İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘ayşe düzkan – tarih yetmez

***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***
özellikle barış süreci’nden gördük ki, halkın bilinci değiştirilmeden yapılan şeyler kolayca yıkılabilir. tarihi onarmak mümkün değil, tarihin sonuçlarını değiştirmek bir ölçüde mümkün.

akp egemenliğini sadece baskıyla kurmadı, baskı belki 2012 sonrası döneme damga vurmuştur ama bundan daha önemlisi ciddi bir ideolojik hegemonya oluşturdu. bunun en önemli değilse bile çok önemli bir parçası geçmişe dair yeni anlatı oldu. bu anlatının temelinde türkiye’yi yıllarca solcuların yönettiği iddiası vardır. akp ve genel olarak sağ siyaset, sol dediğinde sadece chp ve 12 eylül döneminde, chp kapatıldığı zaman kurulan, aynı gelenekten partileri kasteder. oysa chp türkiye cumhuriyeti’nin kurucu partisi ama cumhuriyet tarihi boyunca bu partilerin iktidarda olduğu dönem çok sınırlı. buna bağlı olarak ileri sürülen bir başka iddia, bütün cumhuriyet tarihinin laik olmanın ötesinde adeta dinsiz geçirildiği, müslümanların inançlarını ancak akp iktidarı sonrasında yaşayabildikleri. oysa bütün sağ partiler hep tarikatlarla iç içe oldu, hep dini siyasete malzeme ettiler. başörtüsü yasağını 1980 cuntası getirdi, 28 şubat’ta sertleşen bu yasağı kaldırmak için akp on yıl bekledi. bunda da şaşılacak bir şey yok, kadınların evde oturmasını doğru bulan bir siyasal akım için onların kamuda bulunmasını kolaylaştıracak bir uygulama ancak siyasal bir argüman olarak değerli. bu arada 12 eylül cuntasının din derslerini zorunlu hale getirdiğini de hatırlatalım.

akp’nin tarih anlatısındaki bir başka çarpıtma 28 şubat’la ilgilidir. türkiye sağı devletle özdeşleştiği için o dönem bazı islamcıların gördüğü baskı karşısında büyük bir infial gösterdi. oysa en öndeki islamcı liderlerin 28 şubat’ta gördüğü baskıyı tarih boyunca herhangi bir sol ya da kürt hareketin sıradan sempatizanları gördü, 12 eylül sırasında daha da ağırını görmüşlerdir. bunlar çoğumuzun bildiği şeyler.

akp’nin iktidarı sadece oy desteğine dayanmıyor, bunu biliyoruz. ama krizlerde, kritik anlarda oy desteğini artırdığı da söyleniyor. iktidar corona krizini çeşitli biçimlerde fırsata çevirdi, örneğin kurtulmak istediği siyasal mahkumlar halen cezaevlerinde, adeta salgının insafına terk edilmiş durumda. salgın yüzünden her gün ortalama yüz insan ölürken cezaevinde olup bitenlerin en az dikkat çekmesi ihtimali normal bir zamana göre daha düşük. ama salgın, iktidarın desteğini artırmadığı ilk kriz olacak gibi görünüyor, buna karşı ideolojik hegemonya araçları tekrar devreye girdi. mesela rakip görülen büyükşehir belediyelerini kriminalize etmek için “paralel” ifadesinin kullanılması. (cumhurbaşkanının “yardım topluyorlar, ekmek dağıtıyorlar” derkenki vurgulamaları dikkatinizi çekti mi, “haraç topluyorlar, eroin dağıtıyorlar” da aynı vurguyla söylenebilir, yakışıksız kaçmaz.)

ve daha kullanışlı ve alışıldık olan araç yine devreye girdi, geçmişe dair anlatı! yani 1990’lardan sora doğmuş olanların ambülanslarla ilgili söylenen dalga konusu oluyor, belki iktidarın seçmeni de için için doğru olmadığını biliyor. ama konu din eğitimine, ibadet özgürlüğüne falan geldiğinde insanlar hafızalarıyla değil refleksleriyle düşünüyor. öyle bir hava yaratılıyor ki, sanki ramazan’da oruç tutmayanın dövülmesi yeni bir olgu ya da örtülü kadınların örtünmeyenlerden daha iffetli sayılması eskiden yoktu… (tuhaf biçimde, akp karşıtları arasında da bunlara inananlar var, böylece her şeyi akp’ye bağlayabiliyorlar.) belki dindar görünmenin getirdiği avantajlar, cumaları ya da teravihlerde camilerin dolup taşmasına sebep olmuştur ama özellikle kuzey ve orta anadolu’da, dine ve dinsel hurafelere dayanan sivil baskı hep oldu. akp, iktidarını o baskıyı hayata geçirenlere seslenerek kurdu biraz da, mhp o baskıyı hayata geçirenleri taltif ederek ayakta kalıyor. ve tarım ve orman bakanlığı’ndan gelse dikkate alınmayacak bir öneri, diyanet işleri başkanlığı’ndan gelince mutlak gerçeklik muamelesi görebiliyor. bunu mümkün kılan temel akp iktidarında atılmadı.

bütün bu anlatı ve bu temel, iktidar açısından çok kullanışlı bir bölünmeyi sağlıyor: iktidara gelirse “eskisi gibi” dini “yasaklayacak” olan laiklerle inananları karşı karşıya getiren bir bölünme bu. hp’nin de kendini çok rahat hissettiği, alışık olduğu bir bölünme, daha solunda olan siyasal güçler arasında da bu bölünme üzerinden yürümek isteyenler var, maalesef.

bu anlatıya karşı gerçekliği aktarmak önemli. bu, tarihçilere bırakılamayacak kadar ciddi bir iş olan tarihe düşer. çünkü herhangi bir tarihsel gerçeğin kitlelerde karşılığını bulması tarihçilerin çabasıyla olacak şey değil. gerçeği yani insanların hayatlarını cehenneme çeviren yarılmayı, işsizliğin, yoksulluğun, erkek şiddetinin gerçek sebeplerini ve gerçek sorumlularını teşhir ederek geride bırakılabilir bu. insanların bilinci sadece bilgiyle değişmiyor, alıştıklarından başka bir bilgiye kulak vermelerini sağlamak da gerekiyor.

sadece bu konuda da değil.

epey oldu, türkiye’de doğup büyümüş, abd’de yaşayan ünlü bir ermeni müzisyenle röportaj yapmıştım, bana annesinin abd’de, türkiye devletinden bahis açıldığında, pencereyi kapattığını anlatmıştı. bu travmanın etkisi kolay kolay silinir mi?

örneğin 1915’te olup bitenle ilgili görüntü ve bilgiler, diyelim her televizyonda yayınlansa, “oh en iyi etmişler” diyecek insanlar varken bu yayının nasıl bir etkisi olabilir? bir adım daha hayal kuralım, 1915’le ilgili türkiye cumhuriyeti, hayatını kaybeden herkesin hayattaki yakınlarından özür dilese hatta el konulan mülk geri verilse, “afedersiniz ermeni”nin, “ermeni dölü”nün etkisi silinebilir mi?

mesele sadece yüzleşme, hesaplaşma değil, mesele ermenilerin bugün, burada eşit, mutlu, huzurlu, onurlu yaşamaları. onların onuruna laf edenlerin onursuz sayılması. yüzleşme buna hizmet ettiği ölçüde anlamlı.

devletlerin yaptıkları, siyaseti ve bunlara yönelik müdahale çok önemli ama yeterli değil. tarihsel gerçeğin bulunması da önemli ama yeterli değil. okul kitapları değişecek, yeni romanlar yazılacak, yeni diziler çekilecek, bazı ifadeleri kullanmak yasaklanacak, kullanan ceza alacak, daha önemlisi ayıplanacak… belki iki kuşak sonra acıların geçmişte kalması süreci başlayacak.

çünkü özellikle barış süreci’nden gördük ki, halkın bilinci değiştirilmeden yapılan şeyler kolayca yıkılabilir. anlatı çarpıtılır, gerçekler unutturulur. tarihi onarmak mümkün değil, tarihin sonuçlarını değiştirmek bir ölçüde mümkün. tarihçi ve entelektüel gerçeği kazıyıp çıkarmalı olmalı ama siyaset işe bugünden başlamalı.


Artı Gerçek

Yorumlar kapatıldı.