İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ayasofya ve Ermeni Patriği

***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***

Ohannes Kılıçdağı 

Ayasofya’nın bugün cami olmasını isteyenler 600 sene öncesinin değer ve pratiklerini bugün aynen takip edip, herkesin buna göre hareket etmesini istiyorlar. Ayasofya’nın cami olmasına gerekçe olarak ‘kılıç hakkı’ diye bir şey ileri sürüyorlar. Cami olmuş-olmamıştan ziyade, korkunç olan bu.

Ayasofya’nın ibadete açılıp açılmaması yolundaki tartışmalara Patrik Maşalyan da bir dizi sosyal medya (Twitter) paylaşımıyla dâhil oldu. Neden böyle bir ihtiyaç hissetti, doğrusu anlamakta zorlanıyorum. Sanırım kendince bir uzlaşma noktası önermeye çalıştı. 

En basit şekilde baktığınız zaman, o da bir bireydir ve ifade hürriyeti vardır, herkesin fikrini söylediği bir konuda o da fikrini söyleyebilir. Öte yandan, “Böyle bir konuya bu şekilde dâhil olmak, Ermeni Patriği açısından mantıklı bir tercih midir?” diye soracak olursak, buna olumlu cevap vermek zor. Türkiye’de zaten gergin bir kutuplaşma konusu olan, siyasi malzeme olarak kullanılan bir konuya dâhil olduğunda ister istemez hem kişi olarak kendisinin, hem de makam olarak patrikliğin yıprandığı aşikâr. Aynı sözleri ben söylersem ve insanlar beğenmez de eleştirirse zararı bana, benim yazar-yorumculuğuma olur ama aynı şeyi Ermeni Patriği söylerse eleştiriler, hatta hakaretler makama da gidiyor haliyle. Nitekim, yalnız Maşalyan’a değil ama önerdiği gibi, Ayasofya’nın hem cami hem kilise olarak ibadete açılması gerektiğini söyleyenlere, Devlet Bahçeli, mensubu olduğu siyasi akımın bilindik saldırgan ve hakaretamiz üslubuyla “sakat ve soysuz” dedi. Tabii ki bu Bahçeli’nin ayıbı ama Ermeni Patriği’nin bir siyasi parti lideriyle doğrudan polemiğe girmesi de mantıklı olmayacağından, bu lafları yediğiyle kalacak.

Ermeni toplumu içinden veya dışından, iktidara yakın veya iktidarın içinden böyle bir açıklama yapması konusunda kendisine bir –hafif tabirle– telkin oldu mu, bunu bilmem mümkün değil ama Ayasofya’nın bir kısmının da kilise olması, iktidarın ve ortaklarının da hoşuna gidecek bir öneri değil. Bahçeli’nin tepkisini belirttik. Mesela ben, devletin resmî din kurumu Diyanet’in bu öneri konusundaki fikrini de çok merak ediyorum. Dolayısıyla, Patrik Maşalyan’a ‘yukarılardan’ bir istek gelmişse dahi, sözleri beklentileri tam olarak karşılamamış olsa gerek. 

Patrik Maşalyan’ın önerisinin içeriğine gelince; bilmeyenler için kısaca tekrar etmek gerekirse, Ayasofya’nın müze değil ibadethane olmak için yapıldığını, karakterinin buna daha uygun olduğunu, dolayısıyla ibadete açılması gerektiğini ama bir kısmında da kilise ihdas edilmesi suretiyle, Müslümanlarla birlikte Hıristiyanların da ibadetine açılması gerektiğini söyledi. Aynı zincir içinde çok tartışılan bir başka sözü de, dünyanın kurtuluşunun “haç ve hilalin itikâfında” olduğuydu. 

Benim tercihim, çeşitli nedenlerle, Ayasofya’nın müze olarak kalmasıdır. Daha fazla insanın, daha kolay erişimine açık olur, içindeki sanat eserleri daha iyi korunur… Öte yandan, Maşalyan’ın söylediği de benim açımdan mutlaka karşı çıkılması gereken bir öneri değil. Tabiri caizse, bir nevi ikinci şık gibi. Hatta, dediği gibi Ayasofya içinde bir alan kilise olarak tahsis edilir de, çok değil altı ay, başına bir şey gelmeden varlığını sürdürebilir, Türkiye’de Müslümanlar Hıristiyanlarla aynı mekânda ibadet edebilirlerse, bu, Türkiye için ilerleme bile sayılır. 

Bütün bunlar bir yana, doğrusu, benim için Ayasofya’nın fiilen ne olduğundan öte, bu tartışmanın hafıza, tarih, mekân ve siyasi kültür hakkında bize gösterdikleri önemli. İşin o tarafı uzun ama bir örnek vermek gerekirse, Ayasofya’nın bugün cami olmasını isteyenler 600 sene öncesinin değer ve pratiklerini bugün aynen takip edip, herkesin buna göre hareket etmesini istiyorlar. Ayasofya’nın cami olmasına gerekçe olarak ‘kılıç hakkı’ diye bir şey ileri sürüyorlar. Cami olmuş-olmamıştan ziyade, korkunç olan bu. Demek, ‘kılıç hakkı’ denen şey onların nezdinde bugün hâlâ geçerli bir gerekçe, demek bugün de o gerekçeyle iş görebilir, taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmayabilirler. 

Patriğin “haçla hilalin ittifakı” ibaresini yorumlayacak olursak, izlenimim o ki burada yanlış veya yanlış anlaşılmaya müsait bir kelime seçimi söz konusu. Bir evvelki cümlede “Yeni bir haç ve hilal ihtilafı lüksümüz yok” dediği için, bir sonraki cümlede kalemden, ihtilafın karşıtı olarak ittifak kelimesi çıkmış. İttifak bir şeye veya birilerine karşı, çoğunlukla da karşı cepheyi yok etme veya geriletme amacıyla yapılan bir işbirliği olduğu için de insanların aklına bu ittifakın kime karşı yapılacağı sorusu geliyor. Buna, “Bu ittifak, radikal taassuba, köktenciliğe karşı” diyerek cevap verilebilir ama sanırım burada kastedilen ittifaktan ziyade uzlaşı, yani ‘haçla hilalin’ çatışmaması, kavga etmemesi. Ayrıca, “dünyanın kurtuluşu” retoriği kuvvetlendirmek için kullanılan bir ifade olsa da ‘haç ve hilal’e fazla bir misyon yüklemek oluyor. Bunların ne ittifakı ne de uzlaşması ‘dünyayı kurtarır’, zira ‘dünya’nın çok başka sorunları da var ama kavga etmeleri dünya için ciddi sorun olacağından, uzlaşırlarsa daha iyi olur tabii. Hani demiş ya filozof, “Gölge etme yeter” diye; biz de ‘haç ve hilal’e “Kavga etmeyin yeter” diyoruz. 

http://www.agos.com.tr/tr/yazi/24195/ayasofya-ve-ermeni-patrigi

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın