İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Elçi Morgentau şahsen anlatmaktadır – Ermenistan Kamu Radyosu

Aşağıda anlatılan olaylar, Ermenilere yönelik vahşetlerle ilgili haberlerin tüm korkunç ayrıntılarıyla birlikte Amerikan elçiliğine ulaşmasından sonra vuku bulmuştur. Başlangıçta, Ocak ve Şubat aylarında, bu olayları Ermenilerin bulunduğu bölgelerde baş gösteren isyan olayları olarak gösterme eğilimi vardı. Bu haberler bize ulaştığında Talat ve Enver bunları son derece abartılmış kanıtlar olarak gösterdiler ve Van’daki olayları ilk defa duyduğumuzda Türk yetkililer bunu kısa zamanda kontrol altına alacakları bir isyan denemesi olarak açıkladılar.

Şimdi anlıyorum ki, o başlangıç aylarında Türk hükümeti gerçek verileri mümkün olduğu kadar uzun süre dış dünyadan saklayabilmek için elinden geleni yapmaktaydı. Yani, Amerika ve Avrupa, Ermeni katliamlarını ancak gerçekleştikten sonra duyacaklardı.

Gerçekleri saklamak arzusunda oldukları başlıca ülke de Amerika olduğundan dolayı ben ve çalışanlarımla konuşurken aşırılıklara kaçıyorlardı.

Nisan başında yetkililer Konstantinopel’de (İstanbul) 200 Ermeni tutukladı. Daha sonra sürgün edilen bu insanların büyük bir kısmı eğitim ve sosyal alanlarında önderler olarak kabul edilmekteydi, sanayide ve finans sektöründe saygınlıkları vardı.

Bu Ermenilerden birçoğunu tanıdığımdan dolayı, onların kaderleriyle ilgilenmeye başladım. Onların sürgün edilişleriyle ilgili Talat’la konuştuğumda, hükümetin bu adımı öz savunma gerekçelerinden yola çıkarak yaptığını söyledi.

Ermenilerin Van’da devrimci niyetlerini göstermiş olduklarını ve Konstantinopel’deki Ermeni önderlerinin Ruslarla bağlantı içinde olduklarını, bu yüzden Türk hükümetinin, isyan olacağından dolayı korkması için yeterli sebebi olduğunu belirtti.

Talat, bunun en güvenli plan olduğunu iddia etti ve Konstantinopel’deki Ermeni cemaatlerinin rahatsız edilmeyeceğini ekledi.

Lakin kısa zamanda Türklerin maskesi düştü. Nisanda, Amerikan elçileriyle bağlantı kurmak için kullandığım koddan mahrum edilmiş olduğumu aniden fark ettim. Mektuplaşmaya sıkı sansür uygulanmaktaydı.

Tüm bunlar iktidarın Küçük Asya’da olanları gizlemeye niyetli olduğunu gösteriyordu, fakat başaramadılar. Dolaşıma koydukları sayısız engellere rağmen bazı Amerikalı misyonerler ülke içlerine girmeyi başardı.

Bu insanlar saatlerce yazıhanemde oturup, yaşlı gözlerle içinden geçmiş oldukları dehşetleri anlatıyorlardı. Birçoğu, görgü şahidi olduklarından dolayı hastalanmışlardı.

Birçok kere, Amerikan konsolosları tarafından gönderilen ve anlattıklarının doğruluğunu kanıtlayan mektuplar sunuyorlardı.

2 milyon civarında Ermeni’yi katliamlardan ve açlıktan kurtarmak için bir tek yol olduğunu, bunun da Birleşik Devletlerin manevi yardımı olduğunu söylüyorlardı. Ölüme mahkûm edilmiş bu halkın temsilcileri, Amerikan elçisinin, Türkiye’yi yok edici silahlarını elinden bırakmaya ikna etmedikçe tüm Ermeni milletinin ortadan kalkacağını bildirdi.

Amerikalı ve Kanadalı misyonerlerin haricinde, onların Alman meslektaşları da bana gelip aracılık yapıp müdahale etmemi rica ediyorlardı. Duyduğum tüm korkunç olayları bu adamlar da tasdik etmekteydi.

Bu insanlar, Almanya’nın benzer vahşet gerçekleştirmiş olan insanlarla ilişki içinde olduğunu biliyorlar, fakat aynı zamanda Almanya’nın politikasını da iyi tanıdıklarından bu soruna hiçbir zaman müdahale etmeyeceğini de çok iyi biliyorlardı. Sadece Amerika bu katliamlara son verebilirdi.

Tabii ki teknik olarak müdahale etmeye hakkım yoktu. Türkiye’nin iç siyaseti, bu ülkenin “aile içi” meselesiydi. Herhangi bir şekilde Amerika’nın ilgi alanına girmediği sürece Amerikan hükümetini ilgilendirmemekteydi.

İki misyoner bana korkunç vahşetlerin ayrıntılarını anlattığında kendimi tutamayıp hemen Talat’ın yanına gittim. Morali çok bozuktu, çünkü birkaç aydan beri, İngiltere tarafından Malta’da tutuklanmış olan iki arkadaşını, Eyüp Sabri’yi ve Zinun’u kurtarmaya çalışıyordu.

Başlangıçta, Küçük Asya’da kendisine çok kötü davranılmış olan Kanadalı misyoner Doktor Mac Not hakkında konuştum.

-O adam İngiltere tarafından yollanmış bir ajandır ve bu konuda elimizde deliller mevcuttur. Arkadaşlarım serbest bırakılmadığı sürece hiçbir İngiliz veya Kanadalı için bir şey yapmayız.

-Fakat Amerika hesabına çalışan her İngiliz’e Amerikalı gibi davranacağına söz vermiştin.

-Evet, fakat sözler ebedi tutulmaz. Ben şimdi verdiğim o sözden feragat ediyorum. Verilen her söz için sınırlı bir süre vardır.

-Fakat sözün mükellefiyeti yoksa neyin var peki,- sordum ben.

– Taahhütlerin,- hemen cevap verdi Talat.

O an için daha önemli konuşacaklarım vardı. Konya’daki Ermenilerden bahsedince Talat’ın çehresi daha da sertleşti, gözleri genişledi, bana döndü ve

–OnlarAmerikalı mı?- diye sordu

Bu soruyla, bunun beni ilgilendirmediğini anlatmak istedi. Devam etti.

-Ermenilere güvenmemek lazım, kaldı ki, onlara yaptıklarımız Birleşik Devletleri ilgilendirmemektedir.

Kendimi Ermenilerin dostu olarak kabul ediyorum ve onlara yönelik davranışınızdan dolayı kahroldum diye cevap verdim.

-Biz, senin Ermenilerin gibi gelecekte yaşamıyoruz. Biz sadece bugünde yaşıyoruz. İngiltere’ye gelince, ümit ederim ki Washington’la bağlanıp, arkadaşlarımı serbest bırakmadıkları sürece onlar için hiçbir şey yapmayacağımızı bildirirsiniz.

Talat çok değişken biriydi. Bir gün gaddar ve tavizsizdi, bir başka gün ise iyi kalpli ve uyan. Ermenilerle ilgili konuşabilmek için temkinli olup, daha sakin bir halinde bulacağım günü beklemem lazımdı. Kısa zamanda böyle bir fırsat doğdu. Yukarıda belirttiğim görüşmeden birkaç gün sonra Talat’ı tekrar ziyaret ettim.

-Bu paraları bize neden vermiyorsun,- dedi Talat, kütüphaneden bir zarf çıkararak.

-Ne parası,- dedim ben hayret ederek.

-Bu zarf Amerika’dan sizin için gönderilmiş, oradan Ermeniler için çok para yollanıyor. Bu parayı bize verirsen iyi olur. Onlar gibi bizim de buna ihtiyacımız var.

-Ben hiçbir zaman böyle mektuplar almadım.

-Alabilirsin fakat. Sana gönderilen mektuplar önce bana geliyor ve ben onları okuduktan sonra sana gönderiyorum.

Doğruydu. Konstantinopol’e gönderilen tüm mektuplar önce Talat tarafından okunuyor ve ancak ondan sonra sahiplerine veriliyordu. Elçilere gönderilen mektuplara dahi ayrıcalık yapılmıyordu. Tabii ki protesto edebilirdim, fakat öncelikle gelme sebebime değinmek istedim. Tekrar kaçamak cevaplar veriyor ve Ermenilerin Ruslarla bağlantı içinde olduğunu söylüyordu. “İttihat ve Terakki” komitesi tarafından bu konunun ayrıntılı olarak irdelendiği ve tehcir kararlarının bir kereden alınmamış olduğu, uzun ve ayrıntılı bir tahkikatın sonucu olduğunu söyledi.

-Bir gün gelip Ermenilerin sorununu seninle tartışırım,- dedi ve Türkçe olarak ekledi,- fakat o gün hiçbir zaman gelmeyecektir.

Başka bir sefer sordu.

-Ermenilerle neden bu kadar ilgileniyorsun? Sen Yahudi’sin, onlar ise Hıristiyan. Biz burada Yahudilere iyi davranıyoruz. Neden şikâyet ediyorsun? Neden bırakmıyorsun ki, Hıristiyanlara istediğimiz gibi davranalım?

-Benim burada Yahudi değil, Amerikan elçisi olduğumu anlamıyorsun. Ülkemde 97 milyon Hıristiyan ve yaklaşık 3 milyon Yahudi var. Böylece, en azından %97 Hıristiyan’ım. Fakat planlarınıza karşı olmamın sebebi bu değil, benim bir insanoğlu olmam. Türkiye’yi gelişmiş bir ülke yapmak istediğini birçok kere söyledin bana. Ermenilere karşı tutumun bu kararını uygulamanı engelleyecektir. Amerikalılar, Ermenilere karşı takındığınız bu tutumdan dolayı kızgındır. Etnik ayrımcılığı değil, hümanizmi esas almalısınız. Savaştan sonra yeni sorunlarla karşı karşıya kalacaksın. Kamuoyu seni her yerde takip edecektir, ABD’de dahi. Dünya, katliamları hiçbir zaman unutmayacaktır. Tüm sorumlular insanlar tarafından mahkûm edilecektir.

Doğrusunu söylemek gerekirse, bu sözlerim Talat’ı hiç gücendirmedi ve düşüncelerini değiştirtmedi. Sanki sabit bir duvarla konuşuyordum.

-Bu adamlar, kendilerine emrettiğimizde silahlarını ellerinden bırakmayı reddetti,- dedi. –Van’da ve Zeytun’da isyan ettiler. Savunmak için sadece bir yol var, bu da onların tehcir edilmeleridir.

-Birkaç Ermeni’nin sana ihanet ettiğini varsayalım. Bu, senin için bütün bir halkı yok etme sebebi olabilir mi? Masum kadınlara ve çocuklara eziyet etmek için bir bahane olabilir mi bu?

-Bu kaçınılmazdır,- cevap verdi Talat,- biz suçlular ve suçsuzlar arasında ayrım yapmıyoruz. Bugün suçsuz olan, yarın suçlu olabilir.

Talat bu sorunu benimle serbestçe tartışamıyordu, çünkü bize tercüme eden elçilik çalışanı Ermeniydi. Bir keresinde kendi özel tercümanını önerdi bana. Burada Talat ilk defa olarak Ermenilerle ilgili tutumuyla benim aramda bir bağ olduğunu bana gösterdi.

İki gün sonra tekrar görüştük. Yeni tıraş olmuştum ve Talat beni görerek şöyle dedi.

-Gençleşmişsin. O denli genç gözüküyorsun ki, tavsiyelerini dinleyemem artık.

-Tıraş oldum, çünkü Ermenilere yönelik tutumundan dolayı sakallarıma ak düşmüştü.

Bu iltifatlardan sonra şöyle dedi.

-Ermenilere yönelik tutumumuzu sana açıklamak için çağırdım seni. Ermenilere yönelik tutumumuzu açıklayan üç sebep var. Birincisi, Türklerin hesabına zenginleşmiş olmalarıdır. İkincisi, bize üstünlük sağlamak isteyip ayrı devlet kurmaya karar vermiş olmaları. Üçüncüsü, düşmanlarımızı açıkça teşvik etmeleridir. Onlar Kafkasya’da Ruslara yardım ettiler ve bu yüzden mağlup olduk. Ve biz, savaş sona ermeden Ermenilerin gücünü kırma kararı aldık. Ermenileri Bitlis, Van ve Erzurum’dan temizledik bile.

Bu üç noktayla ilgili benim farklı düşüncem var. Talat, ilk itirazıyla Ermenilerin, bıkkın ve tembel Türklerden daha çalışkan ve yetenekli olduklarını kabul etmekteydi. Ermenilerin, Türklerin düşmanı olan güçlerle işbirliği yapıyor olmaları, Ermenilerin Avrupalı güçlere kendilerini katliamlardan, cinayetlerden ve yağmadan kurtarmaları çağrısı yapması manasına gelmekteydi. Ermeni sorunu, yüzyıllar boyunca kendilerine yönelik yapılan kötü muamele ve haksızlık üzerine kurulmuştur. Bunun sadece bir tek çözümü vardır, tüm vatandaşların eşit kabul edildiği ve tüm suçların cezalandırıldığı bir hükümetin gelmesi.

-Maddi zararları düşün,- dedim Talat’a,- bu insanlar senin ülkenin çalışanlarıdır. Senin fabrikalarının çoğu onlar tarafından yönetilmektedir. Bundan başka, onlar büyük vergi ödeyenlerdir. Onlar olmadan ekonomik açıdan ne duruma düşersiniz?

-Bu bizi fazla ilgilendirmiyor. Biz çoktan hesapladık ve 5 milyon Pound zararımız olacağını biliyoruz. Seni, bizim duruşumuzu açıklamak için çağırdım ve bunu değiştirmek imkânsızdır, biz her şeyin kararını aldık bile. Ermenilere ancak çölde yaşama imkânı vardır.

Ermenilerle ilgili çok konuştum Talat’la, fakat yaklaşımını az bir şey değiştirmeye dahi muvaffak olamadım. Ermenilere yönelik şahsi bir düşmanlığı vardı ve bu, Ermeni kırımlarının çoğalmasıyla paralel olarak büyüyordu.

Günün birinde Talat, hayatımda duyduğum en sarsıcı açıklamayı yaptı. New York Life sigorta şirketi Ermenilere poliçe satmıştı. Birçok Ermeni hayat sigortası yaptırmıştı ve toplanmış paraları vardı.

-Ermeni sigortalıların tüm listelerini bize göndermeleri için Amerikan sigorta şirketleriyle bağlantı kurmanı isterdim,- dedi Talat. Onlar artık öldürülmüştür ve paralarını alacak mirasçıları da yok. Bu paralar devlete kalır. Bunu yapabilir misin?

Artık ölçüyü kaçırmıştı ve ben hâkimiyetimi kaybettim.

-Benden böyle bir liste alamazsın,- dedim ve dışarı çıktım.

Eylül sonunda eşim Amerika’ya gitti. Ermeni katliamları onu çok etkilemişti ve artık böyle bir ülkede yaşayamadığı için gitmeye karar verdi. Lakin bu bedbaht halk için bir şey yapmaya karar vermişti. Eşimin yolu Bulgaristan’dan geçiyordu ve muhakkak kraliçe Eleonora’ya uğramaya karar verdi.

Kraliçe dürüst ve iyi yürekli bir kadındı ve vaktinin büyük bir kısmını Bulgaristan’ın fakir halkının durumunu iyileştirmeye harcıyordu. Eşim onunla Ermeniler hakkında konuşmak istiyordu. Türkiye, o yıllarda Bulgaristan’ı kendisine müttefik yapmak istiyordu ve bunun için taviz vermeye dahi hazırdı.

Eşim kraliçeyle gayrı resmi bir görüşme yaparak Ermenilerle ilgili her şeyi ve kadın ve çocuklara nasıl davrandıklarını anlattı. Sonunda da kraliçeye Ermeniler lehine müdahale etmesini rica etti. Eşim daha da ileri giderek, bir zamanlar kendisinin de Türklerin elinden çok çekmiş olan Bulgaristan’ın şimdi onun müttefiki olmasının korkunç olacağını belirtti. Kraliçe gerçekten de sarsılmıştı. Eşime teşekkür etti ve bu sorunla ilgileneceğine dair söz verdi.

Kraliçe Ermeni sorunuyla ilgilendi ve Türklerin vahşetine karşı koymaya çalıştı. Bu hiçbir işe yaramadı, sadece Talat’ın bana karşı anlık kızgınlığını uyandırdı. Bu olaylardan sonra Talat benimle çok resmi ve kaba konuşuyordu.

Talat’ın Ermenilere yönelik tutumu böbürlenmeli açıklamasında özetlenmektedir.

-Ermeni sorununu çözme konusunda Abdülhamit’in 30 yılda yaptığından fazlasını 3 ayda yaptım.


Ermenistan Kamu Radyosu

Yorumlar kapatıldı.