye ait mülkiyeti iade etmedi. Dini azınlıklar, özellikle de Alevi cemaati mensupları, kamusal eğitim sistemindeki dini içerik ve uygulamalara itiraz etti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan,  Mart ayında İstanbul’da bulunan Ayasofya’nın statüsünün müzeden camiye dönüştürülme ihtimalini kamuoyunun gündemine getirdi. Süryani Ortodoks Cemaati, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da katılımıyla, Cumhuriyet’in ilan edildiği 1923 yılından bu yana kurulan ilk kilise olan yeni kilisenin Ağustos ayındaki temel atma törenini gerçekleştirdi. Mayıs ayında Cumhurbaşkanı Erdoğan, ülkenin 63.000 kişi kapasiteli en büyük camiinin açılışını gerçekleştirdi. Hükümet, dini azınlık cemaatlerine güvenlik desteği sağlamaya devam etti ve bazı tescilli dini mülklerin renovasyon ve restorasyon masraflarını ödedi.

Mayıs ayında özel bir televizyon kanalında dini yayınlar yapan Müslüman bir din adamı, Türkiye’de yaşamakta olan 13 yaşındaki bir Ermeni erkek çocuğunun canlı yayında ebeveynlerinin izni olmaksızın din değiştirerek Müslüman olmasını sağladı. Ermeni cemaati ve milletvekilleri, bu faaliyeti kınadı. Medyada yer alan haberlere göre, ibadethanelere yönelik münferit vandalist fiiller devam etti. Ekim ayında, kimliği bilinmeyen kişiler, Bursa’daki bir Alevi kuruluşu olan Pir Sultan Abdal Derneği başkanının evinin kapısına “Ölüm vaktin geldi” şeklinde bir not bıraktılar. Şubat ayındaysa kimliği bilinmeyen kişi ya da kişiler İstanbul’un Balat Semti’nde bulunan Surp Hireşdagabet Ermeni Kilisesi’nin duvarına ve kapılarına sprey boyayla hakaret içeren yazı yazdı. Kamuoyuna açık diyaloglarda, özellikle de sosyal medya üzerinden gerçekleşen diyaloglarda Yahudi karşıtı söylem devam etti. Muhtemelen  yaz kampı olduğu düşünülen bir yerde “Yahudilere ölüm” şeklinde slogan atan çocukların yer aldığı bir video Temmuz ayında sosyal medya üzerinden paylaşıldı. Ocak ayında, Çiçero adlı filmin prömiyeri için hazırlanan kırmızı halı dekorunda dikenli tellerin üzerine örtülmüş çizgili üniformalar ve bekçi köpeklerinin yer aldığı toplama kampı unsurlarına yer verilmesi tartışmalara ve kınamalara yol açtı. Bazı hükümet yanlısı haber kanalları Yahudilerle ilgili komplo teorileri yayımlayarak ülkenin içinde bulunduğu ekonomik güçlük ve muhtemel yaptırımlardan dolayı Yahudileri suçladılar. Ekim ayında sosyal medya kullanıcıları ve medya kuruluşları, bir İç Anadolu kenti olan Konya’da Anadolu Gençlik Derneği ve Milli Gençlik Vakfı’nın yerel şubelerinin belediye otobüs duraklarına astığı Hristiyanlık ve Musevilik karşıtı posterlerin  fotoğraflarını paylaştı. Aralık ayında, Konya savcılığı yaptığı açıklamada, söz konusu fiilin, “kamu güvenliğine açık ve net bir tehdit” oluşturmadığı gerekçesiyle bu olayla ilgili olarak kovuşturma başlatmayacağını belirtti.

Büyükelçi, Türkiye’ye gelen Amerikalı yetkililer ve ABD Büyükelçiliği ve Konsolosluğundaki diğer yetkililer, hükümet yetkilileriyle yakın ilişkiler içinde bulunmaya devam etti ve dini çeşitliliğe saygı duyulmasının ve kanun çerçevesinde herkese eşit muamele yapılmasının taşıdığı öneme vurgu yaptılar. Büyükelçilik ve Konsolosluk temsilcileri ve Türkiye’ye gelen Amerikalı yetkililer, hükümeti dini gruplara uyguladığı kısıtlamaları kaldırmaya; mülklerin sahiplerine iadesi hususunda ilerleme katetmeye; ve dini ayrımcılıkla ilgili özel bazı durumların üzerine gitmeye davet etti. Üst düzey görevliler, hükümeti Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasına izin vermeye ve ülkede yaşayan tüm cemaatlerin ruhban sınıfı mensuplarının eğitimine izin vermeye davet etmeyi sürdürdü. Büyükelçilik ve Konsolosluk görevlileri, dini özgürlüğün ve inançlar arası hoşgörünün önemine işaret etmek ve dini grup mensuplarına karşı ayrımcılığı kınamak amacıyla, Rum Ortodoks, Musevi, Ermeni Apostolik Kilisesi’ne mensup Ortodoks Hristiyanlar, Katolikler, Protestanlar, Aleviler ve Süryani Ortodoks cemaatlerinin de içinde bulunduğu bir dizi dini cemaat önderiyle de bir araya geldi.

I. Kısım – Dini Demografi

ABD hükümeti, (Haziran 2019 tahminlerine göre) toplam nüfusun 81.6 milyon kişi olduğunu tahmin etmektedir. Hükümet’e göre, nüfusun yüzde 99’u Müslüman’dır ve bunun yaklaşık olarak yüzde 77.5’i de Hanefi mezhebine mensuptur. Diğer dini grupların temsilcilerinin sayısının, nüfusun yüzde 0.2’sine denk geldiği tahmin edilirken; son zamanlarda yapılan ve Ocak ayı içinde Türk araştırma şirketi KONDA tarafından yayımlanan kamuoyu anketlerine göre, nüfusun yaklaşık yüzde 3’ü  kendisini ateist olarak tanımlarken %2’si de herhangi bir dine mensup olmadığını belirtmektedir.

Alevi cemaati liderleri, Alevilerin, toplam nüfusun yüzde 25 ila 31’ini oluşturduğu tahmininde bulunmaktadır. Pew Research Center, Türkiye’de yaşayan Müslümanların yüzde beşinin kendilerini Alevi olarak tanımladığını belirtmektedir. Şii Caferi cemaatiyse, toplam nüfusun yüzde 4’ünü oluşturduğu tahmininde bulunmaktadır.

Gayrimüslim dini gruplar, çoğunlukla İstanbul’da ve diğer büyük şehirlerle güneydoğuda toplanmış bulunmaktadır. Gayrimüslim dini gruplara ilişkin net rakamlar mevcut değildir; ancak bu gruplar kendilerinin sayılarını şu şekilde bildirmektedir: (Ermenistan’dan gelen göçmenler dahil olmak üzere) yaklaşık olarak 90.000 Ermeni Apostolik Ortodoks Hristiyan; (Afrika ve Filipinler’den gelen göçmenler dahil olmak üzere) 25.000 Roma Katolik ve 16.000 Musevi. Bunun yanında (Süryaniler olarak da bilinen) yaklaşık 25.000 Süryani Ortodoks; (ikamet iznine sahip çoğu Rusya göçmeni olan) 15.000 Rus Ortodoks Hristiyan ile 10.000 Bahai de bulunmaktadır.

Diğer dini gruplar arasında ise, 1.000’den az Yezidi; 5.000 Yehova Şahidi; 7.000 Protestan mezhebi mensubu; 3.000’den az Keldani Hristiyan ve 2.000 kadar Rum Ortodoks Hristiyan bulunmaktadır. Bunun haricinde, küçük ve sayısı bilinmeyen Bulgar Ortodokslar, Nasturiler, Gürcü Ortodoks, Ukraynalı Ortodoks, Süryani Katolik, Ermeni Katolik ve Maruni Hristiyanlar da vardır. İsa Mesih’in Son Zamanlar Azizler Kilisesi (İsa Mesih’in Kilisesi) mensuplarınınsa 300 kişi olduğu tahmin edilmektedir.

II. Kısım- Hükümetin Din Özgürlüğüne Gösterdiği Saygı

Yasal Çerçeve

ifade ve ibadet özgürlüğü öngörmektedir. Anayasa, bireylerin dini törenlere katılmaya ya da dini inançlarını açıklamaya zorlanmamasını ve ibadetlerin “devletin bütünlüğüne” yönelmediği sürece serbestçe yerine getirilmesini garanti altına almaktadır. Anayasa, dini gerekçelerle ayrımcılığı yasaklamakta ve “dinin veya dini duyguların, yahut dince kutsal sayılan şeylerin” istismar edilmesini veya kötüye kullanılmasını ya da devlet düzenini “kısmen de olsa” din kurallarına dayandırmayı yasaklamaktadır.

Anayasa, devletin İslamla ilgili konuları koordine ettiği Diyanet kurumunu tesis etmektedir. Yasaya göre, Diyanet’in görevi özellikle Sünni İslam’a ağırlık verecek şekilde, İslam inancını, uygulamalarını ve İslam’ın ahlaki ilkelerine imkan sağlamak ve teşvik etmek; halkı dini konularda eğitmek ve camilerin idaresini sağlamaktır. Başkanı, Cumhurbaşkanı tarafından atanan Diyanet, Cumhurbaşkanlığı’na bağlı bir kuruluş olarak din adamlarının ve üniversitelerin ilahiyat fakültelerinde görev yapan öğretim görevlilerinden oluşan 16 kişilik bir kurulla idare edilmektedir. Diyanet bünyesinde, yüksek kurullar adıyla da bilinen Din İşleri, Hac ve Umre Hizmetleri, Eğitim, Yayınlar ve Halkla İlişkiler şeklinde beş ana birim yer almaktadır. Kanun, kurul üyelerinin tamamının Sünni Müslüman olmasını şart koşmasa da, uygulamada kurul üyelerinin tamamı Sünni Müslümanlardan oluşmaktadır.

Dini değerlere karşı hakareti yasaklayan bir kanun olmasa dahi, Ceza Kanunu’nda, dini inançlara karşı kamusal alanda saygısızlık göstermek de dahil olmak üzere “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmekle” ilgili suçlar için ceza öngörülmektedir.  Ceza   kanunu, imam, rahip ve haham gibi din adamlarının görevlerini yerine getirdikleri sırada devlet idaresini ya da kanunlarını “takbih veya tezyif” edecek hareketlerde bulunmasını yasaklamaktadır. Bu yasağın ihlal edilmesi halinde, bir aydan bir yıla kadar hapis cezası ya da suç, başkalarını kanuna uymamaya tahrik fiilini içeriyorsa, üç aydan iki yıla kadar süreyle cezalandırılabilmektedir.

Kanun, “dince kutsal sayılan değerlerin aşağılanmasını”, dini bir grubun yürüttüğü ibadetlere müdahale edilmesini ya da dini bir grubun mülküne zarar verilmesi suç kabul etmektedir. Dine hakaret edilmesi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılmaktadır.

Dini grupların faaliyetlerini yerine getirmek için devlet nezdinde tescilli olmasına gerek bulunmasa da, ibadethaneler için yasal tanıma gerekmektedir. Yasal tanıma imkanı elde edilmesi, yeni bir ibadethanenin inşası için belediyeden izin alınmasını gerektirmektedir. Devletin ibadethane olarak tanımadığı yerlerde dini ibadet yapılması kanuna aykırıdır; devlet, kanunu ihlal edenler hakkında para cezası getirebilmekte ya da kanunu ihlal eden yerleri kapatabilmektedir.

Bir dini grubun ibadetine müdahale edilmesi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılmakta; dini mülkiyete zarar verilmesi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezasıyla; dini mülkün tahrip ya da imha edilmesiyse bir yıldan dört yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılmaktadır. İbadethane olarak tescil edilmeyen yerlerde dini ibadet yapılması yasadışı olduğundan, uygulamada bu hukuki yasaklamalar sadece tanınan dini gruplar için geçerlidir.

Her ne kadar hükümet genellikle bu kısıtlamaları uygulamasa da, kanun, Sufi ve diğer dini tarikatları ve cemaatleri yasaklamaktadır.

Askerlik hizmeti, erkekler için zorunludur; vicdani retle ilgili bir hüküm bulunmamaktadır. Hükümet uyguladığı bir politikayla, kişilerin 31,342 Türk Lirası (TL) (5.300 Dolar) ücret ödeyerek askerlik hizmetinden muaf olmasına izin verse de, bu ücreti ödeyen kişilerin de üç haftalık temel eğitim programını tamamlaması gerekmektedir. Zorunlu askerlik hizmetine dini gerekçelerle karşı çıkanlar askeri ve sivil mahkemelerde suçlamalarla karşı karşıya kalabilmekte; hüküm giymeleri halinde de iki ay ila iki yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırılabilmektedir.

Dini cemaatlerin yönetimi ve idari yapılarının tüzel bir kişiliği olmadığından bu cemaatler doğrudan mülkiyet satın alamamakta ya da mülkiyet hakkını elinde bulunduramamakta ya da mahkeme nezdinde bu mülkler için hak iddia edememektedir. Cemaatler, varlık ve mülklere sahip olma ve yönetmek için, tek tek kurulların yönetimindeki ayrı vakıf ya da derneklerin desteğiyle varlıklarını sürdürebilmektedir.

1935 yılına ait bir kanun, mensuplarının dini ya da etnik kökenini temel alan vakıf kurulmasını yasaklamakta, ancak kanun yasalaşmadan önce var olan vakıflara muafiyet tanımaktadır. Uzun süredir varlığını sürdürmekte olan bu vakıflar, gayrimüslim Türk vatandaşlarına ait olup; bunlardan 167’si varlığını sürdürmektedir; bunların çoğunluğu Rum Ortodoks, Ermeni Ortodoks ve Musevi cemaatleriyle bağlantılıdır. Uygulamada ise, 1935 yılında çıkan yasanın ardından kurulan dini gruplar, beyan ettiği amacının dini olmaktan ziyade hayır amaçlı, eğitim amaçlı ya da kültürel olması kaydıyla dernek ya da vakıf olarak tescil edilmek üzere başvuruda bulunabilmektedir.  Protestan cemaatine göre, (dördü 1935 vakıflar yasası geçmeden önce var olan) altı vakıf, 36 dernek ve bu derneklerle ilişkili 30’dan fazla temsilci ofis bulunmaktadır.

Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde faaliyet gösteren Vakıflar Genel Müdürlüğü (VGM), tüm vakıfların faaliyetlerini ve vakıflara bağlı mülkleri düzenlemekte ve vakıfların beyan edilen hedef ve kuruluş tüzükleri dahilinde faaliyet gösterip göstermediğini değerlendirmektedir. 1935 yılında çıkan kanunun öncesinde var olan dini cemaat vakıfları da dahil olmak üzere, birçok vakıf kategorisi bulunmaktadır.

Bir vakfın faal olmaması durumunda, devlet söz konusun vakfın artık faal olmadığının tespiti ve vakfın tüm varlıklarının devlete devri hususunda mahkemelere dilekçe verebilir. Hükümetin, kararnamelerle vakıf kapatabildiği olağanüstü hal dışında hangi kategoride olursa olsun vakıflar ancak mahkeme kararıyla kapatılabilmektedir. 2016 yılında tesis edilen olağanüstü hal, 2018 Temmuz’unda sona ermiştir; ancak olağanüstü hal döneminden kalma yönetmeliklere benzer nitelikteki yasal düzenlemeler yürürlükte olmayı sürdürmektedir.

Vakıflar, şirketler ve kira geliri sağlayan mülk ve bağışlar yoluyla gelir elde edebilir. Vakıf kurma süreci, dernek kurma sürecinden daha uzun ve pahalıdır; ancak derneklerin, yerel düzeyde vakıflara nazaran daha az yasal hakkı bulunmaktadır.

Derneklerin tanımları gereği kar amacı gütmemesi ve sadece bağış şeklinde mali destek alabilmesi gerekir. Bir dernek kurup tescil ettirebilmek için, bir grubun dernek iç tüzüğü ve kurucu üyelerinin adının yer aldığı bir listenin de içinde bulunduğu destekleyici belgelerle birlikte valiliğe başvuruda bulunması gerekmektedir. Yabancı bir derneğin ya da kar amacı gütmeyen kuruluşun kurucu üye listesinde yer alması durumunda, iç tüzüklerine ek olarak, grubun İçişleri Bakanlığı’na izin talebinde bulunması ve Bakanlığın iznini alması gereklidir; yabancıların söz konusu grubun kurucu üyeleri olması halindeyse, grubun ikamet izinlerinin birer örneğini ibraz etmeleri gerekmektedir. Valiliğin, söz konusu iç tüzüğü kanuna ya da anayasaya aykırı bulması halinde, derneğin, yasal koşulları karşılamak amacıyla iç tüzüğünde değişiklik yapması gerekir. Kanun gereği, valilik, kuruluşun iç tüzüğünü ihlal ettiğine kanaat getirdiği faaliyetleri için dernek yetkililerini para cezası ya da diğer cezalara çarptırabilmektedir. Hükümetin, kararnamelerle vakıf kapatabildiği olağanüstü haller dışında vakıflar ancak mahkeme kararıyla kapatılabilmektedir. Medeni kanun, derneklerin, din, etnisite ya da ırka dayalı ayrımcılık yapmamasını şart koşmaktadır.

Kanun gereği, mahkumların dini inançlarının gereğini hapiste yerine getirme hakkı bulunmaktadır; ancak tüm hapishanelerde ibadet yeri bulunmamaktadır. Kanuna göre, cezaevi yetkilileri, mahkumun dini inancının bir parçası olarak, dini grupların kitap ve diğer materyalleri sağlamalarına izin vermek zorundadır.

Anayasa, içeriği, Temmuz ayından itibaren Cumhurbaşkanlığı’nın yetki alanında yer alacak olan Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü tarafından belirlenmek üzere, kamu ve özel ilk okullarda, orta okullarda ve liselerde dördüncü sınıftan itibaren zorunlu din eğitimi verilmesini düzenlemiştir. Öğrencilere, dördüncü sınıftan on ikinci sınıfa kadar haftada iki saat din dersi verilmektedir. Sadece kimliklerinde “Hristiyan” ya da “Musevi” ibaresi yer alan öğrencilerin, din derslerinden muaf olmak için başvuruda bulunma hakkı vardır. Ateistler, agnostikler, Aleviler ya da diğer Sünni olmayan Müslümanlar, Bahailer, Yezidiler ya da kimliklerinde din ibaresinin yer aldığı bölümü boş bırakan kişiler, din derslerinden muaf tutulmamaktadır. Orta okul ve lise öğrencileri, normal okul saatleri sırasında haftada iki saat olacak şekilde seçmeli ek İslami din dersi alabilmektedir.

Devlet, kişinin mensubu olduğu dini inancı gösterir özel bir bölümün yer almadığı çipli kimlik belgelerini dağıtmaya devam etmektedir. Kişinin dini mensubiyetine ilişkin bilgiler çipte kaydedilmekte ve yetkili kamu görevlileri bu bilgileri “nitelikli kişisel veri” şeklinde görebilmekte ve bu veriler özel bilgi olarak korunmaktadır.  Eskiden düzenlenmiş olan kimlikler halen geçerli olup kimliğin hasar görmüş olması, kimlik sahibinin medeni halinin değişmiş olması ya da kişinin fotoğrafta tanınamayacak durumda olması halinde değiştirilmesi gerekmektedir. Bu kimliklerde kişinin mensubu olduğu dini inancın yer aldığı bir bölüm bulunmaktadır ve kişi, bu bölümü boş bırakmayı tercih edebilmektedir. Bu eski kimlik kartlarında seçenek olarak şu dini kimlikler yer almaktaydı: Müslüman, Rum Ortodoks, Ortodoks olmayan Hristiyan, Musevi, Hindu, Zerdüşt, Konfüçyüsçü, Taocu, Budist, Dinsiz ya da Diğer. Bahai, Alevi ve Yezidi ile ülkede bulunduğu bilinen diğer gruplar, kimlik kartlarında yer almamaktaydı.

İş Kanunu’na göre, özel sektörde ve kamudaki işverenler, çalışanlara dine dayalı ayrımcılık yapamamaktadır. Çalışanlar, bu hususta İş Mahkemesi nezdinde işverenlerine karşı dava açabilmektedir. Çalışanların, bu konuda bir ihlal olduğunu kanıtlaması halinde, istihdam konusunda verilen kararın bozulmasına ilaveten söz konusu çalışanların dört ay maaşa kadar tazminat hakkı doğar.

Ülke, etnik, dini veya dilsel azınlık mensubu olan kişilerin “kendi kültürlerini yaşama, kendi dini inançlarını açıkça ifade etme ve kendi dinlerinde ibadet etme veya kendi dillerini kullanma hakkından mahrum bırakılamayacaklarını” belirten 27. Madde’ye bir çekince konulmak sureti ile Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’ye taraftır. Bu çekincede “Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin hükümlerini Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması ve Eklerindeki ilgili hükümler ve kurallara göre yorumlama ve uygulama” hakkı bulunduğu ileri sürülmektedir.

Hükümetin Mevcut Uygulamaları

Middle East Concern, International Christian Concern, World Watch Monitor, Mission Network News ve Voice of Martyrs gibi çok sayıda izleme kuruluşu ve medya organı, ülkedeki Protestan kiliselerle bağlantılı kişilerin ülkeye girişten men, oturum izinlerinin uzatılmaması ve uzun süredir oturmakta bulunanların sınır dışı edilmesi gibi durumları rapor etti. 2 Aralık tarihinde, İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü (DGMM), 1 Ocak 2020 tarihi itibarıyla hükümetin, (evlilik, çalışma, eğitim gibi) sebepler dışında bir gerekçeyle oturma izni talebinin bulunmaması halinde, uzun dönemdir ülkede oturmakta olan kişilerin oturma haklarını turistik amaçlarla uzatmayacağını ilan etti. Hristiyanların da içinde olduğu çok sayıdaki dini azınlığa mensup papaz, ülkede turist olarak uzun dönemli oturma hakkı bulunduğu dönemde dini törenleri yürütmüştür. Geçmiş yıllarda bir takım benzer önlemler alınsa da, çoğu grup, yıl boyunca ülkeden çıkarılma ve giriş hakkından men etme gibi uygulamaların sayısında ciddi oranda artış olduğuna tanıklık etti.

Çoğu raporda, bu Protestan cemaatlerinin din adamlarına ülkede eğitim veremediği ve gerekli hizmeti verebilmek için yabancı gönüllülere ihtiyaç duyduğu ifade edildi. Yerel Protestan grupları, yabancı gönüllülere bağlı olarak hareket etmenin giderek daha zor bir hale gelmesi sebebiyle ve ülkede eğitim yapacak binaları açıp işletemediklerinden Türkiye içinden dini liderler yetiştirmeyi amaçladıklarını ifade etti. Cemaat kaynakları, yıl boyunca gerçekleşen bazı sınır dışı etmelerin ve ülkeye giriş yasaklamalarının, ülkede hukuka uygun şekilde uzun dönemli oturma hakkına sahip kişiler olarak yaşamakta olan ve daha önce göçle ilgili sıkıntılar da yaşamayan yabancı ülke vatandaşı olan kişileri hedeflediğini de belirtti. Cemaat mensuplarına göre, bu göç prosedürleri yerel bir cemaatin yerel kiliseler için kaynak bulmasını da etkilemekteydi, çünkü yabancı ruhban sınıfı mensupları, bireysel bağış ve menşe ülkelerindeki kilise cemaatlerinden destek almaktaydı.  Ülkeye giriş yasağına tabi tutulan ya da oturma izinleri reddedilen bazı kişiler, ülkenin hukuk sistemi vasıtasıyla mevcut durumlarının gözden geçirilmesini talep etti. Yıl sonu itibarıyla bu davalardan hiç biri sonuçlanmamıştı ve medyada yer alan haberlere göre adli sistemde mevcut karmaşıklıklar ve birikmiş işler nedeniyle meselenin halli yıllar alabilirdi.

Avrupa Yehova Şahitleri Derneği’nin, 19 Eylül tarihinde Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’na sunulan raporuna göre, 63 Yehova Şahidi vicdani retçi olmaları sebebiyle kovuşturmaya tabi tutulurken, bunlardan 44’ü 177 farklı suçlamayla ve toplam 54.000 Dolar’ın üzerinde para cezasıyla karşı karşıyaydı. Raporda, bir kişinin her yıl defalarca askere çağrılabileceği ve ülkede onaylanmış alternatif bir hizmet de bulunmadığından insanların “asker kaçağı” olmakla suçlanabileceği belirtilmekteydi. Raporda ayrıca Milli Savunma Bakanlığı’nın, asker kaçağı olan kişilerin işverenlerine gönderilen yazılarla bu kişilerin iş akitlerinin feshedilmesinin istendiği de belirtilmekteydi.

İsa Mesih’in Kilisesi’nin, gönüllülerini ve uluslararası personelini ülkeden tahliye etme kararı, yıl boyunca yürürlükte kaldı. Nisan 2018’de Kilise, bu kişilerin ülkeden çıkarılmasının güvenlik gerekçesiyle yapıldığını açıkladı. Kilise’nin yerel mensuplarına göre, Kilise’nin bazı takipçileri cezalandırılmaktan ve ayrımcılığa tabi tutulmaktan korktukları için Kilise’den uzak kalmıştır. Bazıları da kamu sektöründe çalışanlar da dahil olmak üzere inançları nedeniyle işlerini kaybettiğini ve yeni iş bulma konusunda sıkıntı çektiklerini belirtmiştir.

Hükümet, Alevi İslam anlayışına, heterodoks bir İslam “mezhebi” muamelesi yapmaya; Yargıtay’ın cemevlerinin ibadethane olduğuna karar vermesine rağmen, Alevilerin ibadethanelerini (cemevlerini) tanımamaya devam etti. Mart 2018’de Diyanet Başkanı, camilerin gerek Aleviler gerekse Sünniler açısından uygun ibadet yerleri olduğunu belirtti.

Aralık ayında Ermeni cemaati, Episkopos Sahak Maşalyan’ı, 85inci İstanbul Ermeni Apostolik Patriği olarak seçti. Cemaatin bazı mensupları, kamuoyuna yaptıkları açıklamalarda ve sosyal medya paylaşımlarında hükümetin sürece dahil olmasının ve cemaatin, devletin getirdiği seçim düzenlemelerine karşı çıkmama kararının, sürecin meşruiyetini baltaladığını ifade etti. Eylül ayında İçişleri Bakanlığı, Masrob II Mutafyan’ın Mart ayında hayatını kaybetmesinin ardından yeni patrik seçimiyle ilgili düzenlemeler getirdi. Kamuoyuna yapılan açıklamalara ve medyada yer alan haberlere göre, çok sayıda Kilise görevlisi ve insan hakları grupları, düzenlemelerin, seçilmeye elverişli olan adayları halen patriklik bünyesinde hizmet veren piskoposlarla sınırlayarak cemaatin dini özgürlüğünü ihlal ettiğini belirtti. Düzenlemelerle oy verme yaşı 21’den 18’e düşürülürken, Kilise yetkililerinin olumlu adımlar olarak değerlendirdiği şekilde, seçilen delege sayısı 89’dan 120’e çıkarıldı. Temmuz ayında Anayasa Mahkemesi, İstanbul Valiliğinin 2018’deki patriklik seçimlerini bloke etme kararının cemaatin dini özgürlük hakkını ihlal ettiğine hükmetti. Aynı yıl Şubat ayında, İstanbul Valiliği, patriğin ölmesi ya da istifa etmesi nedeniyle patrikliğin seçim için gerekli koşulları karşılamadığını belirterek, Ermeni Patrikliği’nin 2017 patriklik seçimlerini gerçekleştirme başvurusunu reddetti.

Hükümet, Sünni Müslüman din adamlarına eğitim sağlamaya devem ederken, diğer dini grupların ülke içinde din adamlarına eğitim vermelerine kısıtlama getirdi. Ülkede ruhban okulu olmamasından dolayı, Rum Ortodoks ve Ermeni Ortodoks Patriklikleri, din adamlarına eğitim veremediler. Protestan kiliseleri de, ülke içinde din adamlarına eğitim veremediklerini bildirerek, bu durumun cemaatlerini yabancı din adamlarına bağlı hale getirdiğini belirttiler. Yerel Protestan kilisesi temsilcileri, hükümetin giderek daha fazla sayıda yabancı din adamını sınır dışı etmesinin, cemaatlerinin, yurtdışına seyahat etme imkanı olmayan yerel din adamlarını eğitme olanağını zedelediğini belirtti.

Ekümenik Patriği I. Bartholomeos, ülkede yaşayan Rum Ortodoks din adamlarının eğitimine imkan vermek amacıyla hükümeti, bir kez daha Heybeliada Ruhban Okulu’nun bağımsız bir kurum olarak yeniden açılmasına izin vermeye davet etti. Anayasa Mahkemesi’nin 1971 yılına ait bir kararıyla yüksek eğitim veren özel kuruluşların faaliyetleri yasaklanmış ve bunun sonucunda Heybeliada Ruhban Okulu kapatılmıştır. 1982 Anayasası’nda yapılan değişikliklerle, özel yüksek öğretim kuruluşlarının kurulmasına izin verilmiş, ancak bu kuruluşlar üzerinde ciddi kısıtlamalara gidilmiştir. Ruhban Okulu’nun yeniden açılmasına ve gelenekleri çerçevesinde faaliyet göstermesine de izin verilmemiştir. Ekümenik Patrikliğe göre, Ruhban Okulu’nun kapalı kalmayı devam etmesi, yüzlerce yıl öncesinde okulun manastır olarak faaliyet gösteren okulun eğitim geleneğinin kesintiye uğratılmasına sebep olmaktadır. Temmuz 2018’de, Diyanet, kapalı ruhban okuluyla aynı ada üzerinde İslami eğitim merkezi açma planını açıkladı. Yıl sonu itibariyle, Diyanet bu proje konusunda ilave adım atmış değildi.

Medyada yer alan haberlere göre, çok sayıda imam, Diyanet’i giderek siyasileşmesi sebebiyle eleştirdi. Akabinde bu imamlar, hükümeti desteklemedikleri belirtilerek görevlerinden alındı. Medya’da yer alan açıklamalarda, Diyanet’in çok sayıda eski çalışanı, Diyanet’in düzenlemelerini adil bir şekilde uygulamadığını söyledi. İmamların görevden alınmasına ilişkin gerekçede ise siyasi partilerin övülmeyeceği gibi eleştirilmeyeceğine dair, tüm imamlar için geçerli olan “kuralların ihlal” edildiği ifade edilmekteydi. Ancak, görevlerinden alınan bazı imamlar, getirilen yaptırımların iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AKP) destekleyenlere uygulanmadığını belirtti. Medyada yer alan haberlere göre, bir imam, 31 Mart yerel seçimlerinden önce muhalefet partisi adına yapılan bir ibadeti yönetmesi için aldığı bir daveti kabul edince görevinden alınmıştır.

Ekim ayında, Diyanet Diyanet’in kendisi ya da kamu kurumları, kuruluşları ya da prodüksiyon şirketleri için hazırladığı yapımları gözden geçirmekle görevli bir radyo ve televizyon komisyonu oluşturdu.

Hükümet, “gayrimüslim azınlıklara” geniş ölçüde atıfta bulunulan 1923 Lozan Antlaşması’nı, münhasıran tanınan üç gruba; Ermeni Apostolik Ortodoks Hristiyanlara,  Musevilere ve Rum Ortodoks Hristiyanlara özel hukuki azınlık statüsü verdiği şeklinde yorumlamamayı sürdürdü. Hükümet, Müslüman olmayan azınlıkların Ermeni Apostolik, Ekümenik Patriklik ve Hahambaşılık gibi yöneticilerini veya idari yapılarını tüzel kişilik olarak tanımadığından bunların mülk satın alma veya sahip olmaları ya da mahkemelerde dava açmaları mümkün olmadı.  Diğer dini azınlık cemaatleriyle birlikte bu üç grup, dini mülklere sahip olmak ve bu mülkleri kontrollerinde tutabilmek için ayrı yönetim kurulları ile daha önceden kurmuş oldukları bağımsız vakıflardan yararlanmak zorunda kaldı.

Dini azınlık mensupları, vakıf yönetim kurullarına seçim yapamama durumlarının faaliyetlerini sevk ve idare etmelerine bir engel teşkil etmeyi sürdürdüğünü belirtti. Kurul üyeleri öldüğünde, emekli olduğunda ya da ülkeden ayrıldığında, vakıf yönetim kurullarının görevlerini yerine getirme konusunda çok sıkıntılı zamanlar yaşadığını ve yeni üye olmadan da faaliyet gösterememe riskiyle karşı karşıya olduklarını söylediler. Kurulların faaliyetlerine devam edemeyecek noktaya gelmeleri durumundaysa, hükümet vakfı feshetmekte ve vakfın mülklerini ve diğer varlıklarını da devlete aktarmaktadır.

Mart ayında, Vakıflar Genel Müdürlüğü, vakıfların yönetim kurullarına üye atamasına izin veren bir kararname çıkarmakla beraber, 2013 yılından bu yana hakkında bir karara varılmamış bulunan, seçimlere izin vermeye yönelik yeni bir düzenleme getirmedi. Norveç Helsinki Komitesi’nin insan hakları projesi olan İnanç Özgürlüğü Girişimi, alınan kararı, dini cemaatlerin haklarına daha fazla müdahale edilmesi şeklinde tanımlayarak, kararın ülkedeki vakıf geleneğine aykırı olduğunu ifade etti. Bazı vakıflar, getirilen yeni düzenden istifade etmeyeceklerini, bunun yerine yönetim kurullarına seçim yapılması için yeni düzenlemeleri bekleyeceklerini ifade etti. Yerel cemaat temsilcilerine göre, yeni seçim yapma imkanı olmadan, yönetim kurulları cemaatleri, faaliyet ve mülklerini yönetme kabiliyetlerini yitirme riskiyle karşılaşmakta ve vakıflar da seçilen yeni yöneticiler olmadığında faaliyetlerini yürütemez konuma gelmektedir.

İzmit’teki bir Protestan Kilisi’ne geniş çaplı bir saldırı gerçekleştirme ve Kilise’nin rahibini de 2013 yılında öldürme şeklindeki gizli tertiple suçlanan 13 kişinin davası, yıl boyunca devam etti.

Ocak ayında AİHM, Yedinci Gün Adventistleri’nin vakıf kurmasına izin vermemesi sebebiyle hükümetin, toplanma ve örgütlenme özgürlüğünü teminat altına alan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ihlal ettiğine karar kıldı. Mahkeme kararı, İstanbul’daki cemaatin altı mensubuna toplam 8.724 Avro (9.800 Dolar) tazminat ödenmesini gerekli kılıyordu. Tazminata hukuki yardım ve hukuki ve mahkeme tescil ücretleri de dahildi. Yıl sonu itibariyle hükümetin söz konusu altı kişiye tazminat ödeyip ödemediğine dair bir bilgi olmadığı gibi, hükümetin ödeme yaptığına dair bir açıklama da bulunmamaktaydı.

Medya’da yer alan haberlere göre, Mayıs ayı içinde bir mahkeme, Uygur aktivist Abdülkadir Yapcan’ı yaklaşık üç yıl göz altında tuttuktan sonra serbest bıraktı, ancak Yapcan, hareketlerini İstanbul’da oturduğu mahalleyle sınırlayacak şekilde adli kontrol altında tutuldu. Kendisine ilişkin sınır dışı etme davası yıl boyunca devam etti. 2003 yılında, Çin, Yapcan’ı en fazla aranan 11 terörist listesine alarak kendisini şiddeti desteklemekle ve terör örgütü kurmakla itham etti. Uygur aktivistler ve insan hakları kuruluşları, Yapcan’la ilgili olarak yapılan ülkeye iade talebinin siyasi görüşleri nedeniyle öngörülen bir ceza olduğunu belirtti. Yapcan’ın savunma vekili, Mayıs’ta gerçekleşen duruşmadan sonra kamuoyuna yapılan açıklamalara göre, daha önce bu konuda vaatte bulunulmasına rağmen Çin’in iddialarının doğru olduğunu ispat edecek delil sunmadığını belirtti. 2016 yılında AİHM, güvenliğiyle ilgili endişeler nedeniyle ve üçüncü bir ülkeye gitmek üzere sınır dışı edilmesi halinde akabinde zorla Çin’e iade edilebileceği gerekçesiyle mahkemede devam etmekte olan bir dava sırasında Yapcan’ın Türkiye’den çıkarılması aleyhinde bir karara vardı. Ağustos ayında medyada yer alan haberlerde İçişleri Bakanı Soylu, “Zulümle karşı karşıya olması halinde kimseyi Çin’e geri göndermeyiz” şeklindeki beyanı yer alıyordu.

Hükümet, bu hususta hukuki bir yükümlülük altında olmadığı yönündeki tutumunu devam ettirerek, Ekümenik Patriği I. Bartholomeos’u dünyadaki yaklaşık 300 milyon Ortodoks Hristiyanın lideri olarak tanımamayı sürdürdü.  Hükümet, ekümenik patriğin sadece ülkedeki Rum Ortodoks azınlık nüfusunun dini lideri olduğu şeklindeki tutumunu sürdürdü. Hükümet, sadece Türk vatandaşlarına Ekümenik Patrikhane’nin Kutsal Sinod veya patrik seçimlerinde oy kullanmalarına izin vermeye devam etti ancak ileride patrikliğe aday olabilecek kişilerin sayısını artırmak için hükümetin 2011’de bulduğu geçici çözüm çerçevesinde Rum Ortodoks metropolitlerine vatandaşlık verme uygulamasını sürdürdü.  İstanbul’da merkezi hükümeti temsil eden İstanbul Valiliği, bazı durumlarda başka ülkelerden gelen aynı dine mensup kişilerin bu gruplar içinde gayrı resmi olarak yönetici konumlarını üstlenmiş olmalarına karşın Rum Ortodoks (Ekümenik Patrikhane), Ermeni Apostolik Ortodoks ve Musevi cemaati liderlerinin Türk vatandaşı olmaları gerektiğini belirtmeye devam etti.

Ermeni Apostolik Patrikhanesi ve Ekümenik Patrikhanesi, hukuken tanınabilmek için girişimlerini sürdürdü; cemaatleri de ayrı dini vakıfların üyeleri sıfatıyla faaliyet gösterdi.

Çok sayıda Protestan kilisesi temsilcisi, ibadethanelerin tescil edilmesi konusunda bürokratik güçlüklerle karşılaştıklarını belirtti. Kilise temsilcileri, ibadetlerini yapabilmek için tescil edilmemiş yerlerde toplanmaya devam ettiklerini belirtti. Protestan grup temsilcilerine göre, yerel yetkililer, camilere uygulanmayan asgari alan ihtiyacı gibi imar standartlarını kiliselere uygulamayı sürdürdü. Yetkililer, bu şartı alışveriş merkezlerine, havalimanlarına ve diğer küçük yerlere cami yapmalarına izin verdiği Sünni Müslümanlara uygulamadı. Buna ilaveten, bazı Protestan kiliseleri, yerel yetkililerin, binalarının dışında haç asıp göstermelerine izin vermediğini belirtti.

Avrupa Yehova Şahitleri Derneği’nin Eylül ayında yayınladığı bir raporda, üç Yehova Şahitleri İbadethanesine (Kingdom Halls) imar izni verilmediğini ve otuzdan fazla belediyede 100’ü aşkın talebin reddedildiğini belgeledi.

Rapora göre, Yehova Şahitleri İbadethaneleri (Kingdom Halls), ülkede ibadethane olarak kabul edilmemektedir. Rapor’da ayrıca, ülkedeki belediye yetkililerinin, imar planlarında “Yehova Şahitleri İbadethanelerini (Kingdom Halls) ‘ibadethane’ olarak sınıflandırmayı reddettiğini, bunun da Yehova Lahitleri İdabethaneleri imarı olan dini bina olmadığından mülkiyet vergisi ödemesi gerektiği anlamına geldiği belirtilmiştir. AİHM’in Mayıs 2016’da aldığı, Türkiye’nin, ibadet etme imkanını gereksiz yere kısıtlayarak, İzmir ve Mersin’deki Yehova Şahitleri’nin dini özgürlüklerini ihlal ettiğine karar vermesini takiben yerel cemaatler, bu kararın uygulanmasını sağlamak için yerel mahkemelerde davalar açtı. Her iki davayla ilgili verilen hükümler, yerel cemaatin taleplerini desteklemekteydi. Yıl sonu itibariyle, her vakanın temyizi sürmekteydi.

Ekim ayında, bir mahkeme, İçişleri Bakanlığı’nın ve Malatya Valiliğinin, 2007 yılında Hristiyan bir yayınevine yapılan saldırıda üç kişinin ölümüne ilişkin davada sorumlu olmadıklarına hükmetti. Daha önce, bir mahkeme iki hükümet kuruluşunu uzun süredir devam eden bir davanın parçası olmaları sebebiyle para cezasına çarptırmıştı. Mağdurların ailelerinin avukatı, Ekim’de alınan kararı temyize götüreceklerini açıkladı. Avukata göre, kararın kabul edilmesi durumunda, aileler, bakanlığa ve valiliğe faiziyle beraber toplam 900,000 TL (151.000 Dolar) ödemek durumunda kalacaklar.

Şubat ayında, İstanbul’daki bir mahkeme, Berna Laçin’in kimi zaman “dini değerlerle ilgili iddialar” olarak da ifade edilen, dini değerleri aşağılama suçlamalarından beraat etmesine karar verdi. Suçlamalar, Laçin’in, 2018’de  Suudi Arabistan’ın Medine kentinde gerçekleştiği iddia edilen tecavüzlerle ilgili olarak Twitter üzerinden yaptığı bir paylaşımdan kaynaklanmaktaydı.  Bu tweet paylaşımı, Büyük Birlik Partisi’nin, mağdurların ailelerinin ve bazı gazetelerin, medyada yer alan cinsel taciz haberlerinin ardından çocuk istismarı suçu işleyenlere karşı idam cezasının yeniden tesis edilmesi yönündeki çağrılarına cevaben yazılmıştı. Laçin,: “İdam çözüm olsaydı, Medine toprakları tecavüzde rekor kırmazdı” şeklinde bir paylaşım yapmıştı. İddianamede, savcı, Laçin’in halkın dini değerlerini aşağıladığını ve sözlerinin, ifade özgürlüğünün sınırlarının dışına çıktığını ifade etmişti.

Şubat ayında AİHM, ülkenin, Alevi Cem Vakfı’na ödemek zorunda olduğu 54.400 Avro (61.100 Dolar) tazminatı düşürmek için yaptığı itirazı reddetti. Cem Vakfı, camilerin elektrik faturasının hükümet tarafından ödenmesine karşılık aynı imkanın Alevilerin ibadethanelerine sağlanmaması sebebiyle ayrımcılık yapıldığı gerekçesiyle 2010 yılında hükümet aleyhinde AİHM’de dava açmıştı. Hükümet, ödemekle yükümlü olduğu ücretin 23.300 Avro’ya (26.200 Dolar) indirilmesi için karara itiraz etmiştir. Kasım 2018’de Temyiz Mahkemesi, cemevlerinin ibadethane olduğuna ve bu sebeple de elektrik faturası gibi faturaların ödenmesi de dahil olmak üzere Sünnilere ait camilerle aynı imkanlardan yararlanması gerektiğine hükmetti. Alevi örgütleri, yıl boyunca hükümeti alınan karara uymaya davet etti.

Şubat ayı içerisinde, VGM, Diyarbakır’ın Sur İlçesi’nde bulunan Surp Giragos Ermeni  ve Mar Petyun Keldani Kiliseleri’nin restorasyonunun yapılacağına ilişkin planları duyurup çalışmalara başladı. Yapısal renovasyonlarının ardından Kurşunlu Camii, Mart’ta yeniden açıldı. Dini cemaatler, hükümetin güvenlik görevlileriyle ABD Hükümeti’nin terör örgütü olarak kabul ettiği Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasındaki çatışmalarda tahrip olan mülklerinin 2016 yılında hükümet tarafından kamulaştırılmasına itiraz etti. Hükümet, bu mülkleri, “çatışma sonrası yeniden yapılanma” amacıyla kamulaştırmıştı. 2016 Eylül’ünde VGM, kamulaştırılan Ermeni Katolik Kilisesi’nin restorasyonuna başladı; restorasyon, yıl sonu itibariyle devam etmekteydi ve kilise, halkın kullanımına açılmamıştı. Yıl boyunca hükümet, PKK ile gerçekleşen çatışmalarda tahrip olan mülklerin kamulaştırılması için dini gruplara oluşan zarar için bir ödeme ve tazminat ödemesi gerçekleştirmedi.

Yıl boyunca hükümet, daha önceki yıllarda el konulan mülkleri iade etmedi. Hükümet, 2018 yılında 56 mülkü Süryani cemaatine iade etmişti. Muhtelif cemaat temsilcileri, uygun hukuki yollarla ve hükümet kanallarından mülklerinin iadesinin takibini yapmaya devam ettiklerini söyledi. Tazminat kanununun çıktığı 2011 yılından bu yana, tazminat başvurusunda bulunma süresinin sona erdiği 2013 yılına kadar VGM, el konulan mülkleri için tazminat isteyen dini cemaat vakıflarından 1560 adet başvuru aldı. Önceki yıllarda, VGM 333 mülkün iadesini yapmış ve 21 ilave mülk için de tazminat ödemişti. VGM, 2011 yılından bu yana bekleyen diğer başvurularıysa reddetti. VGM, başvuruların, ana hatları 2011 tazminat kanununda yer alan kriterleri taşımadığını ifade etti. Mülklerinin iadesi için daha önce başvuruda bulunan Rum Ortodoks, Ermeni Ortodoks, Musevi, Süryani Ortodoks, Bulgar Ortodoks, Gürcü Ortodoks, Keldani ve Ermeni Protestan cemaatleri çözüme ulaştırılmayan bu taleplerin cemaatleri açısından önemli bir mesele olduğunu söylemeyi sürdürdü. Hukuki statüleri nedeniyle, tanınmış dini vakıflar, el konulan mülkleri için tazminat almaya hak kazanmıştı, ancak vakıfları hukuken tanınmayan kuruluş ve cemaatler bu haktan yararlanamadı.

Medyada yer alan haberlere göre, Haziran ayında Ovacık Kaymakamlığı ilçedeki sekiz köyün muhtarına bir yazı göndererek, köylerinin “doğal afet bölgesinde bulunması” sebebiyle köylerini en kısa süre içinde boşaltmaları talimatını verdi. İlçede çok sayıda Alevi ve dini ibadethane bulunuyor. Medyada yer alan haberlere göre, Aleviler için manevi bir yer olan ve çok sayıda kutsal ibadethaneye de ev sahipliği yapan Munzur Milli Parkı’nda maden arama çalışmaları yapma hakkını bir Kanada-Türk maden konsorsiyumuna verdiği için köylerin boşaltılması planlanmış bulunuyordu. Yazıda, köylerin ne zaman boşaltılacağı tam olarak belirtilmezken Aralık ayı itibariyle bu durumla ilgili kamuoyuyla paylaşılmış güncel bir bilgi bulunmamaktaydı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan,  Mart ayında televizyonda katıldığı bir röportajda İstanbul’da bulunan Ayasofya’nın statüsünün müzeden camiye dönüştürülebileceğini belirterek, Müze’nin adının da Ayasofya Camii olarak değiştirilebileceğini sözlerine ekledi. Hükümet, Cumhurbaşkanı’nın yaptığı açıklamaların ardından bu konuda adım atadı.

Hükümet yanlısı Yeni Şafak gazetesi, Kasım ayında (en yüksek idari mahkeme olan) Danıştay’ın halen Kariye Müzesi adıyla hizmet veren eski bir kilise ve camiinin yeniden camii statüsü alabileceğine dair bir haber yaptı. Bu durum, küresel düzeyde  Hristiyan toplumunda, benzer değişikliklerin Ayasofya’nın statüsünde de yaşanabileceği şeklinde bir endişe yarattı. Hristiyan tasvirlerinin yer aldığı mozaik ve freskleriyle ünlü olan müze, beşinci yüzyılda Yüce Kurtarıcı Rum Ortodoks Kilisesi adıyla kurulup daha sonra renove edilmiş; daha sonra da 1945 yılında müzeye dönüştürülmeden önce 1511 yılında kariye Camii’ne dönüştürülmüştü. Yeni Şafak’ın haberine göre, Danıştay, o dönem cami olan yapının sahibi olan vakfın tüzüğünü ihlal etmesi sebebiyle 1945 yılında alınan, binanın müzeye dönüştürülmesine ilişkin kararın yasadışı olduğuna karar vermişti. Vakfın söz konusu tüzüğünde binanın belirsiz bir süre boyunca cami olarak hizmet vereceği ifade edilmekteydi. Yeni Şafak, kararın, gerekli işlemin yapılması için kabineye iletildiğini de belirtmekteydi. Yıl sonu itibariyle müzenin statüsünde bir değişiklik yapılmış değildi.

Dini topluluklar, özellikle de Aleviler hükümetin yürüttüğü birçok eğitim politikasıyla ilgili endişelerini dile getirdiler. Yıl sonu itibarıyla, hükümet,   AİHM’in 2013 yılında hükümetin devlet okullarında zorunlu din dersi uygulamasının eğitim özgürlüğünü ihlal ettiğine dair kararına riayet etmemeyi sürdürmekteydi. AİHM, hükümetin 2015 yılında alınan kararla ilgili olarak yaptığı itirazı reddetti ve Alevi toplumunun hükümetin verdiği derslerde Sünni İslam anlayışının özendirildiğine ve bunun Alevi toplumunun dini inançlarına aykırı olduğuna dair yasal talebini haklı buldu. AİHM’in verdiği kararın ardından, yetkililer 2011 yılında din dersi müfredatına Alevilikle ilgili materyal ilave etmişse de, Alevi grupları bu eğitim materyalinin yetersiz olduğunu ve kimi durumlarda doğru bilgi de vermediğini ifade etti. Şubat ayında Alevi örgütleri ortak bir bildiri hazırlayarak bildiride şunları ifade ettiler: “Aleviler, tüm dinlere saygılıdır…ancak Aleviliği görmezden gelen, sınırlandıran ya da dönüştürmeye çalışanlara karşı mesafesini koruyacaktır.” Alevi örgütleri, ayrıca hükümeti, AİHM kararlarını uygulamaya da davet etti.

Sünni olmayan Müslümanlar, ilk ve orta okullarda zorunlu din eğitiminden muaf tutulma hususunda güçlükle karşılaşmaya devam ettiklerini ve kimliklerinde din ibaresinin olduğu yerde Müslüman yazması sebebiyle, sıklıkla Sünni islam anlayışının farklı bakış açılarına ilişkin seçmeli dersler arasından bir ders seçmek durumunda kaldıklarını belirttiler. Hükümet, zorunlu eğitimin bir dizi dünya dinini de kapsadığını ifade etse de, Aleviler ve Hristiyan mezhep mensuplarının da içinde olduğu bazı dini gruplar, verilen derslerin çoğunlukla Hanefi Sünni İslam öğretisini yansıttığını ve Alevi inançlarına mistisizm atfının yapıldığı bazı eğitim metinlerinde görüldüğü gibi derslerde diğer dini gruplarla ilgili olumsuz ve yanlış bilgilerin verildiğini ifade etti. Şubat ayında, Konya Bölge İdare Mahkemesi, zorunlu din dersi müfredatında yapılan değişikliklerin, 2013 yılında AİHM’in hükmettiği eğitim özgürlüğüne getirilen ihlalleri ortadan kaldırmadığına karar verdi. Haziran ayında, İstanbul 12. Bölge İdare Mahkemesi, bir Alevi ebeveynin oğlunun zorunlu dön dersinden muaf tutulmasına yönelik itirazını kabul etti.

Protestanlar gibi diğer diğer azınlık gruplarının mensupları da dini derslerden muaf tutulma hususunda güçlüklerle karşılaştıklarını belirttiler.  Bazı insan hakları grupları, okulların, zorunlu din eğitiminden muaf tutulan öğrencilere hiçbir alternatif sunmamasından dolayı, bu öğrencilerin diğerlerinden ayrı tutulduğunu ve bu sebeple toplum tarafından ayıplanma durumuyla karşı karşıya kalabileceğini belirtti.

Mart ayında Danıştay, Milli Eğitim Bakanlığıyla İslami Hizmet Vakfı arasında üç yıl süreyle yapılan ve okullarda “ahlak eğitimi” verilmesini öngören anlaşmanın sona erdirilmesine hükmetti. Danıştay, 2017 yılına ait anlaşmanın, devlet okullarındaki eğitimin kamu sektöründe görevli çalışanlarca yapılabileceğine dair anayasa hükmüne aykırı olduğuna karar verdi. Bakanlık, Eylül ayında uluslararası örgütlerin ve STKların okullarda sosyal faaliyetlerde bulunmalarına imkan veren yeni bir düzenleme getirdi. 2018 yılında, Eğitim-Sen Sendikası’na üye öğretmenler, ahlaki değerler eğitimi protokolüne son verilmesi amacıyla hükümetin idari politikalarında değişiklik yapılmasına ilişkin davaların ele alındığı Danıştay’a başvurarak, okul saatlerinde bu tür programların yürütülmesinin, öğrencileri dini mensubiyetleri ne olursa olsun bu derse katılmak zorunda bırakacağını ifade etti.

Medyada yer alan haberlere ve kamuoyuna yapılan açıklamalara göre, Ocak ayında İstanbul’daki bir devlet okulunun idarecileri, Aralık 2018’de bir gösteriye katılarak, gösteride “Okul müdürlerinin desteklediği İslamcı öğrencilerin” kendilerine boş zamanlarında “dini sohbetlere” katılmaları yönünde baskı yaptığını söylemeleri nedeniyle 12 öğrenciye kınama cezası verdi. Eğitim sendikası olan Eğitim-İş, okul idaresini eleştirerek hükümetin laik okulları dini gruplara devrettiğini belirtti.

Medyada yer alan haberlere göre, Ocak ayında İstanbul’daki bir lisede görevli bir din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni olan Cemil Kılıç, ateistlerin ve deistlerin ahlak anlayışının, “kendisini Müslüman gören” kişilerle karşılaştırıldığında daha iyi olduğuna ve başörtüsünün İslam’da zorunlu olmadığına dair kamuoyuna yaptığı açıklamalar sonrasında açığa alındı. Mayıs ayında, disiplin komitesinin hakkında alacağı karar beklenirken, görevine Niğde’de devam etmesine izin verildi. Medyada yer alan haberlere göre, Kılıç, komitenin hakkındaki değerlendirmesi devam ederken görevden alınma ihtimaliyle karşı karşıyaydı.

Ocak ayında, Ankara’da bir okul müdürü broşür dağıtarak topuklu ayakkabı giyen öğretmenleri, İslam’a aykırı olduğu gerekçesiyle uyardı. Ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), okul müdürünün görevinden alınmasını talep etti. Okul müdürü, daha sonra öğretmenlerden özür diledi.

Ağustos ayında, Eğitim-Sen, her beş öğrenciden birinin toplumsal cinsiyetine göre ayrılmış sınıflarda eğitim gördüğünü bildirdi. Eğitim-Sen, bu durumun laik bir anayasa altında yaşayan çocukların haklarını ihlal ettiğini ve (normal, teknik ve mesleki eğitim veren) çok programlı liselerde kız ve erkek çocuklarının ayrı sınıflarda eğitim görmesine izin veren 2018 yılına ait Milli Eğitim Bakanlığı’nın düzenlemesine de aykırı olduğunu ifade etti. Milli Eğitim Bakanlığı yetkilileri, yapılan düzenlemenin tüm okullarda toplumsal cinsiyete dayalı tek tip sınıf yaratmaya yönelik bir adım olduğuna dair iddiaları reddetti. Çok programlı okullar, her bir program için minimum sayıda öğrenci zorunluluğunun karşılanamadığı, nüfusun daha az olduğu yerlerde normal, teknik ve mesleki liseleri bir araya getirmeye devam etti.

Şubat ayında, Ruh Sağlığı Çalışanları Platformu, Diyanet çalışanlarının üniversite yurtlarına atanmaya devam etmesini, eğitim sistemi üzerinde artan dini etkinin bir örneği olarak eleştirdi. Yapılan eleştiride, toplum hizmetlerinin gerekli profesyonel arkaplana sahip olmayan kişilerce yapılmaması belirtildi. 2017 yılında, Diyanet imamlar gibi Diyanet çalışanlarının, her ilde hükümetin yönetiminde bulunan üniversite yurtlarına atanmasına ilişkin olarak 2016’da başlatılan pilot programın kapsamının genişletilmesine ve programın kalıcı olmasına ilişkin bir planı duyurdu. Diyanet, görevlilerin, yurtlardaki “ahlaki değer” sorunlarını ortadan kaldırmak amacıyla “ahlaki bir rehberlik” sağlayacağını ve Diyanet’in il müftülerine her altı ayda bir performans değerlendirmesi temin edeceğini ifade etti.

Hükümet, İslam inancının öğretildiği devlet okullarıyla özel ve dini okullara maddi kaynak sağlamaya devam etti. Hükümet, Türk edebiyatı gibi Türkçe verilen eğitimler karşılığında yaptığı maaş ödemesi haricinde, Lozan Antlaşması çerçevesinde azınlık okulu olarak kabul edilen okullara bu tür bir maddi kaynak temin etmedi. Dini azınlık grupları, kilise bağışları ve mezunların sağladığı bağışlarla diğer tüm masraflarını kendileri finanse etti.

Hükümet, Rum Ortodoks, Ermeni ortodoks ve Musevi topluluklarına ait vakıfların, Milli Eğitim Bakanlığı’nın denetimi altında okullarında eğitim faaliyeti yürütmelerine izin vermeyi sürdürdü. Kayda geçirilmemiş Ermeni göçmenlerle Suriye’den gelen Ermeni mültecilerin çocukları da bu okullarda eğitim alabilmektedir. Hükümet, göçmen ve mülteci çocuklarını hukuken “misafir” olarak sınıflandırmaya devam ettiğinden, bu çocukların söz konusu okullardan diploma almaları uygun görülmedi.  Bu okulların müfredatında, sadece anılan üç grubun kültürüne özgü bilgiler yer almakta ve bu bilgiler sadece azınlık gruplarının dillerinde öğretilmektedir. 2014 yılından itibaren anaokulunda eğitim veren Süryani Ortodoks cemaati mensuplarına göre, cemaatleri, mali sebeplerle halen ek okul açamamaktadır. Hükümet, diğer dini grupların okul açmalarına izin vermedi.

Bazı öğrencilerin velileri, dini olmayan kimi devlet okullarının imam hatip okullarına dönüştürülmesi uygulamasını eleştirmeye devam etti. Mevcut kaynaklar, resmi istatistiklere göre imam hatip okullarının sayısının 2018-19 akademik yılında yüzden fazla artması, öğrenci sayısının da yaklaşık 40.000 artması nedeniyle bu durumun laik devlet okullarına gitmeyi tercih edenler açısından bir engel oluşturduğunu belirtti. Bu kaynaklar, hükümetin artışın sebebinin artan talep olduğu yönündeki iddialarını reddederek, sınırlı sayıdaki seçeneğin çoğu zaman dindar olmayan aileleri öğrencileri dini okullara gönderemeye mecbur kıldığını ifade etti. Ülkenin genel bütçe içindeki 2019 yatırım programında, hükümetin öncelikleri arasında imam hatip okulları için 460 milyon TL (77.42 milyon Dolar) tahsis edilirken, yeni açılan bilimsel okullara ise 30 milyon TL (5.05 milyon Dolar) kaynak tahsis edilmekteydi.

Üniversitelerin de içinde olduğu çoğu kamu binasında, Müslümanların dua edebileceği mescit bulunmaktadır. Haziran 2017’de, Milli Eğitim Bakanlığı, açılan her yeni okulda İslami ibadetlerin yapılması için bir oda ayrılmasını gerekli kılan bir yönetmelik yayınladı. Hükümet, Sünni olmayanlar için ibadet yerinin bulunmadığı hükümet binalarında Alevilerin benzer ibadet yerleri kurmalarına izin vermemeyi sürdürdü.  Alevi liderler, ülkede sayıları 2500 ila 3000 civarındaki cemevlerinin talebi karşılamaya yetmediğini belirtti. Hükümet, hangi dini düşünce ekolünden gelirse gelsin, Diyanet’in finanse ettiği camilerin Alevilere ve tüm Müslümanlara açık olduğunu ifade etmeyi sürdürdü.

Ocak ayında, Alevi vakıfları, altı ila on üç yaş arasındaki okul çocuklarının iki haftalık kış tatilinde, dini eğitim amacıyla yerel camilere gönderilmesine ilişkin devam etmekte olan bir programın sona erdirilmesi talebinde bulundu. 2018 yılında, Milli Eğitim Bakanlığı, gönüllülük esasına dayalı programa katılmaları için 81 ilden seçilen 50.000 çocuğa yönelik olarak Server Gençlik ve Spor Kulübüyle bir anlaşma imzaladı. Alevi temsilcileri, programa katılmayan öğrencilerin, katılım sağlamadıkları ve diğer öğrencilerden farklı oldukları gerekçesiyle “ayrı muameleye tabi” tutulacağını söyleyerek programa itiraz etti.

Kasım ayında, İYİ Partili bir milletvekili, bir hükümet yetkilisinin ailesinin “aşırı” boyuttaki servetiyle ilgili olarak sosyal medyadan yaptığı bir paylaşımda “Haksız kazançla zenginleşerek lüks içinde yaşayan Protestan Müslüman dediğimiz bir kesim var ki; fikri anlamda Yahudileşmişlerdir bunlar” ifadesini kullandı. Bu paylaşım, sosyal medya kullanıcılarıyla Musevi cemaati üyelerinden büyük eleştiri aldı.

Medyada yer alan haberlere göre, Şubat ayında ülkenin güneydoğusunda bulunan Peygamber Sevdalıları Vakfı adlı bir kuruluş, devlet okullarında dini sınav yapma izni aldı. Sınavdaki sorulardan birine verilen cevapta, Musevilerin ve Hristiyanların cennete gitmesi anlayışının “zehirli bir fikir” olduğu ifade edilmekteydi.

Hükümet, İslami olmayan  ya da Alevi liderleri (dedeler) gibi heterodoks İslam dini gruplara mensup din adamlarının, devlet adına nikah kıymalarına izin vermemeye devam etti. İmamlar, bu yetkiye Kasım 2017’de kavuştu.  Bazı eleştirmenler, kanunda sadece Sünni Müslüman çoğunluğun içindeki bazı kesimlerin talepleri dile getirilerek, diğer dini grupların ihtiyaçlarının görmezden gelindiği eleştirisinde bulunmaya devam etti.

Diyanet, kayıt altındaki tüm camilerin işleyişini düzenlemektedir. Diyanet, en güncel mevcut veriler çerçevesinde 2018 yılı sonu itibariyle 107,206 Sünni personele maaş ödemesi yaparken; 2017 yılı sonu itibarıyla 109,332 Sünni personele maaş ödemesi gerçekleştirmişti. Hükümet, diğer dini gruplara mensup dini liderlere, eğitmenlere ya da diğer personele ise maaş ödememektedir.

Hükümet, Sünnilere yönelik cami yapımı için arazi sağlamaya ve camilerin belediyeler aracılığıyla yapılması için gerekli maddi kaynağı sağlamaya devam etti. Diyanet’in yayınladığı son istatistiklere göre, 2017 yılında cami sayısı 88,021 olan iken ülkede 2018 yılında 88.681 cami bulunmaktaydı. Mayıs ayında, Cumhurbaşkanı Erdoğan, ülkenin en büyük camiinin açılışını gerçekleştirdi. İstanbul’da bulunan bu cami, 63.000 kişi kapasiteye sahiptir. Alevi grupları yeni cemevleri inşa edebilecek durumda olsa da, hükümet çoğu zaman cemevlerinin inşaatı için mali destek sağlamayı reddetti.

Ağustos ayında, Süryani Ortodoks cemaati liderleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve diğer dini cemaat temsilcilerinin katılımıyla, İstanbul’da Aziz Efrem (Mor Efrem) Kilisesi’nin temel atma törenini gerçekleştirdi. Kilise, tamamlandığında Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923 yılında kuruluşundan bu yana inşa edilen ilk yeni kilise olacak. Bugüne kadar, İstanbul’da yaşayan yaklaşık 18.000 Süryani Ortodoks cemaati mensubu, dini tören yapmak için mevcut kiliselerine ek olarak diğer cemaatlerin kiliselerinden yararlanmıştır. Medyada yer alan haberlere göre Kilise’nin, kente “yeni bir zenginlik” katacağına işaret eden Erdoğan: “Coğrafyamız hep dini, etnik, kültürel çeşitliliğin merkezi olmuştur” dedi. Cemaat temsilcileri de Cumhurbaşkanı’nın devlet desteği olmaksızın bu projenin gerçekleşemeyeceğini ifade etti.

Hükümet, Antakya’daki Aziz Petrus Kilisesi, Demre yakınlarındaki Aziz Nikolas Kilisesi, Isparta yakınlarındaki Aziz Paul Kilisesi ile Selçuk yakınlarında bulunan Meryem Ana Evi gibi daha önce devlet müzesine dönüştürülen dini açıdan önemli olan alanlarda yılın belli dönemlerinde ibadet yapılmasına ve anma amaçlı dini ibadetlerde bulunulmasına izin vermeye devam etti. Ekümen Patrikhane, restorasyonun devam etmesi sebebiyle Trabzon yakınlarındaki Sümela Manastırı’nda her yıl yapılan bir ibadeti iptal etti. Renovasyonların kısmen tamamlanmasının ardından Sümela Manastırı’nın bir bölümü Mayıs ayında yeniden ziyaretçilere açıldı, ancak Manastır’ın önemli bir bölümü renovasyondan sonra da faaliyetlerini sürdürdü.

Nisan ayında, İstanbul’daki Neve Şalom Sinagogu önünde 2017 yılında gerçekleştirilen bir protesto sırasında halkı nefret ve düşmanlığa kışkırtması sebebiyle Alperen Ocakları Vakfı’nın başkanını bir yıl hapis cezasına çarptırdı. Bu hadise sırasında bir grup sinagoga taş atmış, Sinagog’un kapısını tekmelemiş ve Musevi cemaati mensuplarını tehdit etmişti.  Protestoyu gerçekleştiren gruba göre, yapılan protesto, İsrail’in Al Aksa Camii önüne metal detektör koymasına yönelik bir tepkiydi.

Haziran ayında, Bursa’daki yerel bir mahkeme Bursa’daki Protestan bir cemaatin vakıf kurma başvurusunu onayladı. Yıl sonu itibariyle, hükümet, Protestan vakfının, 2018 yılında kamu kaynaklarından yararlanılarak renove edilen bir kilisenin uzun dönemli kullanmasına izin verilmesine ilişkin talebine halen cevap vermemişti. Roma Katolik, Ortodoks ve Türk Protestan cemaatleri, VGM’nin 10 yılı aşkın süredir sahibi olduğu binayı paylaşmaya devam etti.

Devlet, büyük hapishanelerde Sünni Müslümanlar için mescit ve Sünni din görevlisi imkanı sağlamaya devam etti. Aleviler ve gayrimüslimlereyse hapishanelerde kendi inançlarının gereğini yerine getirme konusunda din adamı imkanı sağlanmamaktadır. Buna karşılık, diğer inançların din adamlarının, hapishanelerin güvenliğini tehdit etmediği sürece, cumhuriyet savcısının izniyle mensuplarına dini hizmet sağlamak üzere mensuplarının tutulduğu hapishanelere girmelerine izin verildi.

İki yıl üst üste olacak şekilde, Ermeni Patrikliği Patrik Vekili, Van yakınlarındaki tarihi Ermeni Ahtamar Kilisesi’nde Aşai Rabbani Ayini düzenledi. Yetkililer, Türk silahlı kuvvetleriyle PKK arasındaki çatışmalardan kaynaklanan güvenlik endişelerinden dolayı 2015-2017 yılları arasında yapılacak dini törenleri iptal etmişti.

Hükümetin, azınlıkların günlük gazete ve haftalık dergileri için sağladığı maddi kaynaklar, 2018’de 2000,000 Türk Lirası’ndan (33,700 Amerikan Doları) yıl içinde 250,000 TL’ye (42,100 Amerikan Doları) çıkarıldı.

Musevi vatandaşlar, yine Yahudi düşmanlığı ve güvenlik tehditleriyle ilgili endişelerini ifade etti. Cemaatin mensuplarına göre, hükümet güvenlik konularında kendileriyle koordinasyon içinde olmayı sürdürdü. Hükümetin aldığı önlemlerin yararlı olduğunu ve hükümetin güvenlik taleplerine karşılık verdiğini belirttiler.

Aralık ayında, ülkenin güneydoğusunda yer alan Gaziantep Sinagogu, cemaatin sayısında görülen ciddi azalmadan dolayı 40 yıldır kapalı kaldıktan sonra Hanuka töreni için yeniden açıldı. Sinagog, VGM’nin yaptığı renovasyonların ardından önemli günlerde yeniden açılana kadar Gaziantep Üniversitesi tarafından kültür merkezi olarak kullanılmaktaydı.

O dönem AKP milletvekili olan bir vekil sosyal medya hesabından yaptığı “İnsanlık tarihinin en trajik ve vahim suçlarından biri olan milyonlarca insanın toplama kamplarında katliamını bir film galasına eğlence malzemesi yapmanın izahı olamaz, olmamalıdır” mesajıyla toplama kampını bütün detaylarıyla gözler önüne seren Çiçero adlı filmin prömiyerini kınadı.

Ankara Üniversitesi, Dışişleri Bakanlığı’yla işbirliği yaparak 24 Ocak’ta Holokost Anma Günü etkinliğine ev sahipliği yaptı. Dışişleri Bakanlığı, Holokost kurbanlarını anan bir açıklama yayınlayarak, zulme maruz kalan Yahudilere yaşadıkları trajediden kaçmaları için pasaport ve kimlik sağlayarak yardımcı olan Türk diplomatlarının yaptığı hizmetlerin altını çizdi. AB İşleri’nden sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı, diplomatik toplumun üyeleri, Türkiye Hahambaşı İshak Haleva, Musevi cemaatinin diğer liderleri ve yüksek öğrenim gören öğrenciler, etkinliğe katılım sağladı. Şubat ayında hükümet, 1942 yılında İstanbul kıyılarının ötesinde batan Struma adlı gemide hayatını kaybeden yaklaşık 800 Musevi mülteci için üst üste beşinci yıl olacak şekilde anma töreni düzenledi. İstanbul Valisi, Hahambaşı Haleva, Musevi cemaatinin diğer mensupları ve diplomatik toplumun üyeleri anma törenine katıldı.

Nisan ve Eylül aylarında Cumhurbaşkanı Erdoğan, Musevi cemaatine Hamursuz Bayramı ve Roş Aşana’yı kutlayan mesajlar gönderdi. Mesajlarda, Türkiye “sevgi ve hoşgörünün” sembolü olarak tanımlanarak “çeşitliliğin, birlik ve dayanışmayı güçlendiren en büyük servet olduğu ve dini çeşitliliğin, Türkiye’nin zenginliğinin bir parçası olduğu” ifade edildi.  Aralık ayında Musevi cemaati, İstanbul’un Beyoğlu semtindeki Galata Kulesi Meydanı’nda Hanuka’yı kutladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Işık Bayramı’nın başlaması dolayısıyla tebriklerini ve mutluluk ve esenlik dileklerini iletti. Erdoğan, yazılı açıklamasında “Her bir vatandaşımızın inancını özgürce yaşayabilmesine önem veriyoruz” ifadelerini kullandı.

III. Kısım – Toplumun Dini Özgürlüklere Saygı Gösterilmesi Konusundaki Yaklaşımı

Mayıs ayında özel bir televizyon kanalında dini yayınlar yapan bir Müslüman din adamı olan Nihat Hatipoğlu, ATV televizyon kanalından yapılan canlı yayın programında Türkiye’de yaşamakta olan 13 yaşındaki bir Ermeni erkek çocuğunun, ebeveynlerinin izni olmaksızın din değiştirerek Müslüman  olmasını sağladı. Ermeni cemaati mensupları, bu fiilin zorla din değiştirme girişimi olduğunu belirterek, bunun, Lozan Antlaşması’nın ihlali anlamına geldiğini belirtti. O dönem Ermeni Apostolik Patriği olarak görev yapan Ateşyan da, bir açıklama yayınlayarak bu konudaki endişelerini Diyanet Başkanı’na açıkladı. İktidardaki AKP milletvekilleriyle muhalefette yer alan HDP’nin Ermeni kökenli milletvekili Garo Paylan, konuyla ilgili olarak Radyo ve Televizyon Üst Kuruluna şikayette bulundu.

Ekim ayında, kimliği bilinmeyen kişiler, Bursa’daki bir Alevi kuruluşu olan Pir Sultan Abdal Derneği başkanının evinin kapısına “Ölüm vaktin geldi” şeklinde bir not bıraktılar. Polis, hadiseyle ilgili cezai soruştura başlattı. Yıl sonu itibariyle soruşturma devam etmekteydi.

İslam’dan ya da Ortodoks Hristiyanlık’tan Hristiyan Protestan gruplara geçiş yaparak dinini değiştiren bazı kişiler, yerel cemaat üyelerinin belirttiğine göre, irtibat halinde oldukları kişilerin din değiştirdiklerini keşfetmeleri ardından aileleri içinde, arkadaşları arasında ve işyerlerinde dışlanmayla karşılaştıklarını bildirdi.

Yaz kampında oldukları düşünülen çocukların “Yahudilere ölüm” şeklinde slogan atarken gösterildiği bir video, Temmuz ayında sosyal medya üzerinden yayınlandı. Musevi cemaatinin önde gelen sesleri, 400.000’den fazla kişinin izlediği videoyu kınayarak bu kadar küçük yaşta çocuklara telkinde bulunulup nefret aşılanmasından dolayı duydukları endişeleri ifade ettiler. HDP milletvekili Garp Paylan, hadiseyle ilgili olarak nefret suçuna ilişkin düzenlemeler çerçevesinde kovuşturma başlatılmasını talep etti.

Ocak ayında,  Çiçero adlı filmin prömiyeri için hazırlanan kırmızı halı dekorunda dikenli tellerin üzerine örtülmüş çizgili üniformalar ve bekçi köpeklerinin yer aldığı toplama kampı unsurlarına yer verilmesi tartışmalara ve kınamalara yol açtı. Yerel Musevi cemaati, köşe yazarları ve o dönem AKP’de vekillik yapan bir milletvekili ile sosyal medya kullanıcıları, sahneleri utanç verici bulduklarını söyleyerek kınadı. Film yapımcıları, sonrasında özür diledi.

Hükümet yanlısı bazı haber kanallarında Yahudilerle ilgili komplo teorileri yayınlandı ve ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılardan ve getirilmesi muhtemel yaptırımlardan Yahudiler sorumlu tutuldu.

Yorumcular, İstanbul Belediye Başkanlığı seçim kampanyası sırasında, muhalefet partisi CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu’nu İsrail Başbakanı Netanyahu ile el sıkışırken ve Ortodoks Musevi grubuyla görüşürken gösteren, üzerinde tahrifat yapılmış resimler, İmamoğlu’nu itibarsızlaştırmak amacıyla sosyal medyada yer aldığını ifade etti. İmamoğlu’nu “Siyonizm dostu” olarak gösteren kendisini hakir gören yorum ve beyanlar da tahrif edilmiş resimlerin yanında yer almaktaydı.

Yıl boyunca Yahudi karşıtı söylem, yazılı ve sosyal medyada yer almaya devam etti. Hrank Dink Vakfı’nın nefret söylem projesine göre, Ocak ve Ağustos ayları arasında, 2018’in aynı dönemindeki basılı 899 haberle karşılaştırıldığında Yahudileri şiddet yanlısı, komplocu ve ülke için tehdit olarak resmeden Yahudi karşıtı 430 basılı haber yer aldı. Yeni Akit gazetesinde yayınlanan bir okur mektubunda İstanbul’da ikamet eden Yahudilerin, sokak köpeklerini Müslümanları ısırması için eğittiği belirtilerek, Yahudilere yönelik tarihi kan iftirası suçlamaları yinelendi. Bazı yorumcular, mektubu gülünç olmakla eleştirdi. İktidardaki AKP’nin eski milletvekili Mustafa Yeneroğlu’nun yazının içeriğini “Nazilerin dili” olarak kınaması, çok sayıda medya haberinde yer aldı.

Ocak ayında, doğal gaz ve elektrik faturalarının artması ve bazı doğal gaz ve elektrik tüketicilerinin “Böyle bir faturayla karşılaşmak için ne yaptık; Yahudileri mi yaktık?” şeklindeki tepkileri gibi sosyal medyada Yahudi karşıtı söylemler ortaya çıktı. Musevi cemaatinin gazetesi olan Şalom gazetesinin genel yayın yönetmeni, yapılan bu yorumları, alçakça bir ırkçılığın örneği ve hasta zihniyetin bir reaksiyonu olarak değerlendirdi. Gazetenin genel yayın yönetmeni, Yahudi karşıtlığının bu biçimlerinin, sosyal medyada giderek yaygın bir hal aldığını ekleyerek yargı makamlarının konuya müdahale etmesini istedi.

Ekim ayında, sosyal medya kullanıcıları ve medya kuruluşları, Anadolu Gençlik Vakfı ve Milli Gençlik Vakfı’nın yerel şubelerinin bir İç Anadolu kenti olan Konya’da belediyenin otobüs duraklarına astığı Hristiyan ve Musevi karşıtı posterlerin fotoğraflarını paylaştı. Posterlerde, Müslümanların Hristiyanlarla ve Musevilerle arkadaşlık etmemelerinin tavsiye olunduğu, Kuran’dan bir ayet yer almaktaydı. Posterlerde yer alan resimlerde ayrıca, bir haçla kan damlalarıyla birlikte resmedilen bir Davud Yıldızı da bulunmaktaydı. Her üç inanca mensup sosyal medya kullanıcıları, dini azınlıklara hakaret edildiğini, Kuran’ın mesajının yanlış yorumlandığını ve milletin onurunun sarsıldığını ifade ederek bu posterleri eleştirdi. Reklam panolarını kiraya veren özel reklamcılık şirketi, söz konusu vakıfların, baskıya girilmeden önce posterlerin içeriğini değiştirdiğini söyledi. Şirket, sosyal medyada yer alan endişelerin ardından resimleri kısa süre içinde Türk bayraklarıyla değiştirdi. Anadolu Gençlik Vakfı, bu durumu bir yanlış anlaşılma olarak niteleyerek bu yanlış anlaşılmanın, hadiseyi tahrik ettiğini belirti. Aralık ayında, Konya Cumhuriyet Başsavcılığı yaptığı açıklamada, söz konusu fiilin “halkın güvenliğine açık ve bariz bir tehdit” oluşturmadığını belirterek kovuşturma yapılmasına gerek olmadığına karar verdi.

Haziran ayında, Mısır eski Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi için İstanbul’da düzenlenen anma töreninde kalabalık Yahudi karşıtı sloganlar attı. Cumhurbaşkanı Erdoğan da törene katıldı.

Yerel gözlemciler ve İnanç Özgürlüğü Girişimi’ne göre, Hristiyan ve Musevilere ait çok sayıda ibadethane, vandalizm faaliyetleriyle karşılaştı ve tehditler aldı. Ocak ayında, üç saldırganın, Mardin Protestan Kilisesi’nin kapısına “ses” bombası attığı bildirildi. Şüpheliler göz altına alındı ve poliste ifadelerinin alınmasının ardından serbest bırakıldı.

Şubat ayında, kimliği bilinmeyen kişi ya da kişiler, İstanbul’un Balat Semt’inde bulunan Surp Hreşdagabet Ermeni Kilisesi’nin kapısına ve duvarlarına sprey boyayla hakaret niteliği taşıyan mesajlar yazdı. VGM cemaat vakıfları temsilcisi Moris Levi yaptığı açıklamada, polisin soruşturma başlattığını ve hadiseyle ilgili olarak güvenlik kamerası kayıtlarını aldığını ifade etti. HDP Milletvekili Garo Paylan, saldırıyı kınadı. Cemaate göre, yıl sonu itibariyle olayın failleri halen bulunmuş değildi.

Medyada yer alan haberlere göre, Mart ayında bir kişi, İzmir’deki Beth İsrael Sinagogu’na molotof kokteylli saldırı düzenleme girişiminde bulundu. Sinagog, hadisede hasar görmedi. Polis, bu kişiyi ibadethaneye hasar verme girişiminde bulunma suçuyla tutukladı. Medyada yer alan çok sayıdaki habere göre, saldırıyı gerçekleştiren kişi, amacının “İsrail’i protesto etmek” olduğunu ifade etti. Musevi Cemaati’nin temsilcileri, hadiseye süratle karşılık vermeleri ve cemaatin güvenlik gereksinimlerine gösterdikleri hassasiyetten dolayı İzmir Emniyet Müdürlüğü’ne şükranlarını sundu.

Sosyal medyada Ayasofya’nın içinde dans eden bir kadın görüntüsünün paylaşılmasının ardından Ocak ayında bir grup protestocu, Ayasofya’nın statüsünün müzeden camiye dönüştürülmesini talep etti. Polis, protestocu grubun binaya girmesini engelledi. Müze yetkilileriyse polisin olayla ilgili soruşturma başlattığını söyledi. Yıl sonu itibariyle soruşturma devam etmekteydi.

Şubat ayında, yüzlerce kişi, Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesini savunan Fikirde Birlik ve Mücadele Platformu’nun düzenlediği bir etkinlikte Cuma namazı için Ayasofya’nın önünde bir araya geldi.

Dini inançları öğretme ve yaymaya izin veren kanuna rağmen, kilise görevlileri ve insan hakları grupları, bu tür faaliyetlere genelde kuşkuyla bakıldığını ve bu tür faaliyetlerin zaman zaman kişilerin toplum tarafından damgalanmasına yol açtığını belirtti.

Müslüman, Musevi ve Hristiyan dini önderlerle İstanbul’daki muhtelif belediyelerin temsilcileri ve Kültür ve Turizm Bakanı, Mayıs ayında halka açık olarak düzenlenen bir iftarda bir araya geldi. Dini azınlığa mensup tüm cemaatlerin desteğiyle VGM bünyesindeki cemaat vakıfları temsilcisi tarafından düzenlenen etkinlik, bu yıl Süryani Katolik cemaatinin ev sahipliğinde gerçekleşti. Etkinlik, etkinliği düzenleyenler tarafından binlerce yıldır aynı toprakları paylaşan cemaatler için sofralarını dostlarıyla paylaşma imkanı olarak tanımlandı.

IV. Kısım – ABD Hükümeti’nin Mevcut Politikası ve Rolü

Büyükelçi, Maslahatgüzar ve Büyükelçilik ve konsolosluklardaki diğer yetkililer ile Türkiye’ye ziyaret için gelen diğer ABD’li yetkililer, yıl boyunca Dışişleri Bakanlığı, Diyanet ve VGM dahil olmak üzere hükümet yetkilileri ile düzenli olarak görüşme yapmaya devam etti.  ABD’li yetkililer, görüşmelerde, dini özgürlük, dinler arası hoşgörü ve herhangi bir dini gruba yönelik nefret ve ayrımcı dilin kınanmasının önemini vurguladı.

Amerikalı yetkiler, hükümet yetkilileriyle gerçekleştirdikleri özel toplantılarda da 2018 Uluslararası Dini Özgürlükler Raporu’yla ilgili genel değerlendirmelerde bulundu. Amerikalı yetkililer, hükümet yetkililerine yerel dini cemaatlerin dile getirdiği, dini özgürlük meseleleriyle ilgili özel taleplerini ve dini özgürlüklerin korunması ve dini özgürlüklere saygı gösterilmesi için iki ülke hükümetinin en iyi nasıl işbirliği yapacağına dair görüşlerini hükümet yetkililerinin ağzından duymak istedi.

ABD hükümetinin yetkilileri, hükümeti dini gruplar üzerindeki baskıları kaldırmaya yönelik reformları uygulamaya davet etti, dini gruplara ait mülklerin iadesi ve restorasyonu konusunu gündeme getirdi ve dini ayrımcılıkla ilgili bazı özel durumları ele aldı.

Amerikalı üst düzey yetkililer, hükümet yetkilileriyle özel görüşmelerinde ve kamuoyuna yaptıkları açıklamalarda, Ayasofya’nın olağanüstü öneme sahip bir eser olduğunu ifade ederek, yapının farklı unsurları bir araya getiren çok dinli tarihine saygı duyulacak şekilde korunmasını desteklemeye devam edeceklerini ifade etti. Amerikalı üst düzey yetkililer, meselenin hükümet yetkilileriyle ele alınmasının öneminin altını çizerek Ayasofya’nın huzur içinde bir arada yaşamanın, anlamlı bir diyaloğun ve dinler arasında saygının simgesi olduğunu vurguladı. Büyükelçilik personeli de, Diyarbakır ve Mardin’de kiliseye ait mülklerin iadesi hususunda baskı yapmaya devam etti.

Dışişleri Bakanı ve ABD hükümetinin diğer üst düzey görevlileri, hükümet etkililerini Heybeliada’daki Rum Ortodoks Ruhban Okulu’nu yeniden açmaya ve tüm dini cemaatlerin din adamı yetiştirmesine izin vermeye davet etti. Mayıs ayında Maslahatgüzar ve İstanbul Başkonsolosu, Ruhban Okulu’nun yeniden açılması konusuyla ilgilendiklerini göstermek için Ruhban Okulu’nu ziyaret etti. Ekim ayında, İstanbul Başkonsolosluğu çalışanları, 24 diğer diplomatik misyon temsilcisiyle ve Dışişleri Bakanlığı temsilcileriyle beraber Ekümenik Patrik I. Bartholomeos’la birlikte Heybeliada Ruhban Okulu’nu ziyaret etti. Nisan ayında, Maslahatgüzar, dini azınlıklara verdiği desteği ortaya koymak için Aziz George Rum Ortodoks Katedrali’nde Paskalya yortusuna katıldı.

Mart ayında büyükelçilik yetkilileri, giderek büyüyen cemaatin endişelerini ve arzularını öğrenmek ve ABD hükümetinin ülkede dini özgürlükleri geliştirme yönündeki ilgisini ortaya koymak amacıyla yakın bir süre önce renove edilen Rum Ortodoks Kilisesi’nin önderleriyle Antalya’da bir araya geldi.

Eylül ayında, Adana Konsolosu, ABD hükümetinin ülkede yaşayan dini cemaatlere verdiği desteği vurgulamak için, ülkenin doğusunda bulunan Van ilindeki tarihi Ermeni Aktamar Kilisesi’nde her yıl düzenlenen, Ermeni Patriği vekilinin yönettiği Aşai Rabbani ayinine katıldı.

Nisan ayında, İstanbul Başkonsolosu Müslüman, Musevi, Hristiyan ve Bahailere ait tarihi yerleri ziyaret etmek ve ABD hükümetinin dini özgürlükler konusundaki kararlılığını göstermek için Edirne’ye bir ziyaret gerçekleştirdi. Mayıs ayında, Büyükelçiliğin üst düzey görevlileri, cemaatin görüşlerini ve endişelerini ilk elden öğrenmek için bir Musevi cemaati liderini Büyükelçilik’te misafir etti.

Ocak ayında, Büyükelçiliğin üst düzey bir görevlisi, üst düzey hükümet yetkilileriyle ve ülkenin Musevi cemaatinin liderleriyle beraber, Holokost Anma Günü dolayısıyla Ankara Üniversitesi’nde gerçekleştirilen törene katıldı; tören yerel medyada da olumlu karşılandı.

ABD Büyükelçiliğinin ve Konsolosluklarının üst düzey yetkilileri, endişelerini dinleyip ele almak, ibadet yerlerini ziyaret etmek ve dinler arası diyaloğu teşvik etmek amacıyla çok sayıda dini cemaat lideriyle düzenli aralıklarla görüştüler. Büyükelçilik ve Konsolsoluk yetkilileri, diğer inanç temsilcilerinin yanı sıra ülkedeki Rum Ortodoks, Musevi, Ermeni Apostolik Hristiyan, Ermeni Protestan, Ermeni Katolik, Protestan, Alevi, Süryani Ortodoks, Süryani Katolik, Roma Katolik, Keldani, İsa Mesih’in Son Zaman Azizler Kilisesi ve Bahai Cemaati mensuplarıyla görüştüler. Büyükelçilik ve Konsolosluklar, ABD’nin dini özgürlüklere ve insan haklarına olan taahhüdünün taşıdığı önemi ortaya koymak ve bu taahhüdün altını çizmek amacıyla belirli günlerde #DiniÖzgürlükGünü ve hashtagleriyle verilen mesajlarla beraber dini azınlıkları dahil etmenin önemine vurgu yapmak üzere Twitter ve Facebook’tan istifade etti.

https://tr.usembassy.gov/tr/2019-uluslararasi-dini-ozgurlukler-raporu-turkiye/

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın