İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Avrupa sömürgeciliği ve soykırımı

***HyeTert, bu kaynağın ve/veya içeriğin yanlış ve/veya yanıltıcı bilgiler ve/veya soykırım inkarcılığı, ırkçılık, ayrımcılık ya da nefret suçu içerdiği/yaydığı kanısındadır. Metni paylaşmadan önce bu uyarıları göz önüne alarak, içeriği ve/veya kaynağı güvenilir kaynaklardan kontrol ediniz.***

Dünya sömürgecilik tarihinde; Fransa, İngiltere ve İspanya’nın çok önemli bir yeri vardır. Bunlardan Fransa ve İngiltere tarih boyunca sürekli rekabet ve mücadele hâlinde olmuşlardır. Avrupa’da sürdürdükleri savaş durumunu, koloniler kurmak veya sömürgeler oluşturmak için gittikleri topraklarda da devam ettirmişlerdi. 

Kimi zaman İngiltere, kimi zaman da Fransa bu çatışma ve savaşlardan zaferle çıkmış ve sömürgeci kimliklerini iyice pekiştirmişlerdir. Fransa’nın sömürgeci bir güç hâline gelmesinin en önemli sebeplerinden biri sanayi devriminin yanı sıra şüphesiz Afrika’da ve denizaşırı topraklarda koloniler oluşturmasıdır.

Haçlı Seferleri’ne kadar büyük ölçüde içine kapalı bir şekilde yaşayan Avrupa, artan nüfus yoğunluğuna rağmen sınırlı toprağa sahip olmanın baskısı ve Akdeniz ile doğudaki Osmanlı hâkimiyeti arasında sıkışmasının getirdiği daralma açık denizlere yönelmişti. Portekizliler ve İspanyolların öncülüğündeki bu girişim sonucu keşfedilen yeni topraklar ve deniz yolları, 1494’te İspanya ile Portekiz arasında varılan “Tordesillas Antlaşması” ile paylaşıldı. Bu iki ülkenin yaklaşık bir asır süren rakipsiz dönemlerinden sonra 17. yüzyıldan itibaren Hollanda, Fransa ve İngiltere de sömürge arayışına çıktı.

Rönesans dönemiyle başlayan Avrupalılık bilinci, özellikle sanayi devrinin başlamasıyla birlikte yeni coğrafyaların keşfine zemin hazırlar. Avrupa kıtasında birbirleriyle sürekli savaş hâlindeki devletler büyümek, zenginleşmek ve daha güçlü olmak için yeni kaynaklar bulmak amacıyla önce Amerika kıtasıyla uzak doğuya yönelirler. Osmanlı İmparatorluğu’nun güç kaybetmeye başladığı dönemde ise, yeni topraklar arayışında olan bu Avrupa devletleri Afrika ile ilgilenmeye başlarlar. Böylece Amerika, Hindistan, Uzakdoğu’da olduğu gibi Afrika’nın pek çok yerinde büyük ekonomik çıkarların söz konusu olduğu bir paylaşım mücadelesi başlar. Portekiz, İspanya, Hollanda, Danimarka, Belçika ve Almanya’nın önünde özellikle İngiltere ile Fransa Batı uygarlığının temsilcileri olarak kıta Avrupa’sında sürdürdükleri savaşları bu bölgelerde de devam ettirirler.

Sömürü ve sömürgecilik tarihimizin ve dilimizin yabancı olduğu kavramlardır. Koloni ve kolonyalizm karşılığı olarak kullandığımız bu kavramlar doğrudan doğruya Batı tarihi ile alâkalı olarak ortaya çıkmış ve günümüze kadar çeşitli boyutlarıyla gelmiştir.

Sömürgecilik, ABD ve Avrupa’nın tarih sahnesinde yer bulmasıyla, iktisadi gelişmesine ve refahını sağlamasına dayanak olmuştur. Zenginleşme sadece iktisadi hayatta değil; bilim, düşünce, kültür ve toplumsal hayatta da sağlanmıştır. Oluşan ortam sanayileşme faaliyetlerinin başlamasının ardından sanayi devrimine de zemin hazırlamıştır.

İnsanlık tarihinde derin izler bırakan sömürgecilik, Batı uygarlığının bir ürünü olarak ortaya çıkar. Teknik, bilimsel ve siyasi gelişmeler güçlü devlet yapılarını doğurmuş, bu güç yeni yollar ve yeni enerji merkezleri aramaya yöneltmiştir

Sömürgeler, insani değerlere sırt çevirerek, kendi çıkar ve menfaatine uygun düşenlere hırsla el uzatarak sömürülen ülkelerin kaynaklarını kepçeleyip taşıdılar. Sömürülen ülkelerin insan emeklerini, toplumsal kabiliyetlerini, enerji dinamiklerini ve köklü geleneklerini çalarak kendinlerine hortumladılar. Bu hortum ki beş asır boyunca kesintisiz sürmektedir. Fabrikalar sürekli sömürge topraklardan sağlanan ham maddelerle çalışmayı sürdürüyor. 

Sömürgecilik sorununa ve geçirmiş olduğu sürece eleştirel gözle bakmak, beş kıtanın son beş yüz yıllık tarihini gözden geçirmek, yalnız sömürenlerin değil sömürülenlerin de tarihini bilmek gerekiyor. Çünkü sömürgelerin tarihi parlak olmadı. Sömürü düzeniyle; zamanın ruhuna ve geleceğin yurduna akıttığı, kan ve gözyaşı havuzuna atıldığı yıkımlar bıraktı.

Avrupa’nın 15. yüzyılda başlayan dünyayı sömürgeleştirme süreci, Portekizli Prens Gemici Henrique ile başlar. Kısa bir askeri sefer dışında gemiye hiç ayak basmamış olan bu adam, soylu bir prens olarak otoritesini,  Atlantik’i ve Afrika’nın batı kıyılarının keşfini yönetmek için kullandı. Portekiz’in güney ucundaki tek liman kenti Sapres’te bulunan karargâhından sayısız sefer başlattı. Bu seferler sırasında, geçmişte astronom Ftolemais’un yaydığı bir efsaneyi, batı yönünde çok uzaklara yelken açan gemilerin Dünyanın kenarından aşağı düşeceği, güney yönünde iyice uzaklara seyir etmeyi göze alanların ise güneşin dik ışınlarıyla kızaracağı efsanesini yıktı.

Modern manada ilk sömürgeciliği geliştiren ülke Portekiz’dir. Portekiz, İspanya, Hollanda, İngiltere ve Fransa Karayiblerdeki adalar dâhil Amerika kıtasının özellikle doğu sahillerini, Afrika’nın batı ve güney sahillerini, Hint Okyanusu’nda Madagaskar ve diğer küçük adaları aralarında paylaştılar. Oldukça verimli topraklara sahip bölgelerde sayıları milyonlarla ifade edilecek insan gücüne olan ihtiyaçlarını gidermeye başladılar. 

Afrika kıtasına yöneldiler ve yaklaşık 400 yıl boyunca bu kıtadan 20 milyondan fazla insanı dünyanın dört bir tarafındaki sömürgelerine yerleştirdiler. Yolculuk esnasında her türlü kötü şartlardan dolayı ölenlerin sayısının sağ götürülenlerden fazla olduğu bilinmektedir. 

Hollandalılar ise Amerika kıtasındaki sömürgelerine ve Ümit Burnu’ndaki sömürgesine Endonezya bölgesinden de esirler getirdi. Batılının, Amerika kıtasını tamamıyla sömürgeleştirme çabaları, bütünüyle neredeyse boş bir toprağı işgal etme meselesi değildi, çünkü bu hadiseden oldukça gelişmiş durumdaki Meksika ve Peru’nun “Aztek” ve “İnka” kültürleri de yok oldu. Kızılderili ırkının katliamı ise, Batılıların tarihin sayfalarına attıkları kara lekelerdi. 

Elbette bu onların yapmış oldukları ne ilk ne de son katliamdı. Zira bu katliamların arkasında kendisinden başkasını insan olarak görmemek yatmaktadır. Bu zihniyetlerini, coğrafi bilgilerini içeren ve aslında zihniyetlerinin bir haritası olan, çizmiş oldukları coğrafi haritada görmek mümkündür: 

“…Yeryüzü burada suyla çevrelenmiş, merkezinde Kudüs ve Avrupa’nın yan yana oldukları, yassı bir tepsi gibi gösterilmektedir. Daha uzakta, halkı köpek başlı maymunlar, tekerlek ayaklılar ve tek ayaklar olan kavurucu ve canavarca bir ülke vardır. Son olarak da bütün bunların çevresinde sudan bir halka vardır. Kıta Tarih’in ne olacağını haber veren simgesel görüş: Avrupa Yeni Kudüs’tür. Avrupalılar insan, diğerleri canavardır…”

Şiddet, sömürgeci ülkelerin sık sık başvurduğu en önemli ikna yöntemi ve sindirme aracı olmuştur. İngiltere’nin Hindistan’da her türlü şiddet ve entrika malzemesini kullanarak bölgeye nüfuz etme çabaları; yine İngiltere’nin Fransa, Belçika, Almanya ve Danimarka ile birlikte Afrika’yı paylaşım sürecinde yerli halkın maruz kaldığı muamele, zulüm ve katliam insanlık tarihini dehşete düşürecek boyutlara ulaşmıştır.  

Atlas Okyanusu’nda başlayan insan ticareti önce Hint Okyanusu ardından Büyük Okyanus bölgesindeki sömürgelere de sıçradı. Köle ticareti serbest olduğu müddetçe bunu aksatmadan yürüten devletler, köle ticaretinin yasaklanmasından sonra da mecburî çalışma şartları oluşturarak bu insanları yine kendilerine hizmet etmek zorunda bıraktılar. Avrupalıların Akdeniz havzası dışındaki denizlere açılmasıyla birlikte daha önce bilmedikleri yeni coğrafyaları, kendi tabirleriyle “keşfetmelerinin” ardından buraları sömürgeleştirme dönemi başladı. 

Bu aynı zamanda bugün dünya hâkimiyetine sahip olmaları noktasında attıkları en ciddi adımın başlangıcıydı. Bunu aynı yıllarda Afrika’nın batı sahillerini dolaşan Portekizliler’in deniz seferleri takip etti. Her iki Avrupalı güç yüzünden kısa zamanda Kuzey ve Doğu Afrika sahillerinde yüzyıllardır hüküm süren Müslüman varlığı yok olma tehlikesiyle karşı karşıya geldi.

Efsanevî takdimlerin aksine sömürgecilik, adeta dünya tarihini esaret altına almış, sonu gelmez bir ıstıraptır. Tarihin kara sayfalarında, kelimelerin acziyeti ile dile getirilmeye çalışılan bu mezalim medeni dünyanın inşasının harcı olmuştur. Geride sefalet bazen de hiçbir şey bırakmamıştır. Zira Avrupalıların Amerika’ya varır varmaz başlattıkları katliam milyonlarca insanın yeryüzünden silinmesiyle sonuçlanmıştır. 

Osmanlı Devleti’nin Afrika üzerinde oluşturduğu koruma kalkanını 19. yüzyılda delmeyi başaran sömürgeciler, uçsuz bucaksız Afrika’yı paylaşmak için aralarında müthiş bir yarışa başladılar. Afrika o kadar büyük bir yerdi ki küçücük Belçika bile kendisinden kat kat büyük olan Kongo’yu krallarının çiftliği haline getirebilecekti.

Avrupa’nın askerleri, katledilen bu insanların hayatlarını tasvir edecek bir şeyler bırakmadıkları gibi, hayal etmeyi kolaylaştıracak izleri de silmişlerdir. İnsani güzelliklerin hayalini imkânsız kılan katliam, kâbus gibi üzerimize çökmektedir. Kâbusu gerçeğe dönüştüren ise milyonlarca insanın acımasızca yok edilmesidir. Ne kadar insanın katledildiği tartışılmakla birlikte, tarihin sayfalarında yapılan derinlemesine araştırmalar rakamın yüz milyonun üzerinde olduğunu göstermektedir. 

Fransa’nın Suriye ve Kürt politikası, Türkiye’yi de son derece yakından ilgilendirmektedir. Her ne kadar bu konularda iki ülke arasında doğrudan bir çatışma olmasa da, iki ülkenin terör algılamaları ve dış politika çizgilerinde yaşanan görüş ayrılıkları, ikili ilişkileri de olumsuz yönde etkilemiştir.

Gündemine “katliam”, “soykırım” kavramlarını alan Macron, önce Fransa ordusunun 1950 ve 1960’larda Cezayir’de sistemli bir işkence uyguladığını kabul etmiş, ancak geçmişte yaşananların ne reddedilebileceğini ne de yaşananlardan pişmanlık duyulacağını ifade ederek: tipik Batı uygarlığının kinli yüzünü, kibirli duruşunu ortaya koymuştur. Macron, 2017’deki Cezayir ziyareti sırasında Fransız sömürgeciliği dolayısıyla “insanlığa karşı suç işlendiğini” ifade etmiş, acı bir milli tartışmayı yeniden alevlendirmişti. Macron, Cezayir’de yaşanan insanlık suçu ve diğer işkenceler için zamanında “geçmişin tutsağı olamayacaklarını” ifade etmiştir. ransa’nın uzun bir sömürgecilik tarihine sahip olduğu gerçeğini her zaman hatırda bulundurmalarında yarar vardır. Fransa’nın katı bir sömürgeci ülke olarak Afrika’da Cezayir ve diğer Fransız sömürgelerinde ve Güneydoğu Asya’da yaptıkları tarih kitaplarındaki yerini almıştır.

Fransız devlet adamlarını diğer Avrupalı meslektaşlarından daha fazla Ermeni iddialarının destekçisi yapan nedir? Bu sorunun yanıtı, konuya ilişkin arşivler ve yazılan tarafsız kitaplar tarafından cevabı verilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu sınırları içindeki bağımsızlığını alamamış tek Hristiyan halk olan Ermenileri sömürgeci çıkarları için kullanan ülkelerin başında Fransa gelmektedir. Fransızlar, 1. Dünya Savaşı öncesinde Amerikan, İngiliz ve Rus politikalarının önüne geçmek için Ermenilere, Adana merkezli Kilikya Ermeni Krallığı’nı (Prenslik) ya da diğer bir tanımlama ile “Küçük Ermenistan’ı” yeniden kurma sözünü verecek kadar ileri gitmiştir.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Ermeni terör örgütü ASALA tarafından şehit edilen Türk diplomatlarını ve vatandaşlarını  unutmuş, Erivan’da ASALA militanları için dikilen anıtı da yok saymıştır. Ermeni soykırımının tanınması mücadelesinin aynı zamanda soykırımın inkarıyla mücadeleden de geçtiğini belirterek, Parlamento’nun önümüzdeki aylarda bu konuyu yeniden gündemine almasının çok önemli olduğunu söylemiştir. İşledikleri cinayetlerin kanları nesiller ötesinde dahi temizlenmemek üzere ellerine bulaşmıştır. İnsanlığa yaşattığı acının ve gözyaşının isyanı arşivlere yazılmıştır. 

Bilinmeyene yolculuk, efsanelerde ve masallarda işitilen, hep ağız sulandıran o görkemli hazineler, altın yollar, değerli madenler için başladı. Yeni yerlerin bulunması Batılı ülkelerin iştahlarını daha da kabarttı. Sermaye birikimi her geçen gün artan gücüyle, her sistemin dinamiğini oluşturan ve eş zamanlı olarak değerleri de yok eden yıkıcı bir süreci başlatmış oldu. Uygarlıkların talanı, kültürlerin yıkımı olarak yer bulan: Sömürü ve sömürgecilik. 

Sömürgeciliğin ilerleyen sürecinde sömürge elde etmek; ulusal şerefi yüceltmek ve büyük devlet olmak için gerekli sayılır olmuş, kültürel, stratejik ve askeri anlamda yeni boyutlar kazanmıştır. Misyonerlik yoluyla ise; boşlukta bırakılan toplum dini yönden kazanılmaya çalışılmıştır. Tarihin hiçbir döneminde misyonerlik tek başına bir din meselesi değil hep siyasi bir mesele olmuştur. Tarihi boyunca sömürgeleştirmeyle iç içe yürümüştür.

Not: Bu makale Özkan Karaca’nın “Kanlı Şarap, Küflü Ekmek”, MSN Yayıncılık 2016 eserinden faydalanılmıştır.

https://www.superhaber.tv/avrupa-somurgeciligi-ve-soykirimi-haber-281734

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın