İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yerli Dedektif Ziya Bey’in gizemli hikayesi

Hakan GÜNGÖR

Koç Üniversitesi Yayınları (KÜY), bir süredir 1831-1928 yılları arasında gazetelerde belli aralıklarla bölümler halinde yayımlanan tefrika romanları derleyip kitaplaştırıyor. TÜBİTAK destekli proje kapsamında 4 yıl boyunca süren çalışmada 302 süreli yayın tarandı ve 570 tefrika roman dijital ortama aktarıldı.

“Tefrika Dizisi”nin son romanı ise Ziya imzalı Kesik Baş Cinayeti adlı kitap oldu. Cumhuriyet tarihinin ilk polisiye romanlarından sayılabilecek tefrikanın, “Ziya” adlı bir polis tarafından yazıldığı belirtiliyor. Kitapta hem Ziya Bey’in hem de kahramanların fotoğraflarına yer veriliyor ve bunun gerçek bir hikâye olduğu belirtiliyor. Ancak Ziya adlı kişinin gerçek mi yoksa bir takma ad mı olduğu bilinmiyor. Tabii hikayenin gerçek olup olmadığı da…

Hem Tefrika Dizisi’ni hem de Kesik Baş Cinayeti adlı ilginç romanı, KÜY Tefrika Dizisi’nin editörlüğünü üstlenen Sabancı Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Reyhan Tutumlu ve Özyeğin Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Ali Serdar’la konuştuk.

Kesik Baş Cinayeti Tefrika Dizisi’nde son yayımlanan eser. Nedir bu kitabı önemli yapan?

Reyhan Tutumlu: Kitabın ön sözünde belirtmeye çalıştığımız gibi cumhuriyet öncesinden önce çevirilerle başlayan ardından telif eserlerle devam eden popüler bir polisiye roman külliyatı var. Son dönemde de bu külliyatla ilgili çok önemli araştırmalar yapıldı, yayımlandı. Dolayısıyla elimizde bu geleneğe ilişkin bir döküm de var. Ancak Haftalık Mecmua gibi dönemin popüler süreli yayınlarından birinde tefrika edilen Kesik Baş Cinayeti bu listelerde yer almıyor, dolayısıyla bir polisiyemiz daha oldu. Ancak sadece bu değil, başkahramanı polis olan az sayıda telif polisiye roman var ve Kesik Baş Cinayeti bunlara ekleniyor. Üstelik yazarı ve anlatıcısı, gerçek bir polis olduğunu, olayların da gerçekten yaşandığını iddia etmekte. Daha hemen romanın başında Ziya Bey şöyle diyor: “Her şeyden önce, hayali cinayetler uydurarak ve gerçeğe aykırı hikayeler anlatarak okurların merak ve ilgilerini çekmek amacından uzak olduğumu açıklamayı gerekli gördüm. Kat kat esrar perdeleriyle sarılı olan bu müthiş olay, o derece hakiki ve yakın bir geçmişe aittir ki kamuoyunda uyandırmış olduğu velveleli heyecan ve hayret etkilerinin henüz yok olmadığı tam anlamıyla iddia edilebilir.” Elbette biz bunun bir yazar/anlatıcı jesti olduğunu düşünüyoruz; öte yandan kullanılan söylem, emniyet teşkilatına ilişkin terminoloji ve tefrikalar arasına serpiştirilmiş olan fotoğraflarla da desteklenen bir iddia bu. Kesik Baş Cinayeti, bu yönleriyle de ilginç ve dikkati hak eden bir polisiye romandır. Ayrıca İstanbul’un farklı semtlerine, mekanlarına yapılan yolculuklarla dönemin gündelik yaşamına ilişkin çarpıcı ayrıntılar vermesi de romanı ilginç kılıyor.

Yazarı Ziya Bey’in kimliği meçhul? Sizin tahmininiz nedir, gerçek bir kişiymiş gibi bir konumlandırma söz konusu o dönemde…

Ali Serdar: Romanın tefrika edildiği Kemal Salih Sel tarafından çıkarılan Haftalık Mecmua dönemin popüler süreli yayınlarından biri. Dergide Abidin Daver, Agâh İzzet gibi bilinen yazarların metinlerinin yanı sıra Ayhan, Karınca, Seyyar gibi takma ad kullananlar tarafından yazılan pek çok anlatı da var ve bunların kurmaca mı, gerçek mi olduğu konusunda hep bir şüphe duyuyorsunuz. Yazarlarının kimliği bilinmeyen bu metinlerin anonim bir ya da birkaç yazar tarafından mı, yoksa bir yazar grubunca kolektif olarak mı üretildiği konusundaysa yeterli bilgiye sahip değiliz. Kesik Baş Cinayeti’nin Yazarı Ziya’nın da bu anonim yazarlardan biri olduğunu düşünüyoruz. Hem Ziya hem de kimliği bilinmeyen pek çok diğer yazara ilişkin bilgilerin açığa çıkarılması ve daha net konuşabilmemiz için döneme ilişkin biyografilere, hatıralara, monografi çalışmalarına ihtiyaç var.

Yine kitaba yazdığımız ön sözde Sayın Erol Üyepazarcı’nın yazarın bir başka polisiye yazarı olan Ziya Çalıkoğlu olabileceğine ilişkin bir iddiasından söz ettik, ancak Sayın Üyepazarcı’nın verdiği ipuçlarını takip ettiğimizde de Ziya Çalıkoğlu’nun böyle bir eseri olmadığını gördük. Bu nedenle yazarımızın isminin sadece Ziya olarak kalmasına karar verdik.

Hem yazar hem de ana karakter olan Ziya Bey’in yöntemleri hakkında neler söylemek istersiniz? Polisiyenin kadim geleneklerini uygulayan, zeki, şüpheci, kılık değiştirmek dahil farklı yöntemler kullanan bir karakter var karşımızda.

A.S: Ziya Bey, bu olayı çözerek teşkilatını zor bir durumdan kurtardığını zaman zaman vurguluyor. Burada hem bir meydan okuma hem de narsistik bir yüceltme mekanizması söz konusu. Ziya Bey, yumruklarına hiç başvurmadan, ipuçlarını kovalayarak, akıl yürüterek ve insanlarla diyalog kurarak bu vakayı çözüyor. Bunlara eşlik eden kimlik ve kılık değiştirmelerse Ziya Bey’in maharetlerini sergilediği, okurunsa eğlenerek takip ettiği sahneler…

1926’da yayımlanan bir roman ve olay 1917’de geçiyor. Ama yazarın aslında o dönemin koşullarını aktarmak gibi bir gayesi de yok aslında. Savaş koşullarını pek görmüyoruz romanda. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

R.T: Savaş koşullarından çok detaylı söz edilmemekle ve gösterilmemekle beraber savaş zenginlerinin de bunun gibi bir cinayete kurban gitme korkusundan ya da halkın yiyecek ihtiyacını sağlamak için kurulan iaşe müdürlüklerinden ve bunların denetlenmesinden bahsedilmiştir. Yine Ziya Bey’in olayı çözmek için konuştuğu tanıklar arasında asker kaçaklarının olduğu görülür ve soruşturmaları boyunca Ziya Bey ve Ali Efendi, İstanbul’un semtleri, mekanları, lokantaları ve esnaflarıyla temas halindedirler.

Bu kitaplar bize dönemin siyasal koşullarını göstermese de sosyolojik koşulları gösteriyor. Siz olay örgüsü dışında neler sergilediğini düşünüyorsunuz bu romanların?

R.T: Bir önceki soruda cinsel yönelim, yaşayış ve temalar bağlamında bulduğumuz romanların bir kısmının farklı olduğuna değinmiştik. Bu romanlarda dönemin gündelik yaşamına dair çok fazla ayrıntıyla karşılaşıyoruz. Yine metinlere bakarken temsil sorunlarının yanı sıra bu alandaki boşluklara da dikkat etmek gerekiyor. Örneğin, zamansal olarak 1926 yılından geriye dönerek oluşturulan Kesik Baş Cinayeti’nde cumhuriyetten, imparatorluğun yıkılmış olmasından da hiç söz edilmiyor. 1923 sonrası yazılan ve Tefrika Dizisi’nden şu ana kadar çıkan romanların neredeyse tamamında da böyle bir temsil boşluğu olduğunu görüyoruz.

“KESİK BAŞ CİNAYETİ BU SORUNLARDAN AZADE DEĞİL”

Romanda kadınların ve Ermenilerin temsilinde bazı sorunlar göze çarpıyor. Bu o dönemin yaklaşımını da ortaya koyuyor olsa gerek. Siz bu konuda nasıl izlenimler edindiniz?

A.S: Türk edebiyatında farklı etnik ve dinsel grupların temsilinde genel olarak bir sorun olduğu söylenebilir. Kesik Baş Cinayeti de bu sorunlardan azade değil. Bulduğumuz ve Tefrika dizisinden çıkan romanlar arasında cinsel yönelim, yaşayış ve temalar bağlamında bilinen, edebiyat kanonunda yer alan romanlardan farklılaşan, bu konuların daha farklı temsil edildiği metinler olmakla beraber, bilindik sınırlar içinde kalanlar da var. Kesik Baş Cinayeti’nde de “olumsuz” karakterlerin gayrimüslimlerden seçilmesi o dönemki ön yargıların anlatı düzeyinde yeniden üretilmesidir bir bakıma. Öte yandan romanda Üsküdar’daki İcadiye Mahallesi muhtarı da yine gayrimüslim bir vatandaş olan Kirkor Faik Efendi’dir ve Ziya Bey onunla birlikte Hıdırıllez şenliklerine katılır, dolayısıyla gündelik yaşamda insanların birbirinden o kadar da kopuk olmadıkları da görülür.

“ÇEVİRİ ROMANLAR ARASINDA POLİSİYE AĞIRLIKTA”

Polisiye edebiyat günümüzde nitelikli eserler verse de hâlâ bir kendini kabul ettirme çabası içinde sanki. Ama görüyoruz ki aslında bizdeki kökleri epey eskilere dayanıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

R.T: Polisiye de diğer türler gibi edebiyatımıza çeviriler yoluyla giriyor. Projenin sonuçlarına baktığımızda da çeviri romanlar arasında polisiyenin sayısal olarak hayli ağırlıkta olduğunu görüyoruz. Daha çok Fransızcadan romanlar çevrilmekle beraber, en çok çevrilen yazarlar arasında örneğin Conan Doyle var. İstibdat’ın ve sansürün en yoğun olduğu, telif romanların tefrika edilemediği dönemlerde bile, çeviri polisiye romanların süreli yayınlarda kendilerine yer bulabildiklerini görebiliyoruz. En azından II. Meşrutiyet’e kadar bu süreçte II. Abdülhamit’in etkili olduğunu, çevirmen ve yayıncıların padişahın beğenilerine göre hareket ettiklerini, aksi durumda zaten yayın yapamadıklarını söyleyebiliriz. 1908 sonrasındaysa tüm dünyada etkili ve popüler olan polisiye türünün yerli okurlar tarafından da benimsendiği ve tüketildiği söylenebilir.


Evrensel Gazetesi

Yorumlar kapatıldı.