İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kılıç artığı

İbrahim Sinemillioğlu

Kılıç artığı deyimi, bu topraklarda çok eskiden beri kullanılmaktadır. Önce deyimin sözlük anlamını belirtelim. Kısaca “Kubbealtı Sözlüğü” adı ile bildiğimiz Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü’nde deyim şöyle açıklanmakta:

“1.Savaş sonrası sağ kalanlar, bir savaşta ölümden kurtulanlar, bakiye-i süyuf: kılıç artığı erler.

Eskiden Müslümanlar tarafından ele geçirilen bir ülkede hayatları bağışlanan ve belli bir yere yerleştirilen, kendi gelenek ve göreneklerine göre yaşamalarına izin verilen azınlık.”

Yani görüldüğü gibi dağdakinin gelip bağdakini kovduktan, daha doğrusu öldürdükten sonra arta kalanların emeğinden, bilgisinden, sanatından yararlanmak için lütfedip sağ bıraktıklarını kendi gösterdiği yerde yaşama şansı lütfettiği eski yerli ahali.

Yavuz Selim, Kanuni Süleyman, Kuyucu Murat ve daha sonraları Osmanlı zulmüne başkaldıran Celali hareketlerinde öldürülen Alevilerden sonra kalanlar ‘kılıç artığı’ olarak nitelendiriliyordu. Bu nedenle Alevi cemevleri tüm evlerin ortasında dört yanı kapalı, penceresiz “büyük dam”lardı. Ortada, tepede bir pencere vardı ve üzeri kapatılırdı. Cem ayinlerinde dama bir bekçi konur, “siyar”ların yani zaptiyelerin gelmesinde haber verilirdi.

Tebriz’i aldıktan sonra Şah İsmail’in, Safevi’de oranın eski ahalisinden binlercesini kılıçtan geçirdikten sonra eski “eğri mezhep”lerini terketmeyenlerin, geleneklerini açıkça sürdürmemeleri kaydıyla yaşamlarına izin verdiği iddia edilir. Bunlara da “kılıç artığı, kılıçtan kurtulanlar” deniyordu.

1915 Ermeni Kırımı’ndan sonra Ermeniler için de bu deyim kullanılır oldu.

Buraya nereden geldik?

Bugün Hızır İlyas, yahut Xidir Êllêz günü, yani baharın başlangıcı. Her ne kadar gerek Kürt dünyasında gerek Aleviler arasında Hıdır günü şubatın ilk haftasıysa da Balkanlardan başlayan gelenek, Türkiye’nin büyük kesiminde bugün kutlanır ve baharın başlangıcı sayılır. Eh, bahar ise hayatın başlangıcıdır, tabiatın uyanışı, kendine gelmesidir. Aşkın, sevginin mevsimidir, bolluk bereket umutlarının yeşermeye başladığı mevsimdir. Tabii bunlar beraberinde birliği, imeceyi, yardımlaşmayı, dayanışmayı getirir.

Türkiye, çok zor bir dönemden geçiyor. Gerçi büyük şehirlerde yirmi beş yıl, ülke çapında da on sekiz yıllık iktidar boyunca her ne kadar ülke ekonomik ve sosyal bakımdan uçmuş, dünyanın en özgür basınına sahip en ileri demokrasisini kurmuş olsa da mızrak çuvala sığmadığından tüm atraksiyonlara rağmen ne milli gelir doğru dürüst artmakta, ne enflasyon düşmekte. Tüm dünyayı kasıp kavuran, öldürücü silahlarına ve güçlü ordularına rağmen süper devletleri dize getiren bir virüs herkese Hanya’yı, Konya’yı göstermeye yetti.

Sayın Recep Tayyip Erdoğan, tüm şaibe iddialarına, Yüksek Seçim Kurulu’nun geçersiz oyları geçerli kılarak yapılan bir seçimle Türkiye’nin Cumhurbaşkanı seçildi ve tüm muhalefetçe bu durum kabul edildi. Aynı şekilde red oylarının kazandığı ileri sürülmesine rağmen kabul edildiği ilan edilen bir Anayasa ile de ülkenin tek hakimi oldu. Cumhurbaşkanı’nın tarafsızlığı hükmünü taşıyan Anayasa’ya, çelişkili bir biçimde partili olma esası da getirildi, yani tarafsız taraflı bir cumhurbaşkanımız oldu, perhiz ve lahana turşusu gibi bir şey.

İşte bu taraflı tarafsız Cumhurbaşkanımız, Anayasa’nın da verdiği yetkilerini kullanarak yargıyı ve yasamayı dilediği gibi yönlendirmenin yanında tarafsız olması gereken bilim ve ihtisas kurumlarının da yetkilerini elinde bulundurmakta ve onlar adına kararlar vermekte, açıklamalar yapmaktadır.

Allah razı olsun, tek tek falan kurum ne demiş, filanı ne karar almış gibi araştırmalar yapmaktan kurtuluyoruz. Sayın Erdoğan’ın her alandaki açıklamalarını dinlemek yetiyor. Sokağa çıkma yasağından sınav tarihine kadar her alanda ondan bilgi alıyoruz.

Bütün bunları sayıp dökmemizin nedeni, sayın Erdoğan’ın Pazartesi günü kabine toplantısından sonra yaptığı, ancak tamamını üzülerek kaçırdığım konuşmasındaki bir cümlesine değinme isteği. Alınan kararlar tarafsız Cumhurbaşkanınca açıklanırken, her nasılsa gene eski dönemlere gidiyor, kabahati onlara yüklüyor ve daha da ötesi “kılıç artıkları”ndan söz ederek iddiasını güçlendiriyor. Tabii tüm bunları “ülkenin birlik ve beraberliğini koruma” adına söylüyor.

Tüm saygımla soruyorum, kim bu kılıç artıkları? Aleviler mi, Ermeniler mi, altı milyonu aşkın oy alan HDP’liler mi, CHP’liler mi? Bir Kürt ve Alevi olarak bunu gerçekten merak ediyorum. İstanbul milletvekilimiz sevgili Garo Paylan bir Ermeni olarak babaannesinin de kendileri için öyle dendiğinden dolayı nitelendirmeyi üstlenerek üzüldüğünü yazmış, katılmamak mümkün değil ama ülkenin birlik ve bütünlüğünden söz ederek geniş bir kesimi kılıç artığı olarak nitelemek de ülke adına gerçekten vehamet derecesinde endişe verici.


Yeni Yaşam Gazetesi

Yorumlar kapatıldı.